Bugün beni terk edişinin ikinci yılı. Bir
ihtimal döneceğini düşünerek her günü saydım. Şimdi gelsen "Neden
şimdi?" diye sormam bile. Tanıyabilir misin beni orası meçhul. Durmadan
bir şeyler yiyip, duruyorum. Garip değil mi? Oysa kitaplardan filmlerden öyle
öğrenmemiştim!
"Gittikten sonra bir deri bir kemik
olmuş Hacer" diye başlıyordu cümleler. Özledikçe daha çok yedim, başkasına
dokunduğunu hayal ettikçe daha çok içtim. Bir aydır birisiyle görüşüyorum.
Sadece konuşuyorduk, bugün görüşmeye
karar verdik. Randevu tarihine İki gün önce anlaştık. Ben de iki gündür ortalıkta,
aç bilaç geziniyordum.
Ahmet ile internetten tanıştım. Zaten
aksi, bu vücutla çok zor. Eski fotoğrafımı gördüğü için bir an önce buluşmak
istedi. Halbuki ne kadar güzel bir kadındım. Düz uzun kahverengi saçlarım,
sivri ama küçük burnum, kalın dudaklarım, geniş ağzım ve tavsiyenle sonradan
şekil verdiğim “Sezen Aksu” modeli kısa dik kaşlarım vardı. Kilo aldığım için
bu saydığım özellikler farklılaşmış değil. Sadece yüz hatları diye bir şey
kalmadı o kadar. Kocaman bir yüzüm var şimdi, böyle tombul tombul. Hiçbir
erkeğin arzulamayacağı komik bir çehre.
Saçlarım da çok döküldü. Nerede o
ellerinle tutsan birleştiremeceğin gür saçlarım. Cildim desen abur cuburdan iri
kıyım sivilcelerle bezeli. Akşam 19:00 gibi buluşacağız. İki günlük açlık bile
pantolonuma girmeme izin vermedi. En sonunda yere uzandım da fermuarını öyle kapatabildim.
Evden biraz erken çıktım. Bekletmek
istemiyordum onu. O da saat tam 19.00'da geldi. Beşiktaş Balıkçılar Çarşısı idi
görüşeceğim nokta. Beni fark etmedi önce. Biliyordum tanıyamayacağını,
alınmadım hiç. İnsan 'tahmin edebilme' hallerini sık yaşayınca hayatı
kolaylaşıyor, ek çözümler buluyor. Bir kere hayal kırıklığına uğramıyorsun, en
güzel tarafı da bu.
- Ahmet
Adını duyunca gayrıihtiyari bana doğru
çevirdi yüzünü. Şaşkınlığı gizlenecek gibi değildi. Yine de yüzüme vurmadı.
- Sinem?
- Evet. Merhaba
- Merhaba
- Eee ne yapıyoruz?
- Rakı içeceğiz diye sözleşmiştik,
yanılıyor muyum?
- Yok yok doğru, rakı içeceğiz.
Rakı teklifini ben sunmuştum ona. Daha
rahat konuşuruz. Alkolün etkisiyle biraz daha kendim gibi olurum diye düşündüm.
Gerçekten çirkindim, ruhumu sevebilmesi için geceyi katlanılır hale getirmem
gerekiyordu.
Yalnızca rakı ve meze söyledik sofraya.
Aslında balığı da çok severim ama o tercih etmeyince ben de yemek istemedim.
Sürekli telefonuna bakıyordu. Az konuşuyor, esprilerime zoraki gülüyordu. Üç
kadeh rakı içmesine rağmen hala sırtını yaslayıp oturamamıştı. 'Her an
gidebilirim' telaşındaydı.
Kulağı bende değildi, farkındaydım.
Kafasının içinde türlü bahaneler arıyordu kalkmak için. Ben ise dünyanın en
sevgiye muhtaç kadını olarak ara sıra ufak dokunuşlarda bulunuyor, tebessüm
ediyordum. Yüzüm hep gülüyordu. Bazıları içtendi bazıları ise göz boyama. Hani
belki gülüşümü çok beğenir de diğer kusurlarımı önemsemez diye düşündüm.
Öyle değil miydi? Gülmek, kime yakışmazdı
ki şu hayatta? Yakışır mı yakışmaz mı bilemem ama onu yanımda daha fazla
tutamamıştım. Saçma sapan bir bahane bulup ayrıldı mekandan. Oysa öyle
özenmiştim ki, "her şey çok güzel olacak Sinem" diye diye gidene
kadar kendime tekrarlamıştım bu cümleyi. Bir 35'lik daha söyledim kendime. Eve
gidesim yoktu hiç.
Rakının gelmesini beklerken yan masadaki
kadın:
- Bilinçaltınla konuş, bu sana iyi gelecek.
- Nasıl?
- Kafanın içindeki gerçek düşünceleri
masaya koy diyorum.
- Kafamın içinde bir şey olduğu filan
yok.
Yanıma geldi, çantasının içinden bir ayna
çıkardı.
- Yanaş
Kadına baktım. Ya deliydi ya da çok
sarhoştu ve benim kafam iki ihtimali de kaldıracak halde değildi.
- Yanaştım, ne olmuş?
- Aynaya bak. Bak ikimize, gördün mü
yüzümdeki çizgileri. Saymaya kalksan kaç gece devirirsin böyle. 40 yaşındayım
ben. Bu çizgilerin oluşmasında bir tek senelerin kabahati yok. Her biri bir
yürek kanaması bunların. O yüzden tavsiyeme kulak ver.
- Kulak versem de tam olarak ne demek
istediğinizi anlamadım. Bilinçaltındakiler derken?
- Yapman gereken, yaptığın fakat asıl
düşündüğün şeylerden bahsediyorum. Kendine itiraf et her şeyi. Her ne varsa
bildiğin, gördüğün ya da hissettiğin. İstersen sana yardımcı olabilirim. Bana
seni üzen herhangi bir şeyden bahset.
- Çok şişmanım.
- Gerçekten öyle düşünüyor olabilirsin.
Fakat mavi gözlerini çok beğeniyorsun. Fazla derinler ve göz şeklin neredeyse
elma büyüklüğünde. Dikkat çektiğinin farkındasın. Kendini o kadar da çirkin
görmüyorsun aslında. Sadece ilişkilerindeki bir türlü 'olamama' durumlarını
kilona bağlamak kolayına geliyor. Madem kilona bağlıyorsun neden kurtulmuyorsun
onlardan? Çünkü hayattan vazgeçmişsin sen. Birileri üzmüş seni ve sen de bundan
sonraki hayatını, yaşamın içindeki negatif olayları büyüterek geçirmeye
bayılıyorsun.
- Yanılıyorsun sadece kilo mevzusu değil
bu. Hiç arkadaşım da yok, üzülüyorum. Paylaşmamak yalnızlığıma yalnızlık
katıyor.
- Yoo bence var. Sen görüşmek
istemiyorsun. İnsanlarla görüştüğünde ne kadar şık olduklarını göreceksin,
yaşamlarında yeni bir şeyler yaptıklarını duyacaksın, birileri onları
kıskanıyor olacak, flörtlerinden bahsedecekler, ilişkilerindeki saçmalıkları,
gelgitleri, sevişmelerini...
Sonra kendine bakacaksın hepsinden eksik
olduğunu fark edeceksin. Buna katlanmak istemediğin için kimseyi görmek
istemiyorsun. Kimse doğuştan yalnız kalmaz bu hayatta. Tercih meselesidir
yalnızlık. Aslında yalnızlık diye bir şey var mı ondan da emin değilim.
Gerçek
yalnızlık iletişim kurmamayı gerektirir. Kim dört duvara bakarak bir yaşam
sürdürebilir ki? Aklı yitikler bile kafasında yer eden başka insanlarla
konuşurlar. İnsansın sen! Hayatta kalman için iletişim kurman gerekir.
- Hayatta kalmak istediğimi nereden
biliyorsun?
- Ölmek istediğini mi söyleyeceksin şimdi
de? Hayatına son vermek oldukça kolay bir girişim pratikte. At kendini yüksek
bir binanın çatı katından. Bak nasıl paramparça oluyorsun. Doğrudan geberirsin,
temiz iş. Gerçekten ölmek istemediğini ikimiz de iyi biliyoruz. Ölmek isteyen
insan ölür, bunu dillendirmez.
Dillendirmek, karşındakinin seni
vazgeçirmesini sağlamak içindir. Bir nevi taktik, oyun gibi. Sen ölmek
istediğini söyleyeceksin ve o da sana "saçmalama, ne kadar güzelsin,
akıllısın, herkes seni çok seviyor..." diye uzatacak da uzatacak. Mütevazı
olmak da böyle. Neymiş efendim o kıyafet gerçekten ona çok mu yakışmış mış!
Hadi oradan! Sen de biliyorsun fıstık gibi olduğunu. Cazibeli göründüğünü,
dikkat çektiğini, fark edildiğini ve bundan deli gibi haz aldığını. Ama sorsan
herkes egosuz, herkes "aman efendim o sizin güzelliğiniz" kıvamında.
- Tut ki bilinçaltımdaki tüm düşünceleri
buraya yerleştirdim. Bu bana ne fayda sağlayacak? Yani gece gece zaten kafam
bozuk, elin sarhoşuyla uğraşamayacağım gidiyorum ben.
- Vaaay. Küçük hanım biraz önceki terk
edilmenin acısını başka birinden çıkarıyor. Kalbi kırıldı çünkü. Kendini kötü
hissettiği için başka birini kırmak istedi. Aynı şekilde olmalıydı ki daha
kolay unutsun.
Aldatılmaksa aldatmak, küçümsenmekse hor
görmek, takdir edilmemekse başarmak ama başkaları için değil kendi için. Çünkü herkes
gibi bencildi. Herkesin söylediği "kendimden başka kimseyi
düşünmüyorum" cümlesindeki kocaman yalanı çok iyi biliyordu. İnsanlar
ikiyüzlü değildi aksine çok yüzlüydü ve bunu seviyordu. İş yerinde, okulda,
arkadaşları arasında, annesinin yanında, kocasının koynunda. Bu bilinirdi ama
herkes de ikiyüzlü insanlardan muzdarip idi ne garip.
- Çok acayip birisin.
- Ne oldu gidiyordun? Deminki olay için
üzülme. Normal bir adam işte. Senden daha az okuyan, daha az sanatçı bilen,
film arşivi son derece kısıtlı olan, pek komik değil, karizmatik denilmeyecek
kadar şaşı, giyinmesini de becereyemen biri.
Şimdi alt tarafı 20 kilo fazlan
var diye dünyaya küsecek değilsin herhalde. Hem sana bir sır vereyim mi? Şu
saçlarını binbir şekle sokman bile her zaman ondan üstün bir varlık olduğunu
gösterir. Şimdi kalk ayağa kırıta kırıta eve git.
- Bayan, bayan, bayan
- Ha! Ne oldu?
- Dalmışsınız, hesabı istemiştiniz.
- Ben mi?
- Evet. Yanınızdaki beyefendi kendi
hesabını ödedi. Bu da geriye kalan.
- Komik. Sadece kendi hesabını mı ödemiş?
Yan masada oturan bir kadın vardı. Nereye kayboldu gördünüz mü? Sarhoştu başına
bir şey gelmiş olmasın.
- Kadın?
- Evet şu masada oturuyordu.
- Hanımefendi bu masa sabahtan beri boş.
Çarşamba bugün, pek iş yapamıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder