22 Şubat 2013 Cuma

Dansöz


"Umut, güzel şey" derdi bir arkadaşım. Ağızdan hiç düşürmezdi bu lafı. "Başka türlü yaşayamam ki ben" derdi. Haklıydı... Nasıl yaşayabilirdik ki başka türlü. Benim hayatımda "başka" hiç olmadı. Ne olacağım belliydi, o da oldum zaten. Eskiden hem hayallerim hem umutlarım vardı. Şimdi sadece umudum kaldı. Hayal kurmak da güzel tabii ancak benim hayallerim bana üzüntüden başka bir şey getirmedi. Ve bir sabah uyandığımda, "artık hayal kurmak yok" dedim. O gün bugündür "hayal nedir" bilmem. 

17 yaşındaydım sanırım, o kadar uzun zaman oldu ki. 35 yaşındayım artık, kadın olmanın en güzel ama son dönemi derler bu yaşlar için. Bu yaşlarda asıl kadın, kadın olurmuş. Ama 35'ten sonra artık az çok kendini sinsi sinsi belli eden çizgiler daha bir açığa çıkarmış. Nitekim öyle de olmaya başladı. Göbeğim bile biraz ayvalıktan çıktı sanki. 

"Hayal" dedim, doğru tek hayalim dans etmekti. Bir dans okulum olsun istiyordum. Yaşıtlarım ya çizgi film seyreder, ya ders çalışır ya da sokakta oyun oynarken ben hep müziği sonuna kadar açıp, dans ederdim. Bereket annem çalışıyordu da bütün gün tepinebiliyordum. Küçük olduğumdan herhalde o zamanlar çok inandırmışım kendimi dans okulu açacağıma. İnsanın aklı bir karış havada olunca saçmalar, benim de öyleydi. Büyüdükçe anlıyor insan saçmalamanın nelere sebep olacağını. Kimse de demedi ki bana, "eh be kızım senin hayal neyine." Kimse bir şey demeyince ben de yaptığımı doğru sanmışım. Şimdi ki gibi dediğim dedik değilim elbet, daha söz dinlerdim. Çocuksun ya korunmasızsın ya insan başkalarını dinliyor.

Dans mı? Dansa ne mi oldu? Oldu aslında. Şu anda hayallerimdeki gibi bir görüntü olmasa da dans ediyorum.  Bunu ben seçtim esasında. Ya hayat kadını olacaktım ya da dansöz. Ben de dansöz oldum. He hayat kadınlarından çok farklı mıyım? Pek sayılmaz. Kısmen aynı şeyleri ben de yapıyorum. Dansözlük televizyonlardaki gibi çok para getiren bir meslek değil. Hele de benim gibi uyduruk bir pavyonda sadece sarhoş eğlendirmek için yapılıyorsa. Öyle para saçmalar filan yok. Anca işte işini göreceksin ki para kazanasın. 

Bu hayata dans etmeden katlanamazdım, o yüzden dansöz olmayı ben seçtim. Dans edince zihnimdeki tüm kötülükleri boşaltıyordum. Sanki başka yerde başka zamandayım. Dönüyorum, dönüyorum. Döndükçe unutuyorum. Gariptir, "hayal kurmuyorum" dedim ama o zaman beynimde hayaller canlanıyor. Hayalden çok geçmiş... Ama geçmiş olduğu gibi değil, biraz kendimce oynuyorum üstünde.

Aslında herkesin hikayesi gibi başlamıştı benim de ilk kalp kırıklığım. Her şey, "çok iyi birine benziyor" cümlesiyle başladı. Çok iyi birine benziyordu, üzülmezdim, "kalbim kırılmazdı hiç" diye düşünüyordum. Bilmem ki nedendir, şarkılar mı dersiniz, şiirler mi, kitaplar mı yoksa filmler mi? Hiç üzülmeyeceğimi düşünmedim. Bir üst sokağımızda oturuyordu Rüştü. Rüştü ağabeyimdi eskiden sonra askere gitti geldi, Rüştü oldu birden bire. Allah'ı var, jilet gibi çocuktu. Hani bir baksan gözün arkada kalır, bir daha bakmak isterdin. Aşık olmayan neredeyse yok gibiydi Rüştü'ye. Bir kere baktı bana, dedim, "ölüyorum herhalde." Ne bileyim hiç kimse öyle bakmamıştı ki bana. Ya da baktı da ben fark edemedim. 

Bir gün halimi hatırımı sordu, başka bir gün "görüşelim mi?" dedi. Sonra baktım sevgili olmuşuz. Zaman işte, ilerledikçe seni de değiştiriyor. Zamanla değişiyor insanlar. Ben de değiştim tabii ama Rüştü kadar insafsız olmamışımdır herhalde. Kavgalarımız öyle gürültülü olmaya başlamıştı ki bir süre sonra kendi çığlıklarımızı duyamaz olmuştuk. Alkolü de çok abartmaya başlamıştı. Eskiden de içerdi hatta ben de içerdim. Birlikte kurduk mu rakı soframızı. Sofra derken de hani çok bir şey olmazdı. Ben peynirsiz içemezdim meredi, o da kavunsuz. Müzeyyen Senar da açtık mı, değmeyin keyfimize. Ama işte dedim ya, hayat zorluğu mu kim bilir benden mi sıkılmıştı ama tanıyamaz olmuştum zamanla onu. 

Bir akşam yine zil zurna eve geldi. Bu arada evli filan değildik. "Kaçalım" dedi bir gün, "evleniriz sonradan"
Kaçma kısmı hemen gerçekleşti de hiç nikah masasına oturtamadım onu. Çok bir şey değil aslında gelinlik, giymesem de olurdu da. Allah biliyor ya hala ne zaman gelinlik satan bir mağazanın önünden geçsem öyle bakarım. Gençliğime yanarım, hayallerime yanarım. Neyse geldi işte bu eve, nasıl vuruyor kapıya. Alacaklılar da hiç gelmedi değil evimize, onlar bile böyle kırarcasına vurmadılar kapıya. Gece saatin 3'ü, açtım kapıyı. "Yürü" dedi, "gidiyoruz." Dedim, "nereye?" Bir tane tokadını yedim en can yakıcısından. Can değil de kalp yandı. Herhalde her zaman buraya geliyordu. Bir pavyona götürdü beni. Ortalık sigara dumanından görülmüyordu. 

"Para yok" dedi, "eee?" dedim. "Geçinmemiz için şart." Hala anlayamamıştım ki. Sonra anlattılar, daha doğrusu ben yaşayarak anladım. Bilmem kaç kere tecavüz ettiler, kaç kere durun, yapmayın dedim. İnsanlar görmek istediklerini görürlermiş ya işte o anda da duymak istediklerini de duyarlarmış diyebilirim. Sanki ben bağırmıyordum, yalvarmıyordum. Belliydi artık hayat kadını da olmuştum. 

Pavyon, bir aralar iflasın eşiğine geldi, benim işime gelirdi de. Sanki nedeni benmişim gibi ne zaman o günkü hasılatı az getirsem, Rüştü'den dayak yiyordum. İlk başta öldür de kurtulayım diyorsun, cesaretli de oluyorsun. "Dayak filan vız gelir, hayatta bu işi yaptıramazsın bana" diyorsun da. Can bu ya, artık hareket edemez olmuştum. Nereme dokunsam oram sızlıyordu. Yani pavyonun kapanması benim için pek de iyi sayılmayacaktı. Ben de, "fırsat verin, dansözlük yapayım" dedim. Başta bayağı eğlendirdim, güldüler dediklerime. Allah'tan bazı duygularım bazı anlarda kendini gösteriyordu. İnadım tuttu, dedim, "izin veriyor musunuz, yoksa batacak mısınız?" Bir etkilendiler o 'emin' tavrımdan. 

Bir zaman sonra saymayı bıraktığımdan kaç yıl oldu bilmiyorum bu mesleği yapalı. Bazılarına göre orospuluk bazılarına göre ahlaksızlık belki de ama ben 'mesleğim' diyorum. Seviyordum aslında işimi. Sevmeden olmaz ki. Zulüm olur yoksa hayat sana. Derler ya; "ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin"

Bu mesleğe alıştıktan sonra Rüştü'ye de zamanla alıştım, beni sevmediğini artık anladım. Belki de seviyordu kendince. Ölümü ne gariptir ki beni kıskandığından oldu. Bir gece işim bittikten sonra birlikte çıkmaya hazırlanıyorduk. O gün yıldönümümüzdü, işte haspam kutlayacakmış, tutturdu "seni çok güzel bir yere götüreceğim" diye. "İyi" dedik, gittik. O gece çok başka başkaydı Rüştü, ne yalan söyleyeyim sanki bir kez daha aşık oluyordum o gece ona. Güzel bir elbise de almış bana, böyle fiyakalı da bir yerdi gittiğimiz mekan. Kimse demez bu kadın 'dansöz' diye. Ama hatırlattılar, bilenler varmış.

Yan masada oturan bir grup laf attı bize. Benim ne işim varmış orada. İlk başta çıkartamadım ama bildim sonra. Sürekli müşterilerimizdi masadakiler. Derken kavga kıyamet, bıçakladılar Rüştüyü. Orada öldü zaten ben de 1- 2 ay devam ettim işime. Sonra beni de kovdular. Uzun süre bunalıma girdim, evde oturmak pek yaramadı bana. Uzun yıllar pavyondu, alkoldü, gece hayatıydı derken, bünyem zayıf düşmüş. Doktorları oldu olası sevmem ama artık bazı belirtiler kendini göstermeye başlayınca el mahkum gittik. Kanser miymiş neymiş bir şeyler söyledi ama aklımda 'öleceğim' kaldı.

Pek kitap okumayı beceremem ama aşk romanlarına bir başka hayranlığım vardır. Yaşayamamışık ya böyle okurdum kendimce. Bazı süslü kelimeleri anlamazdım, bizim mahallede -bir o çıktı zaten- gazetecilik okuyan bir kızımız vardı, gider ona sorardım. O da pek bir hevesli yazmaya, çizmeye. Bir gün dedi bana, "senin hayatını yazalım." Bir kahkaha atmışım ki bak hala gülüyorum. Dedim, "ayol kim ne yapsın benim hayatımı." Baktım pek istekli, hevesli dedim, 'kırmayayım.' Bana "bir yazı yaz" dedi. Dedim, "nasıl yazı? ne yazacağım ki?", "bak kitabı bana yazdırmayacaksın değil mi?" Bu sefer o güldü halime. "Yok" dedi, "yazdırmayacağım ama anlat kısaca." 

Şimdi her gün gelecekmiş yanıma, neler yaşadığımı tek tek anlatacağım -ölmeden-. Nasıl bir kitap olacak bilemiyorum ama ölümü beklemek hiç bu kadar güzel olmamıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder