- Hep 'neden?' diye sorar mısınız?
- Bak seninle sizli bizli güzel güzel konuşuyorum. İşim gücüm var. Daha kaç manyak var senin gibi uğraşmam gereken. Adam gibi anlat şu olayı. Meraklı değilim ben de kocanı neden öldürdüğünü öğrenmeye. İşin içinde başka suçlular varsa onların da cezasını vermek bizim görevimiz.
- Sigara var mı?
- Yanımda yok. Ne içiyorsun söyle de varsa arkadaşlar getirsin.
- Bilmem. Hiç içmedim, şimdi başlayacağım. Fark etmez, hafif olursa
- Hanıma bak sen. Hafif olursa imiş. Yok sigara filan. Anlat artık şu olayı gerçekten canımı sıkmaya başladın, bilesin!
- Kocamı ben öldürdüm. Daha ne öğrenmek istiyorsunuz. Yeterince kötüyüm zaten. Baştan tekrar anlatıp hatırlamak istemiyorum, lütfen. Başka kimsenin bu olayla ilgisi yok. Cinayeti de tek başıma işledim. Yardım eden kimse olmadı. Öğrenmek istediğiniz bu değil mi?
- Bak! Erkek olsan şimdiye kadar seni çoktan konuşturmuş idim. Ben kibar olmaya çalıştıkça sen beni yormaya devam ediyorsun. Uğraştırma beni yoksa kendi yöntemlerimle konuşturmak zorunda kalacağım.
- Cinayet gününü mü anlatayım?
- En baştan!
Bir gün bir kadın aradı. İş yerindeydim, benimle çok önemli bir şey konuşmak istediğini ve eşimin haberinin olmaması gerektiğini söyledi. Önemsemedim tabi. Yani her arayanla görüşmeye kalksam. Ama bu tarz telefonlar da her gün almıyorsunuz neticede. Merak işte. Bir de kadın telefonda ağlıyordu. Numara yapıp yapmadığı konusunda emin olmadım gerçi ama dediğim gibi yani merakım kadınla buluşmama neden oldu.
Uzun süredir beni takip ediyormuş. Nerede çalışıyorum, oturuyorum, öğle yemeklerinde nereye giderim filan. Hemen iş yerinin yakınındaki mekanı söyledi. "Orada buluşabiliriz" dedi. Biraz ürktüm, söyleyeceklerini daha da merak ettim. Anlatacakları önemliydi besbelli ve benim canımı sıkacak şeylerdi. O yüzden öğle yemeğinin bunun için uygun bir zaman olmadığını söyledim. İş çıkışında aynı yerde buluştuk.
Mekana gittim, her zamanki yerimde oturdum, beklemeye başladım. Bir ara "ne yapıyorum ben" dedim. Tam kalkmaya hazırlanıyordum, bunun tatsız bir şaka olduğunu düşünmüştüm. Sonra zayıf, esmer bir kadının bana doğru yaklaştığını gördüm. Soluk bir suratı vardı. Böyle bembeyaz ama sarımsı da. Saçları omuzlarına geliyordu, kömür gibi simsiyahtı. Gözleri de öyle. Kadını gerçekten çok dikkatli incelemiştim. Anlatacaklarını bilmiyordum ama bu kadının yüzünü bir daha unutmak istemiyordum. "Merhaba" dedi, sonra göstermelik sarıldı. Öyle zayıftı ki ona sarılırken ellerime kemiklerinin battığını hissettim.
"Dinliyorum" dedim. Lafı uzatmak istemiyordum, buraya sohbet etmeye gelmemiştik. Çantasından çıkardığı sigarayı sardı önce. Bir nefes çekti, yüzüme baktı. Beni daha önceden gördüğünü düşünmeme rağmen sanki o da beni süzüyordu. Aynı benim onu incelediğim gibi. Gözleri doldu, içim acımıştı, neden bilmem. Sonra başladı anlatmaya...
- Güzel kadınmışsın. İlk defa bu kadar yakından görüyorum seni. Adım Cemre, kocanın intihar eden sevgilisinin ablasıyım. Bak, ben de senin kadar bu konuşmayı çok fazla uzatmak istemiyorum. Kardeşim, yaptığı hatanın bedelini acımasız bir şekilde ödedi zaten. Artık sıra sizde! Bunu sana "iyilik olsun" diye anlatmıyorum. Sen de acı çekmelisin, o puşt kocan da. Hayat garip değil mi? Sabah evden çıkıyorsun, akşam için planlar yapıyorsun, belki de bu akşam aile dostlarınızla yemek yiyecektiniz. Ya da kocanla kaçamak tatil yapacaktın. Sevişecektiniz veya. Ama kader işte. Ne umdun bak ne buluyorsun.
- Ne diyorsun sen ya? Şaka mı bu! Bu ne hadsizlik, saygısızlık. Kiminle konuştuğunun farkında değilsin galiba küçük hanım.
- Hey heyy. Yavaş yalnız. Geçen yıl depremde ailemi kaybettim. Ne evliyim ne de çocuğum var. Şu siktiri boktan hayata tutunmamın tek sebebi kız kardeşimdi. Onun da hayatını mahvettiniz. Sence kaybedecek bir şeyim var mı artık? Böyle insanlardan korkmalısın. Susacaksın ve beni dinleyeceksin. Rezilliğin alasını gösteririm yoksa tüm ailene. Nerede kalmıştık. He evet. Yıllardır çalışıyorum. Ailem hayattayken de çalışırdım. O zaman tezgahtarlık yapıyordum. Depremde kaybedince barda çalışmaya başladım. Hem parası iyi hem de ot filan masrafımı çıkartıyor. 27 yaşındayım, kardeşim 17 yaşındaydı. 17 ya lann, liseye gidiyordu daha. Konservatuvara girecekti. Şarkı söylemeyi çok severdi. Aşkın tanımı onun içim müzikti. Kocan olacak o adam, önce hayatını sonra hayallerini kararttı.
Nasıl tanıştıklarını hiçbir zaman öğrenemedim. Evden erken çıkıyor, geç saatte eve geliyordu. Aniden yaşam tarzının değiştiğini fark ettim. Önce dershaneye gidiyor diye sesimi çıkartmıyordum. Barda çalıştığım için sabaha karşı eve geliyordum. Fark etmem de zor oluyordu. Dikkat etmeye başladım, giyim tarzı da değişmeye başlamıştı. Değil o kıyafetlerin parasını vermek, onu satan mağazaların önünden bile geçemezdim. Bir gün bir baktım elinde son model bir cep telefonu. Sıçtım ağzına. Odasını dağıttım. İç çamaşırları, takılar. Dedim, "ne halt yiyorsun lan sen?" Bir iki tokat attım, ama göreceksin kalacak elimde. Ben vurdukça o da bana vuruyor. Saygılı kızdı da ailemi kaybedince hırçınlaşmaya başladı. Hani ergen diye ben de pek cevap vermiyordum. Ama bu durum! "Kızını dövmeyen dizini döver" lafıyla iyi bir dayak attım. Dedim, akıllanır artık.
O günden sonra hiçbir şey değişmedi. İşten bir hafta izin aldım. Başladım bunu takip etmeye. İlk gün tanıdığım, bildiğim insanlarla görüştü. Bir an dedim, "anladı mı acaba?" Ertesi gün işin kokusu çıktı. Seninkiyle lüks bir otelde buluştu bunlar. Tüm gece bekledim otelin önünde. Param da yok. Evde olsam yapı vereceğim bir tencere makarna da işte bir hafta izin aldım diye bizim patron para vermedi. O gece dedim, "ya açlıktan ya soğuktan gebereceksin bugün." Sabaha karşı çıktı bunlar. Bizimki bundan biraz para aldı, atladı taksiye eve geldi. Her şeyi anlattım buna. Suçlu ya çemkiremedi bu sefer. Ağladı, zırladı, 'seviyorum' dedi. "Adam 50 yaşında yahu neresini sevdin" dedim. Yok ağlıyor öyle karşımda. İnan dedim, "aklımı yitiriyorum galiba." Söz geçiremiyorsun ki, "yapma" desem, gidecek yine yapacak.
Kocanla konuşmayı düşündüm sonra. Sizin holdinginize gittim. Sekreterinden kim olduğumu duyar duymaz, kendimi kapının önünde buldum. Bu adama ulaşamayacaktım belli. O sırada aklıma senden başkası gelemezdi tabi. Sonra seni araştırmaya koyuldum. Aslında bu konuşmayı daha önceden yapacaktım. Kusura bakma artık. İntiharın verdiği şok, acısı, cenaze işleri derken sana anca zaman ayırabildim. Kız kardeşim, bir çocuğa aşık olmuş. Seninkinden ayrılmak istemiş. Peki sübyancı kocan ne demiş dersin? Bilgisayarındaki tüm video ve fotoğrafları aşık olduğu çocuğa gönderirmiş. Şerefsiz her boklarını kaydetmiş ondan habersiz. Benim yarım akıllı kardeşim de kocanı tehdit etmiş, "ben de karına anlatırım" diye. Nasıl boktan ilişkileriniz var bilmiyorum ama kocanın dediğine göre, parasından dolayı onu bırakamayacağını, "olan yine sana olur" dediğini biliyorum. Bunun üzerine kardeşim dediklerini onaylamış ve önce aşık olduğu çocuktan ayrılmış. Ardından bana mektup yazıp intihar etmiş.
- Mutlu musun?
- Ne? Anlamadım
- Öyle iştahla anlattın ki
- Mutlu filan değilim. Her şeyin bedeli vardır. Şimdi ister o sütü bozuk kocanı boşarsın, ister gebertirsin. Bunların sebebi senin kocandı, madem benim tek ailemi, kardeşimi öldürdü, şimdi sıra onda. Benden bu kadar. Merak etme bir daha beni görmeyeceksin. Sadece "herkesin, her şeyi bilmeye hakkı var" diye düşündüm.
İşte bu kadar. Olayın aslı bu memur bey. Bunları öğrendikten sonra kadın gitti. O sırada telefonum çaldı. Arayan eşimdi, akşam geç kalmamam gerektiğini eve iş arkadaşlarıyla eşlerini davet ettiğini söyledi. "Peki" dedim. O kadar soğukkanlıydım ki sanki bunun yapılması gerekiyormuş gibi. Evet, yapılan kötü bir şeydi ama çözümü cinayet değildi elbette. O sırada öyle düşünemiyorsunuz ama. Sanki seri katil gibi bu da "her zamanki cinayetlerimden" gibi bakıyordum olaya. Önce gidip bir silah satın aldım. Eve gittim, kapıyı çaldım. Hizmetçi kapıyı açtı. İçeri girdim, eşim oğlumla piyano başındaydı. Oğlum çalıyor, kocam sesiyle eşlik ediyordu. Bir an o kızı düşündüm. Belki de sadece şarkı söylemek değil bir alet de çalmak istiyordu. Onun hayalini mi yaşıyorduk şu an?
İşte "hayatımda bir karıncayı bile incitemem" dediğim karakterim, gözünü bile kırpmadan hem de oğlumun yanında kocasını delik deşik etti. Memur bey ne oluyor sonra biliyor musunuz. Sanki gerçek değilmiş gibi biraz önceki olanlar, gerçeğe dönüyorsunuz. Bir silaha bakıyorsunuz, bir yerde yatan adama. Sonra "ne yaptım ben?" sorusu ve ardından gelen, "ne yapacaksın, hayatını kararttın" cevabı. Sırasıyla herhalde bu işler. Önce onların ailesi dağıldı, sonra bizim. Hak yerini buldu mu şimdi? Giden gitti, günahlar işlendi, ölen öldü. Yaptığım şey, zamanı geri almadı. Yanlış, düzelmedi. Oysa ben öyle olacağını düşünmüştüm. Delice değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder