Uzun zamandan beri ne yemek yiyor ne dışarı çıkıyorum. Evimin içi işkence bahçesi. Yaşamak için saatimi kurmayı denedim. Birkaç saatte bir çalıyor bangır bangır. Sadece o saatlerde ekmek ve suyla yaşamaya çabalıyorum.
Aşık olduğum zamanlarımı hatırlıyorum. "O giderse ölürüm ben" deyişlerimi. Bir de şimdiki halime bakıyorum gölün kenarında. Suyun yüzeyindeki yansımamı görüyorum. Taş atıyorum dingin dümdüz suyun üzerine. Öyle paramparçayım işte. Ölmem gerekiyor, çok denedim, çok uğraştım. İp mi asmadım alçak tavanımıza, pencereyi mi açmadım sonuna kadar, çatıya mı çıkmadım kendimi boşluğa salmak için. Olmuyor olmuyor olmuyor.
Neden canıma kıyamıyordum? Kedi miydim yoksa 9 can bahşedilmiş ya da azrail miydim ölmekten öte öldürmeye uğraşan. Her şeyimi kaybetmemiş miydim daha 1 aydan az bir süre önce. Üstümde bahçıvan pantolonum vardı. Saçlarımı fiyonk şeklinde tepeden toplamıştım. Çok severdim şirin durmayı. 25'i devirdikten sonra içindeki çocuk bir şekilde büyümeye başlayınca insan devleşmesine engel olmak istiyor.
Sen almıştın o pantolunu bana. Ben "pantolon" diyordum sen "tulum." Deyimlerin vardı bir de. Bir türlü tam olarak teleffuz edemediğin bana akıl verici öğütlerin için söylediğin. Ne zaman deli deli konuşsam "Allah aklını almış kendini almasa bari" derdin. Anne o Allah seni aldı benden. Kardeşimle son an'ım kafamdaki kurdele yüzündendi. Nefret ederdi eşyalarını kullanmamdan. Bilseydim alır mıydım hiç?
Peki ya babam? Kaç kere incitmişti bu hayatta beni. Onun yüzünden erkeklere güvenmeyen, sevmeyi bilemeyen bilsem de beceremeyen tam becerecek iken düştüğüm zamanlarım, gençliğim, inşa edemediğim geleceğim...Değerini kaybedince anlamam ne acı. Oysa severdi beni. Sadece gösteriş şekli başkaydı ben anlayamadım.
Anlayamamak değil de uğraşmadığıma üzülüyorum. Oysa konuşmayı deneseydim daha az ağlardım belki de şimdi. Sürekli kavga etmemizin sebebi beni herkesten çok sevmesiymiş bilemedim. Tıpkı aynı dozda aşık olan iki insanın sevişmekten öte savaşması gibi. Kırmak kırmak kırmak...
İş görüşmesinden dönüyordum. Uzun süredir iş bulamadığım için en çok sen üzülüyordun baba. Annem "ne olacak bu çocuğun hali" deyip sürekli ağlar, "bak en sevdiğin yemeği yaptım" deyip beni motive etmeye çalışırdı.
Sen ise gizli gizli ağlardın. Hatırlıyorum ilk o zaman dua etmiştin benim için. Sabaha karşı tuvalete giderken duymuştum seni. Öpüşlerin de öyleydi zaten. Uykuya daldığımdan emin olduktan sonra saçlarımı okşayabiliyordun. Biliyor musun ben hiç uyumuyordum baba. Çünkü her gece aynı saatte geliyordun yanıma. Ranzamın tepesinden kafanı uzatıp başımı okuşuyordun. Kısacıktın da, ah kıyamam ben sana. Ayak parmak uçlarından dikilip öpmeye çalışırken beni kaç kere sendeledin de gülmemek için zor hakim olmuştum kendime.
Perşembe günü saat: 18.00. Çığlık çığlığa ortalık, manşer yeri dneilen yerdeyim galiba. Kalabalığı mı yarmaya çalışayım yoksa ambulans sesini mi kısayım ya da kör mü olayım gökyüzünü kızıla boyayan yangını görmeyeyim diye. Yanıyorsunuz, kül oluyorsunuz gelemiyorum yanınıza. Tutuyorlar kolumdan, hareket edemiyorum. 1-2 saat uğraşıyorlar yangını söndürmeye. Hangi şelalenin altına girsem Tanrım! İçimdeki bu yangını nasıl söndürsem?
Orman gibi yüreğim. Yayıldıkça yayılıyor alevler, kurtarılmak istiyorum. Çok iyi bir kul olamadım. Büyük olasılıkla cehennemde alacağım soluğu. Hem bu dünyada hem öbür dünyada cehennemi yaşamak haksızlık değil mi? Çok büyük bir hata değildi. Ben sadece geç kaldım...
Ezan sesini duyuyorum, uyanıyorum. Çok çişim var. Ben bu anı yaşamıştım deyip zıplıyorum yataktan. Babam oturma odasında iş bulayım diye dua ediyor olmalı. "Ben bu anı daha önce yaşamıştım" cümleleri aynısı olmaz mı?
Kimse yok ortalıkta. 'Dur' diyorum, belki de mutfaktadır. Evin altını üstüne getiriyorum. Yatakları dağıtıyorum, koltukları deviriyorum. Hani kısa ya babam sığardı diyorum. Hala ezan sesi geliyor kulağıma bangır bangır. "Sus pezevenk sus artık" diye pencereyi açıp deli gibi çığlık atıyorum.
Televizyonu açıyorum, radyo, telefonun zil sesleri... Evde ne varsa ses çıkartacak hepsinin sesini sonuna kadar açıyorum. Akıllıyı deliye çeviren bir hava yaratıyorum. Tersinden gidiyorum bu sefer mevzuya. Deli iken akıllı olurum belki belli mi olur. Sonunda amacıma ulaşamıyorum elbet. Zirto bu teknoloji. Birinin pili bitiyor, diğerinin şarjı.
Neyse ki elektrik var da hala televizyon çalışıyor. Bir haber görüyorum daha doğrusu bir reklam. "El uzatın" filan diye zırvalıyor ekranın başında. "Bana ne" diyorum, benim derdim zaten büyük. Kimsenin problemiyle uğraşamayacağım. Başıma bir ağrı saplanıyor dayanamıyorum. Tekrar aynı kanalı aramaya çalışıyorum.
Reklam bu tabii çoktan bitmiş. Zihnimde kalan birkaç kelimeyi Google'da aramaya koyuluyorum. Sonunda anlıyorum mevzuyu. Gönüllü anne arıyorlar. O ne demekse! İyice okuyorum. Tanrım ne çok zaman geçmiş herhangi bir şey okumayalı. Resmen birkaç kez okumadan ne demek istendiğini anlayamıyorum.
Elim telefona, parmaklarım da tuşlara gidiyor. Basıyorum kapatıyorum, basıyorum kapatıyorum. Böyle bir 15 dakika uğraşıyorum. Saçma bir kararsızlık içindeyim. Kendime hayrım yok anne, bir çocuğa nasıl bakayım? Bir cesaret dışarı çıkıyorum. Çok korkuyorum, ilk defa tek başıma dışarı çıkmıyorum elbette. Sadece ne bileyim hani başıma bir şey gelse kime haber verebilirim ki? Polise gitmekten bahsetmiyorum.
Sanırım istediğim biraz şımarmak, benim için endişelenmesi, üzülmesi. Eve istediğim saatte gidebilmek istemiyorum ben. Geciken saatlerin ardından telefonum "nerdesin sen!" sesiyle irkilsin istiyorum. Zar zor yetimhanenin önüne gelmeyi başarıyorum. Önce hakkımda bir sürü şey soruyorlar, bunalıyorum. Gitmek istiyorum o an. Senden öğrendiğim kardeşime tembihlediğim gibi anne, 'ayıp olmasın diye dinlermiş gibi' yapıyorum.
Tam bir daha gelmemek üzere ayrılacakken iki çocuk giriyor odaya, kavga etmişler ağızları burunları kan içinde kalmış. Benim yüreğime benziyor kan revan içindeki yüzün soldakinin. Hemen koşuyorum, çantamdan çıkardığım selpak ile yüzünü siliyorum. Canım yanıyor, sargı bezi filan getiriyorlar bir anda hemşire kesiliyorum. Canım kardeşim, aynı sana benziyor biliyor musun. Gözleri ufacık senin gibi. Kirpikleri de kapkara.
Hani "keşke benim dudaklarım da seninkiler gibi kalın olsa" derdin ya. Bu bıdığın da böyle. İncecik ama kıpkırmızı. Maşallah kan kendini fark ettiremiyor, kenarındaki sıyrığı da sildim mi temizleniyor masum çehresi. "Tamam" diyor yetimhanenin müdürü. Şimdilik sadece haftanın 3 günü ziyaret etmeye hak kazanıyorum. Doğurmadan çocuk sahibi oluyorum anne. Baba biraz sana da benziyor sanki. Belki mezarına ziyarete geliriz.
Neden kanım ısındı sonradan öğreniyorum. O da benim gibi tüm ailesini birden kaybetmiş. Benim ailem yangında, onunkiler göçük altında ezilerek can vermiş. Hatırlıyor musun anne, üniversiteye giderken bir sevgilim vardı. Meğer nişanlıymış piç. Sana ağlarken gözyaşlarımı sildin.
"Üzülme benim güzel kızım. Gün gelir senin gibi yaşanmışlıkları olan birini bulursun. Anlarsınız dertlerinizi, yaslanırsın omzuna. Bu işler kızım, yarası yarasına dokunana..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder