Onu ilk gördüğümde tüm zamanların durduğunu hissetmiştim. Konuşamıyordum, dilim tutulmuş gibiydi. Ay tutulması, güneş tutulması... izledim durdum da bu zamana kadar nasıl bir şeymiş işte ben o gün anladım.
İlk anlatamadık tabii. Nasıl anlatılır bilmezdim böyle duygular. Oysa ne çok roman, şiir okumuştum. Hepsi de ezberimde ha. Yeminlen bak sen de ben sana satır satır dizeyim hepsini. Ama hiç diyemedim ona bu dizeleri. Ben de şiir yazdım ki ona. Üf ne biçim hem de.
Saçındaki tek beyaz telinden başladım ayak uçlarına kadar onu anlattım, sayfalarca... Evet bunları da diyemedim. Sonra bir gün erkek kardeşim heyecanlı heyecanlı yanıma geldi. Ne tesadüftür ki ben yine sana söylemediklerimi yazıyordum. Aşık olmuş bizim sıpa. Kime olacak sana tabi ki de. Senden güzel kız mı var bizim mahallede. Ses etmedim, edemedim. Kardeşim lan o benim. Ciğerim benim o.
Ciğer nedir sen bilir misin? Ha sen sevmişsin o ciğerim dediğin insan. Ciğerin ise eğer, onun mutluluğundan başka bir şey isteyemezsin. Kötülük edecek elin çıt diye kırılıverir. Durduk yere kırılır anlayamazsın. Önce kader dersin, sonra biraz düşününce öfken de geçince... Öfken geçince düşünmeye başlar insan çünkü. "Kibirime kapıldım, mutsuz olsun istedim. Kader diyemem ben kendim ettim."
Önce gözlerim yaşardı hafiften. "Ne mutlu oğlum sana. Desene dünya sana bir başka güzel şimdi." Öyle içten güldü ki, sanırım bu sefer mutluluktan gözlerim yaşarıyordu. Çok zaman geçmeden istedik Nuray'ı. Gelin ettik evimize. Anne baba yoktu zaten. İsteselerdi kredi çeker yine de bir ev alırdım onlara. İkisi de okuyordu, ev alacak paraları yoktu.
Üniversiteyi bitirmelerine iki yılı daha vardı ikisinin de. O iki yıl aynı evin içinde... Nasıl desem... "Ben böyle ızdırap görmedim" yazsam ağır olur, evin içerisinde iki mutlu insan... Hani mevsimi gelmiş de karpuz yermiş gibiydim. Bazen de aşırısından biraz az mutluydum. Karmakarışık en uygun tanımlaması galiba.
İki yıl sonra mezun oldular. İkisi de bayağı uzun bir süre iş bulamadı. En sonunda işe girdiler ama aldıkları maaş kendilerine zor yetiyordu. Allah'tan ev kendimize aitti. Ben de dergilere, sitelere gönderdiğim yazılarla kendime yetiyordum. Sonra Nuray hamile kaldı. Aşık olduğum kadının kardeşimden çocuğu olacaktı, amca oluyordum. Ne mutlu bana! Çocuk evin neşesidir derler ama bizde durum tam aksi oldu. Para, para, para! Yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor!
Her gün kavga ediyorlardı. Aralarına girmemeye çalışıyordum. Anne baba kavgasından etkilenen 6 yaşındaki çocuk kadar mutsuzdum. Bazen kendimi resim yaparken buluyorum (ki hiç beceremem). Nuray ofisindeki patronuyla yatıp kalkıyormuş meğer.
Adamı önce karısından boşattı sonra da bizim oğlanı boşadı. Erkek kardeşim bir daha hiç eskisi gibi olmadı. En son karpuz yerken güldüğünü gördüm (zar zor). Kendimi paraladım, güleceğini bilsem palyaço kostümünü giyip sessiz sinema bile çekerdim onun için. Ama yok yok yok.
Cuma namazından döndüm, kapı aralıktı. O an anlamıştım. Bir evin kapısı aralıksa ya ne istediğini bilmeyen evin sahibi olmayacak bir iş yapmıştır ya da hırsız girmiştir. Bizde de çalınacak bir şey olmadığına göre geriye diğer ihtimal geliyordu. Koşa koşa odasına gittim, yoktu. Banyonun kapısını açtım bir hışım.
Eski püskü küvetin içi kıpkırmızıydı. Evden çıkar çıkmaz kıymıştı kendine belli. Dibe çökmüştü vücudu, kahverengi saçları hafiften küvetin başında kalmıştı. Yanına çöktüm, tuttum onu çıkardım. Kafası göğsümde ben ağladım, o sustu. Ben yine ağladım o yine susmaya devam etti.
Demek benden daha çok sevmişti Nuray'ı. Ben biliyordum ama benden çok sevdiğini. "Değer miydi be" diyecek oldum, belli ki değmişti. Onsuz yaşayamayacağını düşündükçe beynini kemiriyor ise insan nasıl mantıklı düşünsün. Dünyanın en kolay şeyidir adı gibi kolayına kaçmak. İntihar hayattan kaçmanın en kolay yoludur ve bunu en düşüncesiz anında yaparsın. O anı yakalarsan biraz da cesaretin varsa yaparsın işte.
Benim aklıma şey takıldı ama... Benden de mi çok sevdin lan Nuray'ı. Oysa ben en çok seni sevmiştim bu dünyada. Dünya bir yana ciğerim bir yanaydı. Senin için durum pek öyle değilmiş anlaşılan. Yaşasaydın bunları duysaydın, "Ağabey ne alakası var şimdi" derdin kesin. Ben alışığım gerçi, herkesi en çok ben sevmeye. Vallahi var ya yaşasan, hani ölmemiş olsan Kuran çarpsın yüzüne vurmazdım. Ses etmezdim yine.
Hiçbir şeye ses etmiyorum zaten. Sen her şeye tepki olarak doğmuştun ben susmak için. Ben daha ilkokulda iken annemler uyanmasın diye sessiz sessiz giyinip kahvaltımı yapar, kapıyı yavaşça kapatırdım. Banyoda giyinirdim duymasınlar fermuarın sesini diye. Sen ise uyansınlar diye dolapları hızlı hızlı kapatırdın.
Ben üniversitede bile en arkada oturur, aralarda kulaklığımı takar müzik dinlerdim. Senin de üye olmadığın dernek, organizasyon kalmamıştı. Her gün yeni bir şeyle gelirdin eve. Sonra "Avukat olacağım" ben diye çıka geldin bir gün. Ben de yazmayı seçtim, hep sessizlikten yanaydım. İnsanlarla konuşmadan yapılabilecek en güzel işi seçmiştim.
Hep gurur duydum seninle. İntihar ettin ya, ben yine gurur duydum seninle. Cesaretin için... Ben böyle şeylere hiç cesaret edemedim. Aklıma geldi de yapadım ne bileyim. Ama en büyük cesaretin her şeye rağmen 'yaşamak' olduğunu sana hiç diyememişim. Çok üzgünüm. Anlaşılan sana da anlatmamışlar ya da sen öğrenmek istememişsin. Doğrudur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder