29 Kasım 2014 Cumartesi

ÇİRKİN/İZ

Bugün beni terk edişinin ikinci yılı. Bir ihtimal döneceğini düşünerek her günü saydım. Şimdi gelsen "Neden şimdi?" diye sormam bile. Tanıyabilir misin beni orası meçhul. Durmadan bir şeyler yiyip, duruyorum. Garip değil mi? Oysa kitaplardan filmlerden öyle öğrenmemiştim!

"Gittikten sonra bir deri bir kemik olmuş Hacer" diye başlıyordu cümleler. Özledikçe daha çok yedim, başkasına dokunduğunu hayal ettikçe daha çok içtim. Bir aydır birisiyle görüşüyorum. Sadece konuşuyorduk,  bugün görüşmeye karar verdik. Randevu tarihine İki gün önce anlaştık. Ben de iki gündür ortalıkta, aç bilaç geziniyordum.

Ahmet ile internetten tanıştım. Zaten aksi, bu vücutla çok zor. Eski fotoğrafımı gördüğü için bir an önce buluşmak istedi. Halbuki ne kadar güzel bir kadındım. Düz uzun kahverengi saçlarım, sivri ama küçük burnum, kalın dudaklarım, geniş ağzım ve tavsiyenle sonradan şekil verdiğim “Sezen Aksu” modeli kısa dik kaşlarım vardı. Kilo aldığım için bu saydığım özellikler farklılaşmış değil. Sadece yüz hatları diye bir şey kalmadı o kadar. Kocaman bir yüzüm var şimdi, böyle tombul tombul. Hiçbir erkeğin arzulamayacağı komik bir çehre.

Saçlarım da çok döküldü. Nerede o ellerinle tutsan birleştiremeceğin gür saçlarım. Cildim desen abur cuburdan iri kıyım sivilcelerle bezeli. Akşam 19:00 gibi buluşacağız. İki günlük açlık bile pantolonuma girmeme izin vermedi. En sonunda yere uzandım da fermuarını öyle kapatabildim.

Evden biraz erken çıktım. Bekletmek istemiyordum onu. O da saat tam 19.00'da geldi. Beşiktaş Balıkçılar Çarşısı idi görüşeceğim nokta. Beni fark etmedi önce. Biliyordum tanıyamayacağını, alınmadım hiç. İnsan 'tahmin edebilme' hallerini sık yaşayınca hayatı kolaylaşıyor, ek çözümler buluyor. Bir kere hayal kırıklığına uğramıyorsun, en güzel tarafı da bu.

- Ahmet

Adını duyunca gayrıihtiyari bana doğru çevirdi yüzünü. Şaşkınlığı gizlenecek gibi değildi. Yine de yüzüme vurmadı.

- Sinem?
- Evet. Merhaba
- Merhaba
- Eee ne yapıyoruz?
- Rakı içeceğiz diye sözleşmiştik, yanılıyor muyum?
- Yok yok doğru, rakı içeceğiz.

Rakı teklifini ben sunmuştum ona. Daha rahat konuşuruz. Alkolün etkisiyle biraz daha kendim gibi olurum diye düşündüm. Gerçekten çirkindim, ruhumu sevebilmesi için geceyi katlanılır hale getirmem gerekiyordu.

Yalnızca rakı ve meze söyledik sofraya. Aslında balığı da çok severim ama o tercih etmeyince ben de yemek istemedim. Sürekli telefonuna bakıyordu. Az konuşuyor, esprilerime zoraki gülüyordu. Üç kadeh rakı içmesine rağmen hala sırtını yaslayıp oturamamıştı. 'Her an gidebilirim' telaşındaydı.

Kulağı bende değildi, farkındaydım. Kafasının içinde türlü bahaneler arıyordu kalkmak için. Ben ise dünyanın en sevgiye muhtaç kadını olarak ara sıra ufak dokunuşlarda bulunuyor, tebessüm ediyordum. Yüzüm hep gülüyordu. Bazıları içtendi bazıları ise göz boyama. Hani belki gülüşümü çok beğenir de diğer kusurlarımı önemsemez diye düşündüm.

Öyle değil miydi? Gülmek, kime yakışmazdı ki şu hayatta? Yakışır mı yakışmaz mı bilemem ama onu yanımda daha fazla tutamamıştım. Saçma sapan bir bahane bulup ayrıldı mekandan. Oysa öyle özenmiştim ki, "her şey çok güzel olacak Sinem" diye diye gidene kadar kendime tekrarlamıştım bu cümleyi. Bir 35'lik daha söyledim kendime. Eve gidesim yoktu hiç.

Rakının gelmesini beklerken yan masadaki kadın:

- Bilinçaltınla konuş, bu sana iyi gelecek.
- Nasıl?
- Kafanın içindeki gerçek düşünceleri masaya koy diyorum.
- Kafamın içinde bir şey olduğu filan yok.
Yanıma geldi, çantasının içinden bir ayna çıkardı.
- Yanaş
Kadına baktım. Ya deliydi ya da çok sarhoştu ve benim kafam iki ihtimali de kaldıracak halde değildi.
- Yanaştım, ne olmuş?
- Aynaya bak. Bak ikimize, gördün mü yüzümdeki çizgileri. Saymaya kalksan kaç gece devirirsin böyle. 40 yaşındayım ben. Bu çizgilerin oluşmasında bir tek senelerin kabahati yok. Her biri bir yürek kanaması bunların. O yüzden tavsiyeme kulak ver.
- Kulak versem de tam olarak ne demek istediğinizi anlamadım. Bilinçaltındakiler derken?
- Yapman gereken, yaptığın fakat asıl düşündüğün şeylerden bahsediyorum. Kendine itiraf et her şeyi. Her ne varsa bildiğin, gördüğün ya da hissettiğin. İstersen sana yardımcı olabilirim. Bana seni üzen herhangi bir şeyden bahset.
- Çok şişmanım.
- Gerçekten öyle düşünüyor olabilirsin. Fakat mavi gözlerini çok beğeniyorsun. Fazla derinler ve göz şeklin neredeyse elma büyüklüğünde. Dikkat çektiğinin farkındasın. Kendini o kadar da çirkin görmüyorsun aslında. Sadece ilişkilerindeki bir türlü 'olamama' durumlarını kilona bağlamak kolayına geliyor. Madem kilona bağlıyorsun neden kurtulmuyorsun onlardan? Çünkü hayattan vazgeçmişsin sen. Birileri üzmüş seni ve sen de bundan sonraki hayatını, yaşamın içindeki negatif olayları büyüterek geçirmeye bayılıyorsun.
- Yanılıyorsun sadece kilo mevzusu değil bu. Hiç arkadaşım da yok, üzülüyorum. Paylaşmamak yalnızlığıma yalnızlık katıyor.
- Yoo bence var. Sen görüşmek istemiyorsun. İnsanlarla görüştüğünde ne kadar şık olduklarını göreceksin, yaşamlarında yeni bir şeyler yaptıklarını duyacaksın, birileri onları kıskanıyor olacak, flörtlerinden bahsedecekler, ilişkilerindeki saçmalıkları, gelgitleri, sevişmelerini...

Sonra kendine bakacaksın hepsinden eksik olduğunu fark edeceksin. Buna katlanmak istemediğin için kimseyi görmek istemiyorsun. Kimse doğuştan yalnız kalmaz bu hayatta. Tercih meselesidir yalnızlık. Aslında yalnızlık diye bir şey var mı ondan da emin değilim. 

Gerçek yalnızlık iletişim kurmamayı gerektirir. Kim dört duvara bakarak bir yaşam sürdürebilir ki? Aklı yitikler bile kafasında yer eden başka insanlarla konuşurlar. İnsansın sen! Hayatta kalman için iletişim kurman gerekir.
- Hayatta kalmak istediğimi nereden biliyorsun?
- Ölmek istediğini mi söyleyeceksin şimdi de? Hayatına son vermek oldukça kolay bir girişim pratikte. At kendini yüksek bir binanın çatı katından. Bak nasıl paramparça oluyorsun. Doğrudan geberirsin, temiz iş. Gerçekten ölmek istemediğini ikimiz de iyi biliyoruz. Ölmek isteyen insan ölür, bunu dillendirmez.

Dillendirmek, karşındakinin seni vazgeçirmesini sağlamak içindir. Bir nevi taktik, oyun gibi. Sen ölmek istediğini söyleyeceksin ve o da sana "saçmalama, ne kadar güzelsin, akıllısın, herkes seni çok seviyor..." diye uzatacak da uzatacak. Mütevazı olmak da böyle. Neymiş efendim o kıyafet gerçekten ona çok mu yakışmış mış! Hadi oradan! Sen de biliyorsun fıstık gibi olduğunu. Cazibeli göründüğünü, dikkat çektiğini, fark edildiğini ve bundan deli gibi haz aldığını. Ama sorsan herkes egosuz, herkes "aman efendim o sizin güzelliğiniz" kıvamında.

- Tut ki bilinçaltımdaki tüm düşünceleri buraya yerleştirdim. Bu bana ne fayda sağlayacak? Yani gece gece zaten kafam bozuk, elin sarhoşuyla uğraşamayacağım gidiyorum ben.
- Vaaay. Küçük hanım biraz önceki terk edilmenin acısını başka birinden çıkarıyor. Kalbi kırıldı çünkü. Kendini kötü hissettiği için başka birini kırmak istedi. Aynı şekilde olmalıydı ki daha kolay unutsun.

Aldatılmaksa aldatmak, küçümsenmekse hor görmek, takdir edilmemekse başarmak ama başkaları için değil kendi için. Çünkü herkes gibi bencildi. Herkesin söylediği "kendimden başka kimseyi düşünmüyorum" cümlesindeki kocaman yalanı çok iyi biliyordu. İnsanlar ikiyüzlü değildi aksine çok yüzlüydü ve bunu seviyordu. İş yerinde, okulda, arkadaşları arasında, annesinin yanında, kocasının koynunda. Bu bilinirdi ama herkes de ikiyüzlü insanlardan muzdarip idi ne garip.
- Çok acayip birisin.
- Ne oldu gidiyordun? Deminki olay için üzülme. Normal bir adam işte. Senden daha az okuyan, daha az sanatçı bilen, film arşivi son derece kısıtlı olan, pek komik değil, karizmatik denilmeyecek kadar şaşı, giyinmesini de becereyemen biri. 

Şimdi alt tarafı 20 kilo fazlan var diye dünyaya küsecek değilsin herhalde. Hem sana bir sır vereyim mi? Şu saçlarını binbir şekle sokman bile her zaman ondan üstün bir varlık olduğunu gösterir. Şimdi kalk ayağa kırıta kırıta eve git.
- Bayan, bayan, bayan
- Ha! Ne oldu?
- Dalmışsınız, hesabı istemiştiniz.
- Ben mi?
- Evet. Yanınızdaki beyefendi kendi hesabını ödedi. Bu da geriye kalan.
- Komik. Sadece kendi hesabını mı ödemiş? Yan masada oturan bir kadın vardı. Nereye kayboldu gördünüz mü? Sarhoştu başına bir şey gelmiş olmasın.
- Kadın?
- Evet şu masada oturuyordu.
- Hanımefendi bu masa sabahtan beri boş. Çarşamba bugün, pek iş yapamıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder