8 Şubat 2013 Cuma

Kıskanmak

Kıskanmak, "hırs, yalan, bencillik" kadar antipati duyduğum bir kavram. Ölümcül bir hastalığın ilk teşhisi gibi. Zamanla kontrol edilemediği taktirde fesatlık, kibir derken aşama aşama seni yaşarken öldüren bir azap. Pek çok filmde de kıyısından köşesinden yer verilmiştir bu duyguya. Cinsiyet ayrımcılığı yapmak hiç istemem özellikle de bir kadın olarak lakin kadınlar arasında daha üst düzeyde yaşandığını söyleyebilirim. Neticede karakter meselesi elbet. Bu anlamda Zeki Demirkubuz, "Kıskanmak" filmiyle gayet güzel yansıtmıştır. Özellikle de kıskanmanın sinsice yapıldığına iyi bir örnektir. İlk başlarda sinsicedir fakat belli zaman sonra kendini tanıyamayacak düzeye gelindiğinde artık fark edilmeye başlar. Fakat Demirkubuz, bunu biraz daha "güzel kadın", "çirkin kadın" olarak lanse etmiştir. Kıskançlık, bir tek kendini güzellikte gösteren bir şey değildir.

Bir arkadaşımla sohbet ederken iş yaşamı konusunda birkaç soru sormuştum. Benden daha tecrübeli olduğu için, "Kurumsal yerler mi yoksa küçük iş yerlerinde mi daha iyi tecrübe ediniriz?" şeklindeki soruma ilginç bir yanıt vermişti. Tecrübeli ve kendini de mesleki anlamda geliştirmesine rağmen küçük bir yerde tek başına çalışıyordu. Malum aldığı ücrette pek yüksek sayılmazdı. Bana "kurumsal yerler kalabalıktır, öyle dedikodular, kıskançlıklar döner ki gerçekten midem bulanmıştı, dayanamadım çıktım" dedi. Şaşırmıştım, sadece özel yaşamda değil artık her yerdeydi bu duygu. Karı koca arasında, arkadaşlıklarda, dostluklarda hatta annenin kızını kıskanmasına dahi şahit olduğumu hatırlıyorum. Düşünebiliyor musunuz, kızının genç ve güzel olmasının bir annede "kıskançlık" hissine neden olabileceğini? Bu kadarını ben de algılayamıyorum açıkçası. 

Bu öyle bir duygu ki öğrenme isteğinin önünde bile engel yaratabilir. Evet, doğru! Şöyle düşünün; yeni bir işe girdiniz, çok istekli ve öğrenmeye çok meraklısınız. Amanın! Rakip mi geliyor! Başarı ve güzellik her zaman kıskançlığın en büyük düşmanıdır. İkisine de sahipseniz size kolay gelsin. Hayat yeterince zorken daha da zor hale gelecektir. Bak ne demiş: "Yer yüzündesin, bunun bir tedavisi yok" (Samuel Beckett). Ve bu yer- yüzünde insanlarla yaşamak zorundasın. Hiç bir insan birbirine benzemez. Hele sana hiç benzemez. İster iyi ol ister kötü, senden daha iyileriyle karşılaşabileceğin gibi şaşırtıcı zenginliğe sahip kötüleri de göreceksin. "Yok ben katlanamam, üstesinden gelemem" diyorsan, kendini herkesten soyutlayıp git bir adada yaşa. Ben beceremem şahsen. Bunu becerebilmenin de marifet olduğunu düşünemem. Bu cesaretsizliktir, korkaklıktır. Sen kendinden korkma yeter, başkaları sana zarar veremez. En kötü, ufak cinnet anları yaşarsın ama geçicidir. Kıskanmak ve benzeri tehlikeli duyguları, hayattaki güzel şeylerle kıyaslarsak sanırım yenik düşerler. Hem kıskanılmanın, başarı göstergesi olduğu kabul edilir. Bu hayatta gereksiz değilsin, fena mı? 

Neydi Cengiz Aytmatov'un lafı?: Sen kendini biliyorsan kendini bilmezlerin söyledikleri anlamsızdır. Unutma gereksiz eleştiri, sadece gizli hayranlıktır... İnsan seçimlerine dikkat et, doğru insanları hayatına sokmaya çalış.  

İnsanın aklı bazen kendine yetmez, ister ki birine danışsın. Her zaman kendin hakkında doğru karar veremezsin. Bazen sen senin en büyük düşmanı olursun, hiç yoktan. İşte o anlarda seni kurtaracak birileri olmalı. Yalnızlık da güzel hatta çok güzel. Ama ilelebet değil...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder