Beş yıl önce verdiğim bir karardan dolayı şimdi bir hikaye yazıyorum. Masamın başında, sandalyenin tepesinde ve elimde bir sigara... İnsanlar kararlar verirler ve bir gün bir yerlerde bir şeylerle uğraşırlar. Bu uğraşları ya da o anki durumları artık her neyse mutlu veya mutsuzdurlar.
Benim halim ise sadece kelimelere döktüğüm hikayeyi anlatmanın heyecanı. Onu tanımadan önce hayatı sorgulamadan ölümü de düşünmeden sadece kendime bakarak yaşıyordum. Böyle yazınca kulağa hoş geliyor ama durum pek de öyle değildi.
Hiç kimsem yoktu. Yetimhanelerde büyümüş, oradan öğrendiklerimle hayata atılmıştım. İnsanın sevdiği birileri hele de ailesi olmayınca yapacaklarımın sonunu düşünmeden hareket ediyordum. Size zarar vermemiş birini incittiğinizde en çok da kendinizi incittiğinizde sizin için birileri üzülmüyorsa hayat bir o kadar kolay biraz da zordur.
Eve geldiğinizde yemek kokusu duymuyorsanız ve bir aileniz yoksa, vicdanınız yaptıklarınızdan dolayı sızlamayabilir. Benim için öyleydi en azından. Doğru yanlışı ayırt edemiyordum. Çok kırdım ve kırıldıklarımın her zaman daha az olmasına dikkat ettim. Yusuf ile tanışana dek...
Üniversiteye gidiyordum. İlk başta kıt kanaat geçinmeye çalışıyordum. Her gün yeni bir masrafım oluyordu. Bıkmıştım hesap kitap yapmaktan. Geceleri aç yatmaktan, güzel bir gün geçirememekten, yol param olmadığı için derslere girememekten.
Baktım ben okuyamayacağım dedim çalışayım en azından. Başkalarının emrinde çalışmak zamanlar yordu beni, katlanamadım. Çalıştığım barda bir kızla tanıştım. Orospunun tekiydi ama çok parası vardı. Neden olmasın dedim, ben de ev kiramı çıkartmak için kendimi satmaya başladım.
Adamları ben seçiyordum. Yakışıklı, temiz giyimli olmasına özen gösteriyordum. Genelde evlerine giderdim. Kocaman evler, villalar, hatta bir keresinde yalıya bile gitmiştim. Ama o adam tipsiz idi. Sırf yalı hayatını bir gece de olsa yaşamak için kabul etmiştim. Biri otel odasını teklif etti.
Parası azdı ama çok yakışıklıydı. Canımı çok yakmıştı. Yakışıklı olması nazik olacağı anlamına gelmiyordu demek. O gece sersem gibiydim. Sabahın 04.00'ünde odadan çıkıp taksiyle eve geçmeye hazırlanıyordum.
Önce tuvalete girdim. Kadınlar tuvaletinde bir erkeğin çöp kutusunu temizlediğini gördüm. Onu görür görmez çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Ne kadar çirkindi. Kocaman kafası vardı, bir kolu diğer kolundan daha uzundu.
Bu yüzden de topallıyordu. Suratında derin yarıklar vardı. Derisi incecikti. Korktuğumu anlayınca kendinden çok utanmış, özür dileyip çıkmıştı. Otelin arkası manzaraya bakıyordu. Tuvaleti dışarıdaydı. Çıktığımda güneş doğmak üzereydi. İzlediğini gördüm. Yanına sokuldum.
- Ben Füsun.
- Yusuf
Hiç konuşmadan güneşin doğmasını bekledik. Sabah ezanını hiç bu kadar net dinlememiştim. Bisikletinin arkasından seccadesini çıkartıp namaz kıldı yanımda. Çok tuhaf bir gün geçiriyordum. Şükrediyordu. "Allah'ım bana verdiğin her şey için sana şükürler olsun."
Bir şeyler daha mırıldandı. Açlar, hastalar, öksüz yetimler ve diğerleri için de dua etti. O kadar adamla yattım, kendimden hiç bu kadar utanmamıştım. Sağlıksız bir görünümü vardı, tedavisinin olduğunu olsa da parasının yeteceğini sanmıyordum. Ama mutluydu.
O günden sonra her gün sabaha karşı yanına gitmeye başladım. Hep aynı şeyleri yapıyordu hem de dakikası dakikasına. Hiç konuşmuyorduk. Bir ay sonra, "Öğlen ayran içelim mi?" dedi. Muhallebiyi de duymuştum da ayranı ilk defa duyuyordum.
Yaz mevsiminde soğuk soğuk iyi gidermiş öğlenleri. Hem tok da tutuyormuş. Pekala dedim. Bol köpüklü teneke bardakta ayranlarımızı içtik. Kendimi yanında o kadar temiz hissediyordum ki... Görüşmelerimiz zamanla arttı. Yusuf bana nasıl yaşanması gerektiğini öğretti. Bisiklete binmeyi, yazarları, resim yapmayı, dua etmeyi, filmleri, yönetmenleri, senaristleri, namaz kılmayı...
O kadar çok şey öğrenmiştim ki ondan. Onsuz tek bir günüm geçmiyordu. Bir gün mesleğimi sordu. Öğrenciyim dedim, inanmadı. Ben de olan biteni anlattım. Yüzümü okşadı. Eli herkese benziyordu. Anneye, babaya, kardeşe, sevgiliye, kocaya, nineye, dosta... Herkese işte. İçim titredi.
- Çok güzelsin Füsun.
- Sen de öyle.
- Su kaynarken patatesi atarsan yumuşar. Yumurtayı atarsan sertleşir. Önemli olan içinde bulunduğun şartlar değil senin ne olduğundur.
- Ne demek bu?
- Sen o değilsin. Sen yanımdakisin.
Bir daha kimse ile birlikte olmadım. O öldükten sonra da. Bisikletle dolaşırken arabanın teki çarptı. O anda ölmüştü Yusuf. Ölü haliyle bile yüzü gülüyordu. Mezarının başında ona bir söz verdim. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, kimse bana olmadığım bir şeye bürünmemi sağlamayacaktı. Üniversitemin son senesiydi. Okuduğum sırada bir kitap yazdım. Sonra bir tane daha bir tane daha. Birinin filmi bile çekildi.
Hayatım ve ben çok değiştim. Tek bir şey dışında... Hala güneşin doğuşunu seyretmek için aynı tepeye gidiyorum. Sen yoksun ama seninle beraber namaz kılıp herkes için dua ediyorum Yusuf. Umarım mekanın cennettir, lakin çok az tanıttın kendini. Ama ben bildiğim gibi hayal ettim seni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder