24 Ocak 2015 Cumartesi

Hâlbuki birlikte...

Neyi anlatsam kaybediyorum ben. İnsan kaybetmeye alıştıkça daha çok özgürleşirmiş. Mutluysan evin yolu da epey uzak kalırmış. Mutlu değilim, özgür de değilim. Aksine gün geçtikçe daha çok içime kapanıyorum. İyi ki keşfettikçe bitmeyen kitaplar, müzikler, filmler var. Gündüz caz, akşam arabesk dinleyen bir kadın haline geldim. 

Yok ya böyle de vakit geçmez derken, bir yara alıyorum insanoğlundan. Bir hayvan olsaydım kesin kaplumbağa olurdum ya da deve kuşu. Oh anasını nasıl da canları isteyince biri kabuğuna diğeri kuma gömüyor kendini. Ben de fütursuz dilsiz oluyorum. Zaten kısmi sağırlık da var. 

Katlanılmayacak gibi değil hani. Hayatta kalmak adına yüreğimi buz kütlesine çevirmeyi öğrendim. Yazın zor oluyor gerçi, bir gevşiyorum amına koyayım sorma. Lakin geceler hep aynı. Geceye vardı mı, pürüzsüzlük seriliyor kafamdan ayak uçlarıma kadar. Siyah bir de kir göstermiyor namussuz.

Bir yerlere gidiyorum. Kalabalığa, boğulacağımı bile bile karışmaya çalışıyorum. Vallah billah günah etmedim. Az salağım ben yalnızca, hemencecik güveniyorum. Güvenmeden olmaz. Yalnızca kıvamı tutturmak lazım. Nasıl annenin yemekleri kadar nefis lezzetler yakalamayacağını biliyorsan aynı işte. 

Usta bu yüzden "Usta", çırak bu yüzden "Çırak." Bu bahsettiğim husus, hayatın diğer kısımları için de geçerli. Anam azim et de, hırs da ne demek? Bıkmadın mı aklın kemale erdiğinden beri sınavlara girip yarış atı gibi koşturmaktan. O "Hiç çalışamadım ya" deyip en yüksek notu aldığın ergen yalanlarından. Tamam lan tamam, bırak artık yetti gayri.

Yetmiyor değil mi? Olmuyor yani, doyuramıyorsun kendini. Yedikçe istiyorsun yedikçe istiyorsun. Genişledikçe manyağa dönüyorsun. Bir süre sonra beynin doyma sinyali vermiyor, insanları yemeye başlıyorsun. Ben buldum ama yolunu. Her yere az sonra kalkacakmış gibi gidiyorum. Mekana da kalbe de. Böyle olunca ne kendimi ne de başkasını üzmüş oluyorum. Bilemezsin ne üzüldüm ben. Nasıl üzüldüm ama...Neler neler, çok acayip şeyler.

Yaşar Kemal, "Yalnız insanlar kendilerini sevsinler diye doğmuşlar" demiş. Bundan bir hoşum kendimce. Uyku ve ağlama sorunum var benim. Daha doğrusu ağlayamama. Çok sıkıntı değil. Ona da bir formül geliştirdim, Müslüm Gürses! Bak ne diyor "Mavi Yelek Mor Düğme" adlı şarkısında:

"Ağam ben nasıl edim

Saz getir fasıl edim

Çok da güzel değilsen canım

Gönüldür nasıl edim"

Ne kadar güzel bir anlatımdır. Ne içten ne gerçek. Dürüstlükle hiç işim olmadı ama bazen gerçekçiliği seviyorum. Yalanı da seviyorum elbet fakat sahteleşmek yerine gerçekçi olmak gibi de bir seçenek varsa ikincisi daha makuldur. 

İnsanlar görüyorum, sosyal medyadan bağlarını koparamayan. İki sohbet edeceğim diye çay içmek yerine elinden telefonunu ayırmayanlar. Hadi yetişkin çağı anlıyorum, bir merak var teknolojiye karşı. Gençlere ne oluyor? Bu yaşlarda insan tanımayacaklarsa ne zaman tanıyacaklar? Gözlerine bakmıyorlar birbirlerinin. Kavgalar bile başka. "Whatsapp'da bana yazmıyorsun ama çevrimiçi takılıyorsun!"

Gelecekten en çok bu yüzden endişe ediyorum. Hâlbuki birlikte balkon yıkasak, çamaşır assak, halı dövsek, yer sofrası kursak, bakışarak anlaşsak, yağmurdan korkmadan yürüsek, saatlerce sarma sarsak, birbirimizi keselesek, badanayı kendimiz yapsak, yazın terasta uyusak, balkonları kurutulmuş biberlerle doldursak, çatıda tarhana yapsak, sitelerden uzaklaşıp müstakil evler tutsak ve her sabah bahçeyi sulasak. Solan çiçeklere, bir türlü olmayan biberlere, hepsini toplamadan düşen dutlara üzülsek ve bunları paylaşma gereği duymasak...

Gündelik yaşam ve içimdeki isteklerle savaşıyorum bu ara. Kafamın içerisine kurulan bir savaş var. Hani tarafsız olan bertaraf olurdu? Hani hani hani...Sözde tarafsız gazetelerimiz yok mu bizim en piç kurusu taraflısından. 

Muazzam merhametli, asla susmayan, sadece ve sadece gerçekleri açıklayan ama arka planda emek sömürüsünün baş kahramanları. Oof ben bu kafamdaki savaşa bir çare olamıyorum. İşte orada olmasalar taraf tutardım belki. Bir de ben başlattım biliyor musun. Hiç utanmıyorum da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder