11 Ocak 2015 Pazar

Kuşlara takılıp gidiyor aklım

- Nergis hanım bugün hastaneden çıkıyorsunuz. Dün haber vermiştik zaten hazır mısınız?

- Sanırım. Kıyafetlerim hazır da dışarı çıkmak beni geriyor.

- Biliyorsunuz sadece hastaneden çıkacaksınız. Onun dışında her hafta dokturunuzu ziyaret etmeniz gerekiyor. Kendinizi kötü hissederseniz tekrar hastaneye yatma durumunuz var.

- Pekala, teşekkürler.

Bir yıldır bu hastanede yaşıyorum. Tabii yaşamak denilirse. Psikiyatrist olup da hastanede bir deliye dönüşmek meslek hayatımın en vurucu dönemi oldu. Kendimi, mesleğimi, hastalarımı hiç bu kadar yakından tanımamıştım. 

Tekdüze ama mutlu bir yaşamım vardı. Ortanın üzerinde bir yaşam stili, kariyerli bir eş ve iyi bir aile hayatı. Yalnızca değer bilmeyen biriydim. Bir şeyin değerini yokluğunda anlardım. Her insan gibi yani. Ancak değer nedir bilmeyecek kadar bilinçsiz miydim yoksa elimdekinin ne olduğunu göremeyecek kadar kör müydüm bilemiyorum. Bu iki soru arasında çok kaldım. Ki hala da bilmem hangisinin yanıtıyım.

Çok şımarık biri değildim. Öyle de yetişmedim. Fakat ağır bunalımlar da yaşamadım. Daha ki down sendromlu bir çocuğum olacağını öğrenene kadar. Eşimle çok yıpratıcı bir süreç yaşadık. Ya aldıracaktım ya doğuracak! Aslında direkt aldırmayı düşündüm. Aldırırsam bir daha çocuğum olamayacakmış. "Bu son şansınız" dedi doktor. 

Günlerce ağladım, düşündüm, uyumadım ve nihai kararı verdim. Evet doğuracaktım, doğurdum da. Çocuğum gibi değildi. Ne bana ne babasına ne de akrabalarımıza benziyordu. Farklıydı işte. Onu sevmekte çok zorlandım.

Bazen köpeğe benzetiyordum onu. Ara sıra önüne kemik atıldığında uslu duran bir köpek...Yetişkin pasifler gibi. Her şeyimi vermek istediğim de oldu ona. Ama bilirsin bazıları bunu gerçekleştirince sendeler. Ben de onlardanım. Hayatım gitgide boka dönüşüyordu. Mesleğime de onun için ara vermiştim. 

Artık eşimle de aram pek iyi değildi. Aldatıyordu hatta, kim olduğunu da iyi biliyordum. Benden önceki sevgilisine geri dönmüştü. Bazı geceler hiç gelmediği de oluyordu. Belli etmedim hiç fark ettiğimi. Uzun süredir yalnız yaşıyordum, kendi kendime. Yeni bir havadisin özlemiyle yanıp tutuşuyordum. Annemi özlüyordum mesela, benimle beraber sahip çıkmasını istediği, o haykırdığı dilini özlüyordum.

Down sendromlu bir oğlum vardı ve sadece onu uyurken seviyordum. Bazı zamanlar yanıma almak istiyordum. Geceleri koynumda uyusa sevebilirdim belki de. Olduğu yerde karanlık varmış gibi gelirdi her zaman. Gerçi herkese karşı böyleydim ben. Kime yakından baksam hepsi kusurluydu. O yüzden sevdiklerimin sayısını az tuttum bu dünyada. Ama bu oğlum! Onu sevmem gerekiyor. Anne keşke burada olsaydın, "Nereden baksam tamamen bir hüzünüm ve sonunda hep bir diri çiçek" lafını anımsıyorum. Küçülüyorum gitgide lakin bir türlü hiçliğe erişemiyorum.

Bir gün karşı komşumuz geldi. Sokağımızın dedikoducusu ablası. Kız kardeşiyle beraber yaşayan Fatma hanım. Her zaman davetsiz gelir, sinirlerimi bozardı. Kocası en küçük kardeşiyle aldatınca diğeri yanına almış bunu. Haliyle vicdan yapıyor insan. Bir sürü şeyden söz etti. "Valla şekerim ben dobra kadınım. Arkasından konuştuğumu yüzüne karşı da söylerim" derdi. 

İnsanların dürüstlükten anladığı ne vahim bir cümle bu. Dürüstlük diye bir şey yok zaten. Sadece dostum dediğin insanın bir hatasını gördüğünde gerekirse ağzına sıç, başkası bir laf söylediğinde haddini bildir yeter. Güzel davranış budur. Aynen ben de bunları söyledim.

Sonra nasıl olduysa artık o sinirle "Sarkmış göğüslerini balkon mermerine dayamakla olmuyor öyle. Ayrıca hiç estetik değil bence." Tabi suratındaki ekşimsi ifadeye şaşırmadım. O esnada oğlumu gördüm. Biz salondayken mutfağa doğru yürümeye başladı. Kapı aralık kalmış. Bana baktı, gülümsedi ve çıkıp gitti. Fatma hala bir şeyler anlatmaya çalışırken kulaklarımı ona kapatıp oğlumun gidişini izledim. Hiçbir şey yapmadım, tam olarak ne düşündüğümü bilmiyordum. Hiç onu öldürmeye çalışmadım, evden gitmeye kalkışmamıştı. Fütursuz bir dilsizdim o anda.

Fatma gittikten bir 15 dakika sonra. Eşim Emre'yi aradım. Belli bir sürenin geçmesi önemliydi. "Fark etme" mesafesi bıraktım kendime. Hemen yanıma geldi. Günlerce, haftalarca aradık. Hiç ağlamadım, bu Emre'ye biraz garip geliyordu. Bir şeylerde şüpheleniyor ama konduramıyordu. Tam 2 ay sonra oğlumun cansız bedenini morg köşelerinde gördüm. Suya atlamış, boğulmuş. 

Hiç dışarı çıkartmamıştım onu. İlk defa deniz görmüştü, belli ki heyecan yapıp kendini suya bırakmıış. Onu bembeyaz görünce yine annemin güzel bir cümlesi geldi aklıma, "Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk, o nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da. Kentler büyüyüp gidiyor ya aldırma. Başka bir yaşama tutturmalı diyorum. Köprü korkuluklarına, ufak buluşmalara." 

Alnından öptükten sonra dışarı çıkıp bir sigara yaktım. Emre yanıma gelip "Ne saçmalıyorsun sen" dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. Meğer annemin cümlesini sesli dile getirmişim. Alakasız gelmiş tabi. Halbuki ben, en çok alakasız zamanlarda konuşmayı severdim. Yüzüne boş boş bakıp her şeyi itiraf ettim. Her şey dediysem de sadece gidişine nasıl izin verdiğimi izah ettim. Emre en yakın zamanda akıl hastanesine kapadı beni. Delirmiş gibi bana zarar vermek için elinden geleni yaptı. Eylemlerinin hiçbirine tek bir tepki göstermedim.

İnsanlar ne riyakar. Bilmiyor muyum ben senin benden kurtulup sevgilinle evlenmek istediğini. Olayı ahlaki standartlara kavuşturmak için böyle bir imkan sağlayınca sonuna kadar kullanmalıydın tabii. Ben de izin verdim, salak yerine koyulmaya müsade etmeli bazen insan. İzin vermeli ki ne kadar çirkinleşebileceğini göresin. Bu kadarını ben de beklemiyordum gerçi. Saçma sapan bir akıl hastanesinde kaldım. En kötüsüne yolladı beni. Onların istediği yemekleri yiyiyor, istediği saatlerde uyanıyordum. Onca zaman kendimin değil onların uygun gördüğü hayatı sürdürmüştüm.

Anne...

"Kuşlara takılıp gidiyor aklım,

En iyisi susmak,

Susamıyor da insan,

Belki de sığınağım kendime,

Yine de bir yumruğu havada öpmek 

gibi hedeflerim var benim

Bu hayata karşı dövüşmem mümkün değil"

Yine de bıraktığın en son bıraktığın yanlarımı taşıyorum. Hala uçağa binmekten korkuyorum, hiç duvara yazı yazmadım mesela halbuki ne müstehcen duruyorlar, çikolatayı da ısırmadan emerek yiyiyorum bitmesin diye... Çocukluğuma tuttuğun tek bunlar kaldı. Bu acı bedenimi yiyip kanımı içti. O bende yaşıyor ben onda


































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder