İşte yine yaz geldi. Benim mevsimim, kuşlar, böcekler değil tabi ki de. Kadınlar, mekanlar, müzik, eğlence. Seviyorum bu mevsimi ya. Hele akşamları. Bu yıl tatile gidemeyeceğime göre İstanbul çocuğu olarak akşamlar benimdir. Bazen düşünüyorum da çok mu kötü biriyim? Hayır. Ben asla kötü biri olmadım sadece kadınlara olan zaafıma bir türlü engel olamıyorum. Ne yapalım, Tanrı, kadınları ve içkileri yaratmasaydı o zaman. Hem yaratıyor hem 'günah' diyor. Sonra vay aman erkekler. Ayrıca bu zamana kadar hiçbir kadına ben gitmedim. Pek huyum değildir. Yakışıklı adamım ve hiç egomla baş etmedim, o hep vardı. Param da var, neden bir kadına ben gideyim ki?
Bazı zamanlar yaşım ilerledikçe, "lan evlense miydim" diyorum, sonra geçiyor. Evlilikten korktuğum kadar ölümden korkmamışımdır. Baba olma heveslisi de değilim pek. Çocukları değil, hayvanları severim ben. Evde beni her zaman bekleyen dünya güzeli bir Sibirya kurdum var. Tabi kadınlar çeşit çeşit. Arada onları da etkilemek adına "çocukları seviyormuş" gibi yaptığım zamanlar olmadı değil.
Evet ev telefonum çalıyor yine. Doğru ya bugün pazar ve bu saatte ancak annem arar. Her pazar aynı şey. Ben pazar günleri geç kalkan, önceki geceyi muhakkak bir mekanda sabaha kadar eğlenerek geçiren biriyken, annemin "bugün gelecek misin?" diye sormasına sinirleniyorum. Kadın yıllardır bu huyundan vazgeçmedi. Hiç de cep telefonumdan aramaz. Öğretemedim bir türlü bu aletin nasıl kullanılacağını. Sanırım annemi en son 6 ay önce gördüm. Babamın ölümünden 3 ay sonra evlenince haliyle yeni kocasına alışmam biraz zaman aldı. Hoş hala alışmış değilim ya neyse.
- Canım ben annen. Lütfen bu akşam gel artık. Sabah krep yaptım senin için gelirsin diye. Bak akşam sarma da yapacağım, bekliyorum.
Sanırım annem telesekretere bu cümlelerini kaydetmiş, her pazar yolluyor bana. Her hafta krep ve sarma yapamaz herhalde. Bana o kadar bayıldığını düşünmüyorum. İnsanların, bu annem de olsa vicdan azaplarını üzerimden temizlemelerine asla izin vermem. Herkes yaptığı kötülüğün cezasını çekmeli.
Neyse bu konuyu şu anda kafama takamayacağım. Vayy beee, yakışıklıyım ya. Artık çıkabilirim ve gün güzel bitmeli. Günlerimi elimden geldiğince güzel geçirmeye bakarım. Kötü başladıysa o gün mutlaka güzel biter ya da tam tersi. Off bu ne ya. Yaz aylarında bu yağmur da neyin nesi. Hava tahmin ettiğimden de daha kötüymüş. Yağışın bu denli artacağını bilseydim evden çıkmazdım hiç değilse.
Heyy heyyy. Allah kahretsin, lanet olsun. Tanrım çocuk, çocuğa çarptım. Hey, uyan, aç gözlerini. Allah'ım yardım et bana. Ambulans mı çağırsam, yok hayır o gelene kadar çocuk ölür. Ben evet kendim, bir dakika sakin. Hastane nerede en yakın. Of çocuk, nereden çıktın sen karşıma.
- Merhaba hastanın yakını siz misiniz?
- Hayır. Yani ben görmedim, birden öyle çıkınca karşıma. Hava çok kötüydü, ki alkol bile almamıştım. Onu fark ettiğimde çok geçti.
- Beyefendi biraz sakin olun öncelikle. Bu çocuğa arabayla çarptığınızı mı söylüyorsunuz?
- Evet ama bilerek değil
- Neden bilerek küçücük bir çocuğa çarpmış olasınız ki zaten. Polise haber vermem gerekiyor. Çocuk iyi birazdan kendine gelir. İfadesi alınır, sizin de tabi. Lütfen bekleyin
Güzel bitirdiğim günlerden farklı biraz bugün. Annemi arasam? Off sabah telefonuna cevap vermedim, 6 aydır yanıt vermiyorum zaten. İnsan, "duymadım da" diyemez ki.
- Ali bey siz misiniz?
- Ever memur bey benim
- Çocuğun ifadesini alamıyoruz. Sanırım sokakta araba camlarını silen çocuklardan. Elindeki beze ve cebindeki paralara bakınca başka bir şey aklımıza gelmedi. Hep mi böyleydi ya da kazanın etkisiyle mi oldu bilmiyorum fakat çocuk konuşamıyor.
- Anlamadım. Çocuk dilsiz mi yani?
- Sanırım evet.
- Eee ne olacak şimdi?
- Ailesini tespit edene kadar ilgili yetkililere teslim edeceğiz
- Aslında ben bakabilirim. Yani ailesi bulanana kadar bende kalabilir. En azından sıcak bir evde yaşar. Adresimi, telefonumu tüm bilgilerimi size verebilirim. Vakti geldiğinde çocuğu ailesine götürürsünüz.
Ne dedim ben? Ben ve çocuk bakmak! Ağzımdan çıkmasıyla pişman olmam bir oldu. Anneme benzediğimi düşünüyorum şu anda. Vicdanımı çocuğa bakarak temizlemeye çalışıyorum. Ağabeyimin çocuklarına bile tahammülüm yokken...Ağabeyimin çocukları dememden belli zaten. Hiçbir zaman 'yeğenlerim' diyemedim. Yıl dönümlerinde bile yana yakıla bende kalmasını istemişti de bir süre sonra ısrarına dayanamayıp suratına telefonu kapamıştım. 3 ay konuşmamıştı benimle.
Evet gidiyoruz. Şimdi arabadayım ve arkada bir çocuk, 7 yaşlarında. Konuşabilse öğreneceğim adını, yaşını ama... Bir an arabayı süremeyeceğimi düşünmüştüm. Allah'tan saçma sapan yaşadığım olayın böyle bir etkisi olmadı. Evet çocuk, geldik. Konuşamıyorsun ama beni duyabiliyorsun. Öyle söylediler. Arada dediklerime kafanı salla ya da ne bileyim işaret filan çak. Ailen ne zaman bulunur bilemiyorum ama senin için iş yerinden izin aldım. Biraz beraber takılacağız.
Tam 3 ay birlikte yaşadık bu veletle. İnsan hiç kendini bu yaşına kadar tanıyamaz mı? Ben tanımamışım. 35 yaşındayım ve kendimi hiç tanıyamamışım. "Hayatım bir yalanmış" gibi saçma klasik laflar etmek istemiyorum. Eğer bir gün değişirsem ve 'aşk' diye bir şey varsa, bir kadın beni değiştirir diye düşünüyordum. Öyle olmadı, bir çocuk değiştirdi beni. Önce pek kabullenmiş olmasam da zamanla ben de onunla beraber çocuk oldum. Birlikte çizgi film izledik, evde futbol oynayıp, koleksiyonum olan minik Marilyn Monroe heykellerini kırdık. Ki benim için çok önemli olmasına rağmen kahkaha attığımızı hatırlıyorum.
Annemle barıştım. Bu olaydan haliyle haberi oldu ve ilk başlarda zorlandığım için biraz çıkarcılık olacak ama yardım almıştım. Sürekli bize gelip yemek yapıyordu. İlk başlarda pek konuşmadım sonra "bana da öğretir misin?" dediğimde, yüzüme bakıp gülümsedi. -eskisi gibi- Her kadın değişir ama insanın annesi hiç değişmez. 6 yaşında ilk okula başladığım gün de aynen böyle gülümsemişti. "Kocaman bir çocuk oldun sen, akşama yine görüşeceğiz. Ama büyümen için kendi başına yaşamayı öğrenmelisin" demişti, yine aynı tebessümle yüzümü okşayarak. Bu sefer yüzümü okşamamıştı ama aynı gözlerle, "elbette" dedi. Öyle sarıldım ki o an, sanırım canını yakmış olabilirim. Ağlayabildiğimi öğrendim, büyüyünce insanın ağlamayı unuttuğunu düşünüyordum. Belki annemin 'tek başına yaşama' nasihatını biraz abarttım hatta vefasızlık yapıp, hiç aramamış olabilirim. Oysa o hep beklemiş aramamı, affetmeyi ancak bir anne beklerdi herhalde.
Bir gün bu küçük yakışıklı delikanlıyla (bazen babası olduğunu düşünüp, "bana çekmiş hayta" dediğim de oldu) sahilde gezintiye çıktık. Nasıl oldu bilmiyorum ama yiyecek bir şeyler alacağım sırada yanımda olmadığını fark ettim. Aklımı kaybettiğimi düşündüm o an. Bir çocuğa sahip çıkamayan zavallı diye hakaretler yağdırıp koştururken, baktım bizim minik delikanlı bir kadının yanında derdini anlatmaya çalışıyor garibim.
İnanılacak gibi değildi. Başkasına anlatsam delirdiğimi düşünürdü sanırım. Onu görür görmez aynen şöyle dedim: Marilyn Monroe ölmemiş. Evet tam karşımdaydı. Başka zaman olsa hemen tanışırdım, hiç kaçarı olmazdı. Ama nedense bu çocuk bende "babalık" sorumluğunu üstlenmeme neden oluyordu. Sanki önce tanışıp, ardından da zamanla tanıyıp öyle hayatıma sokmalıydım bu kadını. Bir de kendimi, "güzel olduğuna göre kesin aptaldır" lafına inandırmıştım. Birlikte olduğum kadınların pek zeki olduğu söylenemezdi. Ya da zeki idiler belki de. Ben pek sohbet etmediğim için tanıma fırsatım olmadı hiçbirini.
Tanrım ne kadar güzel. Zaten kısa saçlı kadınlar benim için bir adım öndedir her zaman. Hele de sarışınsa aklımı yitirme sebebim.
- Merhaba
- Selam. Oğlunuz mu?
- Ah sayılır, uzun hikaye
- Hımm. Çekingen sanırım, konuşmayı sevmeyen biri galiba.
- Yok hayır. Konuşmamıyor ama geçici
- Anladım. Ben Berrin bu arada
- Ah evet. Ben de Ali. Adın güzelmiş
- Teşekkürler, ben gideyim o zaman size iyi günler
- Aslında birlikte yürüyebiliriz. Yani eşlik edebiliriz sana
- Ben aslında spor yapıyorum, koşuyorum malum kıyafetlerimden anlamışsınızdır
- Evet gayet net. Birlikte koşalım o zaman. Biz de spor yapmış oluruz
Bütün gün birlikteydik. Gerçekten de koştuk desem? Ve o gün Efe konuştu, evet adı Efe imiş. Berrin, benden çok hoşlanmış ama evli olduğumu düşündüğünden ilk başlarda çekinmiş. Daha sonra olayı anlatınca rahatladığını hissettim. O günden sonra Berrin ve ben hiç ayrılmadık. 5 yıl oldu sanırım evliyiz. "Sanırım" dediğimi duysa kesin kavga ederiz. Ne yapayım bir öğrenemedim şu seneleri. Ama iyi ki hayatımda, iyi ki tanıdım. Efe, bu sürecin en güzel ama aynı zamanda da en hüzün verici tarafı. Ailesi nihayet bulundu. Konuşmaya başlayınca anlattı, zaten arıyorlardı. Hala geliyor bize, benim gibi değil, o vefalı çıktı (babasına çekmedi yani) Bir de küçük kızımız oldu. Efe'yi ona verebilirim. Böyle planlarım var ileriye dönük.
35'imde bir çocuk tanıdım, bir kaza sonrası. Sonra kendimi tanıdım, ardından annemi hatırladım. Sonra da kadınımı tanıdım. Bilmem ki kader midir, tesadüf müdür yoksa şans mıdır? O kazanın ardından, başıma ne gelirse gelsin önce sakin olup sonra gülümsemeyi öğrendim. Hayatımı artık daha kolay yaşıyorum. Yaşamak aslında o kadar da zor değilmiş, ben bunu fark ettim. Her şeyi fırsata dönüştürme konusundaki çıkarcı tavırlarımızı keşke bu tarz olaylar içinde kullansak. Kim bilir, kimler ne insanlar aslında. Ya biz acıyı seviyoruz, mutlu olmak istemiyoruz ya da iyi olmanın vereceği sorumluluğu kaldıramıyoruz. Veyahut fırsatları göremeyecek kadar körleştik de farkında değiliz.