20 Mart 2013 Çarşamba

Benim suçum, 'susmak' oldu


'Çocukluğum' deyince aklıma hep okula başladığım gün geliyor. O ilk gün, ne kadar da gergindim. Hiç ailemden uzak bir günüm geçmemişti. Annem bana ben de anneme çok düşkündüm. Anneanneme ne zaman kalmaya gitsem muhakkak akşam yemeğinden sonra annemi arardım. O da zaten hazır beklerdi beni de, diyemezdi, "kalma" diye. Babama gelince ben değil ama o bana çok düşkündü. Bir babaya göre fazla düşkün! Babamı severdim, ama beni sevmesini hiç sevmedim. Bir baba olarak görevlerini yerine getiren biriydi. Görev derken, ne bileyim işte sabah işe gider, akşamına muhakkak evde olur, akşam yemeklerini hep birlikte geçiririz, pazarları ailecek gezmelere gideriz, annemi hiç üzmez hatta kavgalarına bile şahit olmamıştım. Maddi zorlukta hiç çekmedik. Annem ve babam çalışan insanlardı, tek çocukları da olduğu için olarak zorluk çekmiyorlardı. Zaten ailelerinin de durumu iyi olunca zorluk çekilecek bir hayatımız hiç olmadı.

Lüks bir yaşamımız yoktu. Annem ve babam, gelirlerinin bir kısmını bankaya, benim eğitimime yatırırlardı. Kendimize ait ev ya da arabamız yoktu. Daha çok günlük harcamalar yapıp hayattan zevk almaya bakardık. Annem, "evimiz, arabamız olsa ne olur olmasa ne olur. Biz günümüzü güzel yaşayalım, huzurumuz yerin de olsun da" derdi. Onların huzuru yerindeydi, ama benim değil! Tüm bu anlattıklarımdan sonra peki sorunum neydi benim? Neden 29 yaşına gelen bir kadın hala tutunamıyordu şu hayatta? Bu kadar güzel olan şeyin içinde ben ne bulmuştum da tüm hayatımı etkilemişti?

Nasıl kelimelere dökülür böyle bir şey bilemiyorum. 4-5 yaşlarımı hayal meyal hatırlıyorum. Ama 6 yaşımdan sonra artık bazı şeyleri idrak etmeye başlamıştım. Babam beni farklı seviyordu. "Nasıl?" dersen, annemi sever gibi işte. Önceleri anlayamadım, zaten küçücük çocuğum nereden anlayacağım. Televizyonda bir öpüşme sahnesi çıksa kanalı değiştirirdi annem. Babam bize karşı kötü değildi ama bana karşı sevgisi beni çok korkutuyordu. Tahsili iyi olduğundan benim de onun gibi olmamı istiyordu. Ödevlerim konusunda biraz sert biriydi. Annemin yanında bu konuda hep kızardı bana. Hatta annemle beraber olduğumuz zaman, "hiç öptüğünü görmedim" desem yerinde olur. Annem, öğretmen olmasının yanında boş zamanlarını üye olduğu derneklerde geçirirdi. Babamın işi ise, eve çok yakın olduğu için öğle yemeklerini evde yemeyi tercih ederdi. Ya da bana yakın olmak için...

Bir gün midemi üşüttüğüm için okula gidememiştim. Sürekli kusuyor, artık neredeyse konuşamıyordum. Zaten cılız bir çocuktum, en ufak üşütmede "bu sefer ölüyorum galiba" diyordum. Annem çalıştığı için bana göz kulak olsun diye anneannemi çağırmıştı. Ben de zaten öğlene doğru artık kendimi toparlamış hatta yemek yemeye bile başlamıştım. Babam, her zamanki gibi öğle yemeği için yine eve geldi. İş yerinden izin almış, tüm gününü benimle geçireceğinin müjdesini vermişti. (ne müjde ama) Anneannem, "eh madem öyle ben gidem kızanım" diyerek pamuk kollarıyla sarılmıştı bana. Olayı bu şekilde anlatırken, "kim bilir ne kadar korkmuşumdur" gibi düşünülebilir. Ama nedense hiç korkmuyordum. Biraz da emin olmamakla alakası vardı. Bu sefer uzak dururdu belki. Biliyor musun hiç durmadı. Ben sustum, o durmadı...

Anneme açıklamak istedim. "Anne babam beni çok seviyor" dedim bir gün. "Ne güzel işte" dedi, "Baba bu, sevmez mi kızını" O günden sonra dilim kesildi sanki. Annem eline bir bıçak alıp dilimi kesmişti. Aslında tam anlamıyla uymuyordu ama nedense hep o türküyü dinlemeye başlamıştım. Annemin hiç suçu yoktu halbuki. Kendi suskunluğumu ona yükledim. Hatalıydım, biliyordum. Hatamı birine yüklemem gerekirdi. Ve ben en son yüklenecek kişiye anneme yüklemiştim bu suçu.

Sonra başladım o türküyü söylemeye;

Arda boylarında kırmızı erik 
Halime'nin ardında on yedi belik 
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni 
Bu genç yaşta denizlere attın ya beni 

Aliverin feracemi annecim diksin 
O gıymatlı İsmail'e kendisi gitsin

Uyan uyan Ereceb'im senin olayım 
Ardalar aldı ya nerede bulayım 

Arda Boylarına ben kendim gittim 
Dalgalar vurdukça can teslim ettim 
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni 
Bu genç yasta denizlere attın ya beni 

Önce babama ardından elimde olmadan anneme düşman oldum. Sonra tüm insanlara... Üniversiteyi bilerek dışarıda okudum. Babam hiç istemedi tabi. Ama ne yapıp edip şehir dışına çıktım. Başarılı bir öğrenciydim, üniversite sınavında gayet basit soruları bilerek boş bırakmıştım. Çok az ailemin yanına gidip geldim. Gittiğimde de onlarla çok az vakit geçirmeye çalışıyordum. Bir şekilde bahane uydurup arkadaşlarımla görüşüyordum. Annem çok üzülürdü bu durumuma. Hatta bir şeyler kullandığımdan şüphe bile etmişti. Bir gün odamı karıştırırken buldum onu. Bilerek kavga çıkardım, bunun bahanesiyle eve uzun bir süre uğramadım.

4 yıllık eğitim hayatımdan sonra yurt dışı fikrini attım ortaya. Yüksek lisans, doktora diye uzattım süreyi. Şimdi 29 yaşındayım. Ne garip kendine yararı olmayan biri olarak psikolog oldum. Tecavüze, tacize uğrayan çocukları dinliyorum. Pedagog oldum yani. "Onları en iyi ben anlarım" mantığıyla bu işe giriştim. Evet, hislerine çok iyi tercüman oluyorum aslında. Ama bazen çok yıprandığımı fark ediyorum. Bu durum, geçmişimi unutturmuyor bir türlü. Zaten böyle bir geçmiş kolay kolay hafızandan silinmez. Lakin ben, her Allah'ın gününü bunu hatırlayarak geçiriyorum.

Şaşırtıcı gelecek belki de ama ne evlendim ne de sevgilim oldu. Sevemedim de hiç kimseyi. Ruhum, kalbim nasırlaştı. Bir arkadaşım aseksüel olduğumdan şüpheleniyor, hatta bana sorarsanız bence de öyle. Değil bir erkek, kadınların bile bana dokunmasına tahammül edemiyorum.Yazıhaneme gelen hastalarımla tokalaştıktan sonra hemen bir bahaneyle ellerimi yıkamaya gidiyorum. Bazen sinirlerim bozuluyor, defalarca yıkıyorum. Ağlıyorum, duş alıyorum, insanların kokusunu üstümden atamıyorum. Ne kadar yıkansam da bebek kokusunu vücudumda hissedemiyorum. O masumluğu tenim almıyor artık. Halbuki ben hiç büyüyememiştim ki.

Hayatınızda başınıza birçok olay gelir. Bazıları 'tesadüf', bazıları 'kader', bazıları ise 'şans' der buna. Ben hiçbir kelimeyi uygun bulamadım bu yaşadıklarıma. Ne olduysa, ne yaşadıysam hepsini ben kendim ettim. Kararlarımın sonuçlarını ağır bedellerle ödedim ve ödemeye devam ediyorum. Evet babamın bana yaşattıkları tabi ki de benim suçum değildi. Ama buna son vermek benim elimdeydi, annemi kaybetmemek benim elimdeydi, konuşmak benim elimdeydi. 

Benim suçum, "susmak" oldu. Yeni yeni konuşmayı öğrenmeye başladım. Önceleri pek alışamadım. Sandım ki konuşmak, her şeyi çözüyor. Öyle değilmiş. Yerinde, zamanında, doğru sözcükleri seçerek ve en önemlisi kalp kırmadan konuşmak, anlaşabilmenin anahtarıymış. Ben yeni öğrenmeye başladığım için bu konuda daha titiz davranmaya çalışıyorum. İnsan hatalarının bedelini görünce bir daha üzülmemek için daha dikkatli davranıyor. Şimdilik böyleyim. Daha sakin ama mutlu değil. Mutluğu bekliyorum, aşkı da... Ama insanlara bakıyorum. Aşk, eskiden filmlerde, şarkılardaydı. Şimdi filmler bile inandırıcı değil. Ben aşkı şiirlerde, şarkılarda, biraz kitaplarda yaşıyorum (aşk romanlarını pek sevmem). Acı çekmeden ama sakince...













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder