Kevin Macdonald yönetmenliğinde 2011 yılında çekilen "Life in a Day" adlı belgesel, ABD- Rusya ortak yapımı. Gerçek yaşamdan uyarlama yapılan birçok filmin yanında, bu belgesel gerçeğin ta kendisi. Çünkü dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların hayatlarını videoya çekilmeleri ve bunun yanında birkaç soruya cevap vermeleri istenmiş. Tam 192 ülkeden aynı gün çekilen 4500 saatlik videoya ulaşılmış. Tarih ise; 24 Temmuz 2010
Birçok film türü var. Gerilimden aşka, komediden drama fakat bu belgesel, insanda "kendine bir iyilik yap" denilecek türden. Yer yer gözlerin doluyor, bazen de yüzünde ufak bir tebessüm beliriyor. Farklı kültürleri yaklaşık 95 dakikada tam manasıyla olmasa da tanıma fırsatı buluyorsun. Sadece kültür değil, belgeselde bazı sorular da sorulmuş ve insanlar kendilerini videoya alarak bunları paylaşmışlar. Bazılarının gözlerinin dolduğuna da şahit oluyorsun. En son 'samimiyet' denilen güzel lafla ne zaman birlikteydin bilmem ama bunu burada hissediyorsun.
Anlatılacak çok şey var aslında. Paylaşılan anlar mevcut. Annesi ölen ve babasıyla birlikte yaşayan küçük bir çocuğun annesinin fotoğrafının yanında tütsü yakışı, hastane yatmak olan bir adamın "hayatıma devam edeceğim ve çılgınca şeyler yapacağım" dediği umudu, hayatından sıkılmış birinin, "isyan etmemek için ne kadar dayanıklı olmak lazım?" sorusuyla başlayan isyanı, bir kadının hamile olduğunu öğrendiği gün, bisikletiyle dünya turu yapan adamın, Türkiye'deki sineklerin daha küçük olduğunu keşfetmesi, hayvanların ve insanların doğum sahneleri (ilk defa bir hayvanın doğum sahnesini izlemiş oldum), bir kadının her gün yaptığı ibadeti, uyuşturucu bağımlısıyken kendisini kurtaran arkadaşıyla yaşamının anlatılması, sürekli iş seyahatinde olan eşini özleyen bir kadın ve web üzerinden konuşmasının ardından nasıl ağladığı, babasına yardım eden ayakkabı boyacısı ufacık bir çocuğun nasıl babasından övgüyle bahsedişi ve lap topunu göstererek "kütüphane gibi" deyişi. Ve daha bir sürü yaşam hikayeleri.
'Yaşanılmayacak' denilen bir ev bile değil. Hayatını anlatıyor bir adam, ufacık bir zamanda. 14 çocuğuyla aynı yerde yaşıyor. Zihinsel engelli çocuğuna bakacak kimse olmadığı için çalışamadığından yakınıyor. Engelli çocuğunu kaçmasın diye, "ellerini bağladım" diyor. Ama yine de hayattan umudunu koparmamış. Diyor ki; "Benim Tanrı'dan umudum var. Bizi unutmamıştır. Tanrı bizi unutsun diye yaratmamıştır. Bu da benim inancımdır."
Bir takım sorulardan bahsetmiştim: İnsanların en çok korktuğu ve sevdiği şeyler. Onu izlerken anlıyorsunuz ki, dünyanın neresinde olursa olsun herkes aynı şeyleri seviyor ya da aynı şeylerden korkuyor. Farklı değiliz yani hiçbirimiz birbirimizden. "En çok ne seviyorsun?" sorusuna, kızarmış tavuk diyen de var, annesini söyleyen de.
Biri kedisini sevdiğini söylüyor, bir diğeri de kızını. Bana en ilginç gelen ise, bir kızın, 'mamihlapinatapai' yanıtı oldu. Bahsettiğine göre, şu an ölü bir dil olan Yaghan dilinde kullanılan bir kelime. Eskiden Güney Amerika'nın en güneyinde, Tierra del Fuego'da konuşulmuş bu dil.
Anlamı, iki kişinin bir şeye başlamak istediği, fakat ikisinin de olayı başlatan olmak istemedikleri durumu anlatıyor. Barışı isteyen ama masaya ilk oturmaya yanaşmayan iki kabile lideri de olabilir. Bir partide birbirlerini beğenip ilk adımı atmaya çekinen insanlar için de olabilir.
Bir diğer soru da "En çok neden korkarsın?" sorusuydu. Bu da önceki soru kadar ilginç cevapları olan videolar içeriyor. Küçük bir kız "canavar" yanıtını verirken bir kadın, "boşanmak" diyor. Mesela biri de, "eşcinsellerden korktuğunu" söylüyor. Eşcinsellik bir hastalıkmış ve hasta insanlardan korkarmış. Fakat çoğu ölmekten korkuyor. Bunu herkes değişik şekillerde anlatıyor. Hasta yatağında bunu söyleyen, mezar taşını gösteren, evden çıkıp bir daha geri dönememekten çünkü Afgan'da ki insanların en çok korktuğu şey olduğunu söylüyor bir amca. Biri de "en sevdiği kişinin ölmesinden" korktuğunu anlatıyor ve ağlıyor. "Bundan sonra yaşamanın ne anlamı var ki?" diyor.
Bu yanıtların arasından güzel bir diyalog hoşuma gitti. "En çok neden korkarsın?" diyor annesi oğluna. "Şu anda hiçbir şeyden korkmuyorum. En büyük korkum; senin kansere yakalanman idi ve sen kanser oldun. Sonra tekrar kanser olmandan korktum. Ama sen onu da atlattın. Artık hiçbir şeyden korkmuyorum" diye yanıtlıyor çocuk annesini. Belgesel gerçekten herkesin izlemesi gereken hayatın anlamını sorgulatan ve kendinizi iyi hissedeceğiniz -dünyada daha kötüleri var- güzel hikayeler bütünü.
Bu hikayeleri izlerken yanılmıyorsam 3 defa (belgesel için yapılmış olsa gerek) aynı şarkı çalıyor.
#Ve sadece ihtiyacım kadar yemek#
#Yalnızım biliyorum#
#Ama kendimi güçlü hissediyorum#
#En büyük dağa uzanmak istiyorum#
#Hatta tırmanmak eğer istersem#
#Güçlü olduğumu hissetmek istiyorum#
#En azından bulutlar sahiden beyaz olmalı#
#Ve okyanus kumsalda karşılamalı bizi#
#Bütün istediğim sadece bu#
#Bir gram bile fazlası değil#

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder