Bu sabah yan komşumuz İbrahim ağabeyin sesi ile güne uyandım. Uzun süredir sesini duymuyordum. İbrahim ağabey, 40 yaşlarında kel, göbekli, yeşil gözlü bir amcamız aslında. Görünüşü yıllarında rakıcısı gibi duruyor - satan değil içen anlamında-. Ki gerçekten de öyle. Ölen karısından iki kız evladı var. Çok kilolu bir karısı vardı.
Bir gece yemeği fazla abartmış, kalpten göçtü gitti. Karısı çok severdi. Yani biz öyle görüyorduk. Onunla evlendikten sonra balkonda rakı içmez oldu. Adı Nuray'dı. Nuray abla öldükten 3 ay sonra başka kadınla evlendi. Herkes dedikodusunu yaptı İbrahim ağabeyin. "Daha yeni öldü" dediler, yeni karısı hiç evlenmemişti.
"Kız oğlan kız nasıl iki çocuklu adamı aldı" dediler. Artık nereden biliyorlarsa bakire olduğunu. Üstelik İbrahim'in parası da yokmuş. Uzun bir süre mahalle bu sorulara cevap aradı durdu. Ta ki yeni karısından da boşanana kadar.
Bu sabaha gelirsek iki kızı da çok güzel İbrahim ağabeyin. Biri sarışın masmavi gözlü diğeri esmer kıvırcık böyle melezlere benziyor. Az fenalar sanki, pek cilveliler. İbrahim ağabeyin her gün onlara küfür ede ede güne başlardı. Haliyle biz de.
Göbeği açık bluzla nasıl evden çıkarmış, o saçlar neden kırmızıya boyanmış idi bugünün kavgası. Zaten ikinci karısından da sarışın olana oje sürdü diye ayrılmıştı İbrahim ağabey. Nasıl sürermiş, daha çocukmuş o. Kadın da ne var filan derken tartışma "sen onların annesi değilsin"e gelince kıyamet koptu tabii.
Ben de hazır erken uyanmışken işsizlik maaşımı almaya gideyim dedim. Bir hafta oldu yatalı sanki hiç paraya ihtiyacım yokmuş gibi evden çıkamadım bir türlü. Maaşı çektikten sonra Balat'a gittim. Denizin kıyısında şöyle güzel bir keyif yaptım. Yalnızlık güzel şey ya deyip kendimi kandırmayı da ihmal etmedim.
Aslında çok da kandırmak sayılmaz. Gerçekten bazen dünyanın en keyif verici hali olabiliyor. Kafamı çevirdim, oyun parkının yanında İbrahim ağabey de tıpkı benim gibi birasını almış denizi seyrediyordu. Şaşırdım balkondan denizi seyre terfi etmişti demek. Mahalleden pek çıkan bir insan değildi neticede. Her gün birini görmeniz gerekirse bu kesinlikle İbrahim ağabey olurdu. Kimsesiz gibiydi acıdım haline, yanına iliştim.
- Müsade var mı?
- O Ayhan, gel gel olmaz mı. Nasılsın bakalım. Bu aralar çok görüyorum seni. Hayırdır işten filan mı çıktın?
- O kadar belli oluyor mu yahu?
- Tecrübe diyelim. Malum senelerin işsizi var karşında.
- Doğru ayrıldık. Beceremedik. Allah'tan işsizlik maaşı var da anneme el açmıyorum. Dokunuyor insana biliyon mu. Zaten pek de harcamıyorum. İnsan çalışırken daha çok harcıyor.
- Eee tabii. Bir kere her gün işe gitmek için bile para ödüyorsun. Neyse ki kira, fatura derdin yok. Annen ile yaşamak çok iyi.
- İşte bazen. Sen iyisin inşallah. Canın sıkkın gibi geldi. Ondan yanına geleyim dedim.
- Halime mi acıdın? Doğru acınacak bir halim var.
- Yok onu demek istemedim. Ne acıması. Yalnızca moralin bozuk gibiydi. Belki bana öyle gelmiştir.
- Bu ara garip bir deneyim yaşıyorum Ayhan. Bak şu çocuğa. Daha varsın olsun 12-13 yaşında. Nasıl iki büklüm topallaya topallaya simit satıyor. Demin ben de annemin emekli parasını çektim. Postaneye bir adam geldi. Görsen ufacık, öyle yaşlı ki. Bir de kireçlenme mi diyorlar artık bilemiyorum.
Kamburu çıkmış. Kimliği elinde görevli arıyor da boyu, memurun masasına yetmiyor. Herkes adama nasıl bakıyor, nasıl acıyorlar. Fısır fısır "Allah'ım sana şükürler olsun" laflarını duyuyorum. Bir iğrendim, sıram gelmeden gittim. Bu millet delirmiş. İnsanlar başkalarına acıyarak hayata tutunur olmuş.
Bir zorlama böyle ne bilim bana tuhaf geliyor. Her şey tuhaf kodumun hayatında zaten. Hayatın kendisi de dahil insanı da, şu yaprağı, bu kedisi bile. Vallahi aklım ermiyor artık. Neye eriyor biliyor musun? İnsanın kendine acımasının dünyanın en garip deneyimi olduğu. İnsanın başına daha kötü ne gelebilir ki?
- Öyle deme be İbrahim ağabey. Ölüm var hem. İki kızın var, Allah sana bağışlasın. Allah sana en güzel günlerini görmeyi nasip etsin.
- Amin. Ama onlar da ben de öleceğiz. Bunu biliyoruz, adımız kadar şu hayattan emin olduğumuz tek şey. Bak Nuray ablan öldü de ne oldu. 3 ay sonra yeni karıyı aldık. Sonra dilim yandı zaten. İki kıza yeni bir ana bana da başka karı olmaz. Olmuyor ilki gibi. Görüyorum öyle ikinci baharını yaşayanları. Benim bahar neyime, hayat bize her daim kış.
- Kış güzel mevsimdir ağabey. Onun güzelliği de başkadır.
- Nerede yaşadığına bağlı. Kars'ın bir köyünde yaşa da bakalım gör iyi mi güzel mi. Hayatı durdursun, çocuklar okula gidemesin. Sen işe zar zor git. Sanki iş yerinde hiç yorulmazmış gibi iki kuruş para için bir de o yolu çek.
Ha bak manzarasını hiç değişmem. Hele birbirine dokunmadan yere konmaları yok mu. Hepsinin şekli de farklıymış biliyon mu. Geçen haberlerde okudum insan şaşırıyor.
- Ağabey sohbetin kıyakmış he.
- Çok içtim de ondan. Ben içmeden konuşamam, mizacım böyle. Sen de yakın zamanda iş bul artık. Bi mürvetini görelim, şu ağabeyin bir oynasın. Bak geldi bahar ayları gevşer artık gönül yayları. Genç adamsın az etrafına bak.
- İnşallah ağabey. Ben de artık bir yuva kurmak istiyorum.
Diyemedim senin iki kızına da aşığım diye. He ya ben ikisine de aşığım. Onların resimlerini çizdim bir kere. Az biraz yeteneğim var. Hatta o kadar iyi çizmişim ki annem buldu hemen anladı İbrahim ağabeyin kızları olduğunu.
"Utanmıyor musun mahallenin kızlarını çizmeye" deyip çöpe attı. Ama ben yine çizdim, hem bu sefer daha güzel oldu. Esmer olanın adı Dilara. Onun elmacık kemiğindeki beni unutmuşum, onu da ekledim.
- Kaderin güze olsun evlat. Hadi ben kalkayım artık. Bizim kızlar gelir şimdi, çorba neyim yapayım. Küçüğü grip olmuş iyi gelir. Selametle.
- Selametle ağabey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder