Eskiden hayatın bir masal olduğuna inanırdım. Ama çok çok eskiden, çocukluğumdan bahsediyorum. Yaşamın masal olmadığını anladığın vakit artık yetişkin olmuş oluyorsun. Bazıları sadece yetişkin iken bazıları da yetişkin bir birey olmayı başarıyor. Ben başaramayanlardanım.
Yetişkinlerin (bu birey de olsa aynı) en büyük hayali her şeyi bir anda bırakıp sakin bir kasabaya yerleşmek. Bu durum mutsuz evliliği olanlarda (hele ki çocukları varsa) daha çok görülüyor. Ben sandım ki, ani bir kararla istifa edip köy ya da kasaba fark etmez, şehir yaşamından uzaklaşınca her şeyin düzelecek. Yaklaşık iki yıldır buna kendimi inandırmışım. Evet standart düzenim içine ettim.
Standardı renklendirip, önce ne istediğime karar vermekten çok tüm imkanlarımı tek bir kalemde sildim. İstifa etmeden önce tüm planları yapıp ardından bana düşen otogara gitmek oldu. Rize'nin küçük bir kasabasında doğdum. Şimdilerde bayağı bir seveni var. Uzun süredir gitmediğinden hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim.
İstanbul kadar olmasa da orayı da bir kalabalıklık almış, değişmiş ne bileyim. Eskiden çok az insanla karşılaşırdım. Doğduktan sonra İstanbul'a geldik. Ben yine ara ara gelirdim. En son 18 yaşında gelmiştim buraya. Aradan geçmiş 30 sene. 48 yaşındaki birine uygun değil bana sorarsanız. En azından benim hayal ettiğim kasaba bu değildi. Yine de şehir yaşamına göre daha iyi hissedeceğimi düşünerek hemen geri dönmek istemedim.
Bugün üçüncü günüm, o kadar çok sıkılıyorum ki, yemyeşil tepelere çıkıp sadece çığlık atmak istiyorum. Çığlık atsam rahatlayacağım aslında. Ama kendimden görünümünden utanıyorum. 48 olduk artık, az buz değil. Hiç yakışıyor mu benim gibi adama? Deli derler vallahi. Bir gün tıpkı diğer günler gibi avare avare dolaşıyorum.
Hava çok güzel ama tam ciğerlerime çekecek oluyorum, gökyüzünde pis bir görünüm var. "O ne ya" demeye kalmadan yandaki ahşap evin yandığını görüyorum. Anlayamadan evin etrafı doluveriyor. Bir kadının çığlığını duyuyorum. "Ocağım yanıyooor" diye bağırıyor. Çocukları da kocası da yanında. Ölen yok sanırım ama evine nasıl ağlıyor. Meğer tek sığınağı imiş orası.
Bir ev, içinde az biraz parası da varmış. Bu zamana kadar biriktirdiği tüm parası... Kaç gündür kocası başının etini yemiş şunları bankaya yatıralım bir iş gelecek diye ama işte... Kocasına da pek güvenmezmiş. Kumarbazın teki olduğundan bu konularda "Düşmanıma emanet ederim de sana vermem kefen paramı" dermiş.
İçim biz cız etti, yanından az ötede çöküverdim. Onlar ağlıyor ben ağlıyorum. Yanıma bir teyze oturdu, elini omzuma koyup, "Yakının mı?" dedi, "yok" dedim. "Ne bileyim oğul, pek bir içerlemişsin haline bakılırsa."
Bir şey diyemedim. Ama kadının o hali çok dokundu. Yapacak bir şey yoktu ve elimden de gerçekten bir şey gelmiyordu. Eve gittim, çatıya çıkıp boylu boyunca uzandım. Bu Rize'de yıldızlar bir başka güzel yahu diye içimden geçirirken, dilimden başka bir laf çıktı. "Yanmak..." Bazen alev alev bir evin darmaduman olması bazen de görünmeyen yerlerinin un ufak olması. Ben yanmış mıydım? Yanmıştım ya yanmaz mı insan.
Kul tüm yaşamı boyunca bir kere yanmadıysa bu dünyada hiçbir şey öğrenememiştir. Tabii bana sorarsan öyle... Nalan idi yangının adı, ne yangındı ama. Sonra söndü gerçi. Yine de bir yangının külünü yeniden yakıp geçsin çok isterdim. Çünkü ondan sonra kimseyi sevemedim. Ne bileyim olmadı işte, sanırım biraz da korktum. Daha da gönül işlerinden uzak durdum.
Aşk meşk bana yaramıyor. Duygusunu sevmiştim lakin dedim ya bana olmadı. Oturmadı işte üstüme. Yakışıksız durdu. Şimdi düşünüyorum da, "Sen hamalsın, aileme hamal bir adamla evleniyorum diyemem" dediğinde elini öpüp hemen oradan uzaklaşmıştım. Koştum koştum koştum. En sonunda soluğum kesildi, köprünün altında kalakaldım. O zaman çığlık atmıştım işte. Öyle bağırmıştım ki, sonsuza dek sürer sanmıştım. Sonra ezan okundu, onunki benden yüksekti. Saygıdan sustum ben de.
Okuyordum o zaman. Okuldan arta kalan zamanlarda da hamallık yapıyordum. Erkek adamım ya onunla buluştuğumuzda elini cebine soksun istemiyordum çünkü. Yoksa ailem çok şükür geçinmemi sağlayacak kadar para gönderiyordu. Evet tıkı tıkına yetiyordu belki ama yine de bana yetiyordu işte.
Nalan ömrüm boyunca bu işi yapacağımı mı düşünmüştü anlam veremedim. Ancak okurken görüşmemiz daha rahat olsun diye nişanlanmaya karar vermiştik. Daha doğrusu ben karar vermiştim. Ailesi ile tanışıp onlara güven vermek istiyordum. Okuldan sonra da evlenirdik işte. Çok basit hayaller kurmuşum ben. Hala da öyleyim, basit adamın tekiyim.
Hiç olmayacak düşler kuramadım şu hayatta. Bu yüzden sıkıcı olduğum bile söylenebilirim. Nereden geldi şimdi bunlar aklıma hay Allah'ım. O değil de insan yandığından ama gerçekten yandığında çığlık atmalı. Yüreğinden sökülmesi daha kolay oluyor. Su gibi, bir serinlik hissi sorma gitsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder