26 Mart 2016 Cumartesi

Ciğer

Onu ilk gördüğümde tüm zamanların durduğunu hissetmiştim. Konuşamıyordum, dilim tutulmuş gibiydi. Ay tutulması, güneş tutulması... izledim durdum da bu zamana kadar nasıl bir şeymiş işte ben o gün anladım. 

İlk anlatamadık tabii. Nasıl anlatılır bilmezdim böyle duygular. Oysa ne çok roman, şiir okumuştum. Hepsi de ezberimde ha. Yeminlen bak sen de ben sana satır satır dizeyim hepsini. Ama hiç diyemedim ona bu dizeleri. Ben de şiir yazdım ki ona. Üf ne biçim hem de. 

Saçındaki tek beyaz telinden başladım ayak uçlarına kadar onu anlattım, sayfalarca... Evet bunları da diyemedim. Sonra bir gün erkek kardeşim heyecanlı heyecanlı yanıma geldi. Ne tesadüftür ki ben yine sana söylemediklerimi yazıyordum. Aşık olmuş bizim sıpa. Kime olacak sana tabi ki de. Senden güzel kız mı var bizim mahallede. Ses etmedim, edemedim. Kardeşim lan o benim. Ciğerim benim o. 

Ciğer nedir sen bilir misin? Ha sen sevmişsin o ciğerim dediğin insan. Ciğerin ise eğer, onun mutluluğundan başka bir şey isteyemezsin. Kötülük edecek elin çıt diye kırılıverir. Durduk yere kırılır anlayamazsın. Önce kader dersin, sonra biraz düşününce öfken de geçince... Öfken geçince düşünmeye başlar insan çünkü. "Kibirime kapıldım, mutsuz olsun istedim. Kader diyemem ben kendim ettim." 

Önce gözlerim yaşardı hafiften. "Ne mutlu oğlum sana. Desene dünya sana bir başka güzel şimdi." Öyle içten güldü ki, sanırım bu sefer mutluluktan gözlerim yaşarıyordu. Çok zaman geçmeden istedik Nuray'ı. Gelin ettik evimize. Anne baba yoktu zaten. İsteselerdi kredi çeker yine de bir ev alırdım onlara. İkisi de okuyordu, ev alacak paraları yoktu. 

Üniversiteyi bitirmelerine iki yılı daha vardı ikisinin de. O iki yıl aynı evin içinde... Nasıl desem... "Ben böyle ızdırap görmedim" yazsam ağır olur, evin içerisinde iki mutlu insan... Hani mevsimi gelmiş de karpuz yermiş gibiydim. Bazen de aşırısından biraz az mutluydum. Karmakarışık en uygun tanımlaması galiba.

İki yıl sonra mezun oldular. İkisi de bayağı uzun bir süre iş bulamadı. En sonunda işe girdiler ama aldıkları maaş kendilerine zor yetiyordu. Allah'tan ev kendimize aitti. Ben de dergilere, sitelere gönderdiğim yazılarla kendime yetiyordum. Sonra Nuray hamile kaldı. Aşık olduğum kadının kardeşimden çocuğu olacaktı, amca oluyordum. Ne mutlu bana! Çocuk evin neşesidir derler ama bizde durum tam aksi oldu. Para, para, para! Yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor!

Her gün kavga ediyorlardı. Aralarına girmemeye çalışıyordum. Anne baba kavgasından etkilenen 6 yaşındaki çocuk kadar mutsuzdum. Bazen kendimi resim yaparken buluyorum (ki hiç beceremem). Nuray ofisindeki patronuyla yatıp kalkıyormuş meğer. 

Adamı önce karısından boşattı sonra da bizim oğlanı boşadı. Erkek kardeşim bir daha hiç eskisi gibi olmadı. En son karpuz yerken güldüğünü gördüm (zar zor). Kendimi paraladım, güleceğini bilsem palyaço kostümünü giyip sessiz sinema bile çekerdim onun için. Ama yok yok yok.

Cuma namazından döndüm, kapı aralıktı. O an anlamıştım. Bir evin kapısı aralıksa ya ne istediğini bilmeyen evin sahibi olmayacak bir iş yapmıştır ya da hırsız girmiştir. Bizde de çalınacak bir şey olmadığına göre geriye diğer ihtimal geliyordu. Koşa koşa odasına gittim, yoktu. Banyonun kapısını açtım bir hışım. 

Eski püskü küvetin içi kıpkırmızıydı. Evden çıkar çıkmaz kıymıştı kendine belli. Dibe çökmüştü vücudu, kahverengi saçları hafiften küvetin başında kalmıştı. Yanına çöktüm, tuttum onu çıkardım. Kafası göğsümde ben ağladım, o sustu. Ben yine ağladım o yine susmaya devam etti.

Demek benden daha çok sevmişti Nuray'ı. Ben biliyordum ama benden çok sevdiğini. "Değer miydi be" diyecek oldum, belli ki değmişti. Onsuz yaşayamayacağını düşündükçe beynini kemiriyor ise insan nasıl mantıklı düşünsün. Dünyanın en kolay şeyidir adı gibi kolayına kaçmak. İntihar hayattan kaçmanın en kolay yoludur ve bunu en düşüncesiz anında yaparsın. O anı yakalarsan biraz da cesaretin varsa yaparsın işte.

Benim aklıma şey takıldı ama... Benden de mi çok sevdin lan Nuray'ı. Oysa ben en çok seni sevmiştim bu dünyada. Dünya bir yana ciğerim bir yanaydı. Senin için durum pek öyle değilmiş anlaşılan. Yaşasaydın bunları duysaydın, "Ağabey ne alakası var şimdi" derdin kesin. Ben alışığım gerçi, herkesi en çok ben sevmeye. Vallahi var ya yaşasan, hani ölmemiş olsan Kuran çarpsın yüzüne vurmazdım. Ses etmezdim yine.

Hiçbir şeye ses etmiyorum zaten. Sen her şeye tepki olarak doğmuştun ben susmak için. Ben daha ilkokulda iken annemler uyanmasın diye sessiz sessiz giyinip kahvaltımı yapar, kapıyı yavaşça kapatırdım. Banyoda giyinirdim duymasınlar fermuarın sesini diye. Sen ise uyansınlar diye dolapları hızlı hızlı kapatırdın. 

Ben üniversitede bile en arkada oturur, aralarda kulaklığımı takar müzik dinlerdim. Senin de üye olmadığın dernek, organizasyon kalmamıştı. Her gün yeni bir şeyle gelirdin eve. Sonra "Avukat olacağım" ben diye çıka geldin bir gün. Ben de yazmayı seçtim, hep sessizlikten yanaydım. İnsanlarla konuşmadan yapılabilecek en güzel işi seçmiştim.

Hep gurur duydum seninle. İntihar ettin ya, ben yine gurur duydum seninle. Cesaretin için... Ben böyle şeylere hiç cesaret edemedim. Aklıma geldi de yapadım ne bileyim. Ama en büyük cesaretin her şeye rağmen 'yaşamak' olduğunu sana hiç diyememişim. Çok üzgünüm. Anlaşılan sana da anlatmamışlar ya da sen öğrenmek istememişsin. Doğrudur...

18 Mart 2016 Cuma

Bir Ayrılık

Eskiden ne kadar çok kitap okurdum. Tüm paramı sadece kitaplara verirdim. Aç kaldığım zamanları bile hatırlıyorum. Kitapları insanlara benzetiyorum. Neme, yangına, zamana dayanamazlar hiç. Bir de içindekiler elbette. Sen ben satırlara dökememiştir belkide hayatlarımızı ama birileri yazmıştır işte. Çünkü en nihayetinde herkesin başına gelen şey aynı değil miydi? 

Uzun bir zamandır birçok insanın başına gelen bir sorunla boğuşuyorum. Ben karımdan boşanmak istiyorum. Boğazımda kocaman bir düğüm, ne yemek yiyebiliyor ne bir şeyler söyleyebiliyorum. Yalnızca düşüyorum. Kitaplardan yardım almaya çalıştım. Tıpkı eskisi gibi... Ne yazık ki onların da bana bir faydası olmadı maalesef. Ama bu akşam konuşacağım. 

Sabahtan beri evde onu bekliyorum. Yeterince de içtim. Alkol böyle anlarda bir kitaptan daha etkili olabiliyor. Konuşurken bir yandan kafamı kuma gömmek istiyorum da o da zor olacak herhalde. Yüzüne bakmak istemiyorum, kelimeleri zihnimde toparlayamıyorum. 

Giriş cümlesinde kalakalıyorum. Allah'ım bana yardım et. Bunca yıl aynı yastığa baş koyduğum birine artık hayatımda görmek istemediğimi nasıl anlatabilirim, yani nasıl ifade edilir ki? İşte geldi, evet geldi. Kapı açılıyor. Tamam sakin olmalıyım.

- Nurdan hoş geldin.

- Hoş bulduk hayatım. Ver bir öpücük bakalım. Evde miydin bütün gün?

- Evet.

- Bugün Kemal bey aradı. Hani şu banka işi vardı ya. İş yerinde birini arıyorlarmış. Ben ona daha önce demiştim. Öyle bir açık olursa mutlaka bize haber ver diye. Yarın sabah 09.00'da görüşmen var yakışıklı.

- Buna gerek yoktu. Ben herhangi bir yayınevinde çalışmak istiyorum. Seninle daha önce de konuşmuştuk. Bankacı olduğun için çevren daha çok orada ama ben bu sektörü sevmiyorum. Neden bana sormadın?

- Şey... ben... bilmiyorum bu kadar net olduğunu bilmiyordum. Hem bir görüşsen ne çıkar ki istemezsen zorla işe sokacak değiliz seni. Hakan aylardır çalışmıyorsun. İş görüşmelerine gitmiyorsun. Tutturmuşsun bir yayınevi sevdası. Ne yapacaksın orada? Kitabını evde de yazabilirsin.

- Hiç anlamıyorsun değil mi? Her şey senin istediğin gibi olmalı bu evde. Ama ben bu evin bir eşyası değilim. Vazon değilim senin anlıyor musun? İstediğin yere koyup durma artık beni. Gerçekten çok bunalıyorum.

- Sanırım sen bunalmak için yer arıyorsun. Bu ne sinir? Ne dedim ki ben şimdi? Senin iyiliğini istiyorum. Evliyiz Hakan anladın mı! Birbirimizden sorumluyuz. Bu kadar abartılacak, sesini yükseltecek bir şey yoktu.

- Neyse bu konunun üzerinde fazla dolanmak istemiyorum. Benim seninle konuşacağım başka bir mesele var.

- Ne oldu?

- Nurdan ben boşanmak istiyorum.

- Anlamadım.

- Anlaşılmayacak bir şey yok boşanmak istiyorum işte.

- Başka biri mi var?

- Hayır öyle bir şey değil. Kelimelere dökülünce kabalaşacağımın farkındayım ama dürüst olmak istiyorum. Tek bir nedeni var o da seni artık sevmiyor oluşum.

- Ne zamandan beri?

- İşten çıkarıldığımdan beri. Yani o zamanlar senden soğumaya başlamıştım. Zamanla da hiçbir şey hissetmediğime karar verdim. Anlıyorsun sanıyordum. Cinsel yaşantımız bile yok artık.

- Hayır anlamamıştım. Ben... yani ne bileyim... Sandım ki işsizlikten kaynaklı. Bizimle alakası yok diye düşünüyordum. Peki, zorla sevdirecek halim yok kendimi. Bitti ise bitmiştir. Boşanma davasını sen aç. Bu akşam dışarıda kalsam daha iyi olacak. İyi geceler.

- Gerçekten üzgünüm.

- Bunun bir önemi yok.

Hakan'ın tarafından bir ayrılık;

- Alo. Alp naber abi, nerdesin? Tamam geliyorum ben de.

- Ooo yüzünüzü gören cennetlik paşam. Hoş geldin. Hayırdır hangi dert attı seni buraya.

- Dur önce bir soluklanayım. Abi bakar mısın, bana da bir ufak açsana sana zahmet.

- Ne oluyor lan.

- Nurdan'la boşanıyoruz. 

- Haydaaaaa. Ne oldu oğlum. En son yılbaşında gayet iyidiniz.

- Bir ay sonra da kovuldum biliyorsun.

- Oğlum işten atılınca insan hemen boşanıyor mu hemen.

- Ben boşanmak için evlendim sanki amına koyayım. İnsan işsiz olunca hele de bir erkek her şey gözüne gözüne batıyor. Nurdan da sağ olsun kendime acımam konusunda baya bi yardımcı oldu. Hiçbir işe yaramadığımı hissediyorum. 

Pencerenin önündeki plastik çiçek gibi, olsan ne olmasan ne ama evi güzel gösteriyor. Nurdan sürekli beni bir kalıba oturtmaya çalışıyor. Hayallerimi küçümser oldu. Kovulduk ya demek ki işe yaramıyordum o zaman hayallerimin de bir manası yok anlayacağın onun için. Her gün kendi kafasındaki iş teklifleri ile gelmeye başladı. Bana fikrimi bile sormuyor. Sanki ben düşünemeyen bir hayvanım. 

Eskiden "Akşam ne yersin?" diyen insan gitti, yerine "Bu akşam ne yemek yapacaksın?" diyen kadın geldi. Yani eyvallah ben de yemek yapmayı severim. Kadın diye hiçbir zaman evdeki işleri ona yüklemedim ama son zamanlarda çok abarttı. Ben de erkeğim daaa yeter artık. 

Boğuluyorum anlıyor musun? Maddi anlamda bir sıkıntım yok aslında. Hatta işten çıkar çıkmaz hemen tatile çıktık. İlk başlarda durumun geyiğini yapıyorduk. "Bak birbirimize vakit ayırabiliyoruz artık, keşke daha önceden kovulsaymışın" filan. Şimdi halimize bak. Hanımefendi bana 3 yaşındaki çocuk gibi davranıyor.

- Bunları ona anlattın mı?

- Gerek duymadım. Tartışma büyüyecek, saygısızlaşacaktık. Ne olursa olsun birbirimizin yüzüne bakacak durumda olalım istiyorum.

- Ne diyeyim abi hayırlısı. Hadi yeni hayatının belkide ikinci baharının şerefine.

Nurdan'ın tarafından bir ayrılık;

- Bilge evde misin? Tamam sana geliyorum. Çok kötüyüm. Şarap var mı? Oh süper.

- Hoş geldin fıstık. Yaaa çok kötü görünüyorsun had gir içeri hemen. Of buz gibisin.

- Evden apar topar çıktım. Havayı düşünecek halde değildim. Ne oldu bir bilsen. Boşanıyoruz!

- Neeee! Nasıl ya, siz! Anlat hemen ne alaka ya.

- Beyefendi boşanmak istiyormuş. İnsan aniden böyle bir şeye nasıl karar verebilir. Nasıl hemen sevmediğini anlayabilir. Tamam evlilik biraz da alışkanlık ama 'sevmeme' durumu bilmiyorum. 

Çok kötüyüm Bilge ya. Kendimi kandırılmış hissediyorum. Paranoyaklaşıyorum, sanki beni hiç sevmemiş gibi geliyor. Israrla başka bir kadın olduğunu filan düşünüyorum.

- Dur ya abartma sen de hemen. Çok düşünme, olacağı varmış demek. Ne yapalım yani, kendini yıpratınca her şey düzelecek mi?

- Bilge öyle değil işte. Bana bir söz verdi o. "Hayatımın sonuna kadar seninle olmak istiyorum" dedi. Bizim kavga etmişliğimiz dahi yok. Birbirimizi hiç kırmadık. Ne kadar da kolay ayrılıyor öyle. Ne demek sevemedim. Ömrümü adadım ona. İşten ayrıldı kendimi paraladım yeni bir işe girsin diye. 

O üzülmesin diye gizliden gizliye iş ilanlarına baktım. Adına hesap bile açtım, yani bu abartı olmuş olabilir. Ama o kadar bitik haldeydi ki, onu öyle görünce içim parçalanıyordu. Çocuk istiyordum, ileriye erteledim. Tek kelime etmedim. Faturaları o görmesin diye hemen alıp vaktinde ödüyordum. 

İşsizdi, çaresizdi biliyordum yine de seviyordum. Ben çok sevdim onu. Nerede hata yaptığımı bir türlü anlayamıyorum. Gelirken beynimi kemirdim hala bulmuş değilim. Düşüncesizce mi davrandım acaba? Dinlemedim mi onu? 

Geceleri uyumazdı, nefesinden anlardım. O uyumayınca ben de uyumazdım. Uyuyana kadar beklerdim, ses etmezdim. Nedense sustum. Konuşmak mı lazımdı bilmiyorum. Aklım bildiğime yetmiyor, yetemiyor.

- Nedense susmana içelim o zaman. Şerefe!

13 Mart 2016 Pazar

Yangın ve Çığlık

Eskiden hayatın bir masal olduğuna inanırdım. Ama çok çok eskiden, çocukluğumdan bahsediyorum. Yaşamın masal olmadığını anladığın vakit artık yetişkin olmuş oluyorsun. Bazıları sadece yetişkin iken bazıları da yetişkin bir birey olmayı başarıyor. Ben başaramayanlardanım. 

Yetişkinlerin (bu birey de olsa aynı) en büyük hayali her şeyi bir anda bırakıp sakin bir kasabaya yerleşmek. Bu durum mutsuz evliliği olanlarda (hele ki çocukları varsa) daha çok görülüyor. Ben sandım ki, ani bir kararla istifa edip köy ya da kasaba fark etmez, şehir yaşamından uzaklaşınca her şeyin düzelecek. Yaklaşık iki yıldır buna kendimi inandırmışım. Evet standart düzenim içine ettim. 

Standardı renklendirip, önce ne istediğime karar vermekten çok tüm imkanlarımı tek bir kalemde sildim. İstifa etmeden önce tüm planları yapıp ardından bana düşen otogara gitmek oldu. Rize'nin küçük bir kasabasında doğdum. Şimdilerde bayağı bir seveni var. Uzun süredir gitmediğinden hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. 

İstanbul kadar olmasa da orayı da bir kalabalıklık almış, değişmiş ne bileyim. Eskiden çok az insanla karşılaşırdım. Doğduktan sonra İstanbul'a geldik. Ben yine ara ara gelirdim. En son 18 yaşında gelmiştim buraya. Aradan geçmiş 30 sene. 48 yaşındaki birine uygun değil bana sorarsanız. En azından benim hayal ettiğim kasaba bu değildi. Yine de şehir yaşamına göre daha iyi hissedeceğimi düşünerek hemen geri dönmek istemedim. 

Bugün üçüncü günüm, o kadar çok sıkılıyorum ki, yemyeşil tepelere çıkıp sadece çığlık atmak istiyorum. Çığlık atsam rahatlayacağım aslında. Ama kendimden görünümünden utanıyorum. 48 olduk artık, az buz değil. Hiç yakışıyor mu benim gibi adama? Deli derler vallahi. Bir gün tıpkı diğer günler gibi avare avare dolaşıyorum. 

Hava çok güzel ama tam ciğerlerime çekecek oluyorum, gökyüzünde pis bir görünüm var. "O ne ya" demeye kalmadan yandaki ahşap evin yandığını görüyorum. Anlayamadan evin etrafı doluveriyor. Bir kadının çığlığını duyuyorum. "Ocağım yanıyooor" diye bağırıyor. Çocukları da kocası da yanında. Ölen yok sanırım ama evine nasıl ağlıyor. Meğer tek sığınağı imiş orası. 

Bir ev, içinde az biraz parası da varmış. Bu zamana kadar biriktirdiği tüm parası... Kaç gündür kocası başının etini yemiş şunları bankaya yatıralım bir iş gelecek diye ama işte... Kocasına da pek güvenmezmiş. Kumarbazın teki olduğundan bu konularda "Düşmanıma emanet ederim de sana vermem kefen paramı" dermiş. 

İçim biz cız etti, yanından az ötede çöküverdim. Onlar ağlıyor ben ağlıyorum. Yanıma bir teyze oturdu, elini omzuma koyup, "Yakının mı?" dedi, "yok" dedim. "Ne bileyim oğul, pek bir içerlemişsin haline bakılırsa." 

Bir şey diyemedim. Ama kadının o hali çok dokundu. Yapacak bir şey yoktu ve elimden de gerçekten bir şey gelmiyordu. Eve gittim, çatıya çıkıp boylu boyunca uzandım. Bu Rize'de yıldızlar bir başka güzel yahu diye içimden geçirirken, dilimden başka bir laf çıktı. "Yanmak..." Bazen alev alev bir evin darmaduman olması bazen de görünmeyen yerlerinin un ufak olması. Ben yanmış mıydım? Yanmıştım ya yanmaz mı insan. 

Kul tüm yaşamı boyunca bir kere yanmadıysa bu dünyada hiçbir şey öğrenememiştir. Tabii bana sorarsan öyle... Nalan idi yangının adı, ne yangındı ama. Sonra söndü gerçi. Yine de bir yangının külünü yeniden yakıp geçsin çok isterdim. Çünkü ondan sonra kimseyi sevemedim. Ne bileyim olmadı işte, sanırım biraz da korktum. Daha da gönül işlerinden uzak durdum. 

Aşk meşk bana yaramıyor. Duygusunu sevmiştim lakin dedim ya bana olmadı. Oturmadı işte üstüme. Yakışıksız durdu. Şimdi düşünüyorum da, "Sen hamalsın, aileme hamal bir adamla evleniyorum diyemem" dediğinde elini öpüp hemen oradan uzaklaşmıştım. Koştum koştum koştum. En sonunda soluğum kesildi, köprünün altında kalakaldım. O zaman çığlık atmıştım işte. Öyle bağırmıştım ki, sonsuza dek sürer sanmıştım. Sonra ezan okundu, onunki benden yüksekti. Saygıdan sustum ben de. 

Okuyordum o zaman. Okuldan arta kalan zamanlarda da hamallık yapıyordum. Erkek adamım ya onunla buluştuğumuzda elini cebine soksun istemiyordum çünkü. Yoksa ailem çok şükür geçinmemi sağlayacak kadar para gönderiyordu. Evet tıkı tıkına yetiyordu belki ama yine de bana yetiyordu işte. 

Nalan ömrüm boyunca bu işi yapacağımı mı düşünmüştü anlam veremedim. Ancak okurken görüşmemiz daha rahat olsun diye nişanlanmaya karar vermiştik. Daha doğrusu ben karar vermiştim. Ailesi ile tanışıp onlara güven vermek istiyordum. Okuldan sonra da evlenirdik işte. Çok basit hayaller kurmuşum ben. Hala da öyleyim, basit adamın tekiyim. 

Hiç olmayacak düşler kuramadım şu hayatta. Bu yüzden sıkıcı olduğum bile söylenebilirim. Nereden geldi şimdi bunlar aklıma hay Allah'ım. O değil de insan yandığından ama gerçekten yandığında çığlık atmalı. Yüreğinden sökülmesi daha kolay oluyor. Su gibi, bir serinlik hissi sorma gitsin.

7 Mart 2016 Pazartesi

İnsanın Kendine Acıması Garip Bir Deneyim

Bu sabah yan komşumuz İbrahim ağabeyin sesi ile güne uyandım. Uzun süredir sesini duymuyordum. İbrahim ağabey, 40 yaşlarında kel, göbekli, yeşil gözlü bir amcamız aslında. Görünüşü yıllarında rakıcısı gibi duruyor - satan değil içen anlamında-. Ki gerçekten de öyle. Ölen karısından iki kız evladı var. Çok kilolu bir karısı vardı. 

Bir gece yemeği fazla abartmış, kalpten göçtü gitti. Karısı çok severdi. Yani biz öyle görüyorduk. Onunla evlendikten sonra balkonda rakı içmez oldu. Adı Nuray'dı. Nuray abla öldükten 3 ay sonra başka kadınla evlendi. Herkes dedikodusunu yaptı İbrahim ağabeyin. "Daha yeni öldü" dediler, yeni karısı hiç evlenmemişti. 

"Kız oğlan kız nasıl iki çocuklu adamı aldı" dediler. Artık nereden biliyorlarsa bakire olduğunu. Üstelik İbrahim'in parası da yokmuş. Uzun bir süre mahalle bu sorulara cevap aradı durdu. Ta ki yeni karısından da boşanana kadar. 

Bu sabaha gelirsek iki kızı da çok güzel İbrahim ağabeyin. Biri sarışın masmavi gözlü diğeri esmer kıvırcık böyle melezlere benziyor. Az fenalar sanki, pek cilveliler. İbrahim ağabeyin her gün onlara küfür ede ede güne başlardı. Haliyle biz de. 

Göbeği açık bluzla nasıl evden çıkarmış, o saçlar neden kırmızıya boyanmış idi bugünün kavgası. Zaten ikinci karısından da sarışın olana oje sürdü diye ayrılmıştı İbrahim ağabey. Nasıl sürermiş, daha çocukmuş o. Kadın da ne var filan derken tartışma "sen onların annesi değilsin"e gelince kıyamet koptu tabii. 

Ben de hazır erken uyanmışken işsizlik maaşımı almaya gideyim dedim. Bir hafta oldu yatalı sanki hiç paraya ihtiyacım yokmuş gibi evden çıkamadım bir türlü. Maaşı çektikten sonra Balat'a gittim. Denizin kıyısında şöyle güzel bir keyif yaptım. Yalnızlık güzel şey ya deyip kendimi kandırmayı da ihmal etmedim. 

Aslında çok da kandırmak sayılmaz. Gerçekten bazen dünyanın en keyif verici hali olabiliyor. Kafamı çevirdim, oyun parkının yanında İbrahim ağabey de tıpkı benim gibi birasını almış denizi seyrediyordu. Şaşırdım balkondan denizi seyre terfi etmişti demek. Mahalleden pek çıkan bir insan değildi neticede. Her gün birini görmeniz gerekirse bu kesinlikle İbrahim ağabey olurdu. Kimsesiz gibiydi acıdım haline, yanına iliştim.

- Müsade var mı?

- O Ayhan, gel gel olmaz mı. Nasılsın bakalım. Bu aralar çok görüyorum seni. Hayırdır işten filan mı çıktın?

- O kadar belli oluyor mu yahu?

- Tecrübe diyelim. Malum senelerin işsizi var karşında.

- Doğru ayrıldık. Beceremedik. Allah'tan işsizlik maaşı var da anneme el açmıyorum. Dokunuyor insana biliyon mu. Zaten pek de harcamıyorum. İnsan çalışırken daha çok harcıyor.

- Eee tabii. Bir kere her gün işe gitmek için bile para ödüyorsun. Neyse ki kira, fatura derdin yok. Annen ile yaşamak çok iyi.

- İşte bazen. Sen iyisin inşallah. Canın sıkkın gibi geldi. Ondan yanına geleyim dedim.

- Halime mi acıdın? Doğru acınacak bir halim var.

- Yok onu demek istemedim. Ne acıması. Yalnızca moralin bozuk gibiydi. Belki bana öyle gelmiştir.

- Bu ara garip bir deneyim yaşıyorum Ayhan. Bak şu çocuğa. Daha varsın olsun 12-13 yaşında. Nasıl iki büklüm topallaya topallaya simit satıyor. Demin ben de annemin emekli parasını çektim. Postaneye bir adam geldi. Görsen ufacık, öyle yaşlı ki. Bir de kireçlenme mi diyorlar artık bilemiyorum. 

Kamburu çıkmış. Kimliği elinde görevli arıyor da boyu, memurun masasına yetmiyor. Herkes adama nasıl bakıyor, nasıl acıyorlar. Fısır fısır "Allah'ım sana şükürler olsun" laflarını duyuyorum. Bir iğrendim, sıram gelmeden gittim. Bu millet delirmiş. İnsanlar başkalarına acıyarak hayata tutunur olmuş. 

Bir zorlama böyle ne bilim bana tuhaf geliyor. Her şey tuhaf kodumun hayatında zaten. Hayatın kendisi de dahil insanı da, şu yaprağı, bu kedisi bile. Vallahi aklım ermiyor artık. Neye eriyor biliyor musun? İnsanın kendine acımasının dünyanın en garip deneyimi olduğu. İnsanın başına daha kötü ne gelebilir ki?

- Öyle deme be İbrahim ağabey. Ölüm var hem. İki kızın var, Allah sana bağışlasın. Allah sana en güzel günlerini görmeyi nasip etsin.

- Amin. Ama onlar da ben de öleceğiz. Bunu biliyoruz, adımız kadar şu hayattan emin olduğumuz tek şey. Bak Nuray ablan öldü de ne oldu. 3 ay sonra yeni karıyı aldık. Sonra dilim yandı zaten. İki kıza yeni bir ana bana da başka karı olmaz. Olmuyor ilki gibi. Görüyorum öyle ikinci baharını yaşayanları. Benim bahar neyime, hayat bize her daim kış.

- Kış güzel mevsimdir ağabey. Onun güzelliği de başkadır.

- Nerede yaşadığına bağlı. Kars'ın bir köyünde yaşa da bakalım gör iyi mi güzel mi. Hayatı durdursun, çocuklar okula gidemesin. Sen işe zar zor git. Sanki iş yerinde hiç yorulmazmış gibi iki kuruş para için bir de o yolu çek. 

Ha bak manzarasını hiç değişmem. Hele birbirine dokunmadan yere konmaları yok mu. Hepsinin şekli de farklıymış biliyon mu. Geçen haberlerde okudum insan şaşırıyor.

- Ağabey sohbetin kıyakmış he.

- Çok içtim de ondan. Ben içmeden konuşamam, mizacım böyle. Sen de yakın zamanda iş bul artık. Bi mürvetini görelim, şu ağabeyin bir oynasın. Bak geldi bahar ayları gevşer artık gönül yayları. Genç adamsın az etrafına bak.

- İnşallah ağabey. Ben de artık bir yuva kurmak istiyorum.

Diyemedim senin iki kızına da aşığım diye. He ya ben ikisine de aşığım. Onların resimlerini çizdim bir kere. Az biraz yeteneğim var. Hatta o kadar iyi çizmişim ki annem buldu hemen anladı İbrahim ağabeyin kızları olduğunu. 

"Utanmıyor musun mahallenin kızlarını çizmeye" deyip çöpe attı. Ama ben yine çizdim, hem bu sefer daha güzel oldu. Esmer olanın adı Dilara. Onun elmacık kemiğindeki beni unutmuşum, onu da ekledim.

- Kaderin güze olsun evlat. Hadi ben kalkayım artık. Bizim kızlar gelir şimdi, çorba neyim yapayım. Küçüğü grip olmuş iyi gelir. Selametle.

- Selametle ağabey.

1 Mart 2016 Salı

Elif'e

Bugün 7 yaşına bastım, herkese günaydın. Özellikle de bulutlara günaydın. Çok seviyorum onları. Bazen hava sisli oluyor, o zaman göremesem de hissediyorum orada olduklarını. Önceden sisli havalardan çok korkardım. Sonra anneannem dedi ki; "Annen sisli havaları çok severdi. Hava ne zaman sisli olsa, basardı gaza dolanır dururdu. En iyi yapabildiği şey buydu zaten." 

Annem sevince ben de sevmeye karar verdim. Ama beni ondan alan da bu sisli havalar değil miydi? Annem öyle bir havada kaza yapmış çünkü. Hiçbir şey görememiş, kaza yapmış ve ölmüş. Ben arabanın içinde değilmişim o zaman. Bir keresinde keşke ben de annemle ölseydim diye ağlamıştım. 

Anneannem, "Eğer sen de ölmüş olsaydın ben de hayatta kalmazdım. Sen beni dünyaya bağlıyorsun." dedi. Sonra bu isyanımdan da vazgeçtim. Çünkü anneannem benim sayemde yaşıyordu. 7 yaşındaki bir çocuk için büyük bir sorumluluk bu. Ama olsun benim de tek sevdiğim yetişkin insan o. Yetişkinleri gerçekten sevmiyorum. 

Özellikle de anneannemin arkadaşlarını. 'Ahretliğim' dedi bir kadın var, kocaman gözlükleri var böyle, geceleri hep rüyama giriyor, çok korkuyorum. Her geldiğinde şekerler getiriyor bana. Ben şeker sevmem ki... Dişlerim çürür o zaman. Annemin de dişleri bembeyazmış hem. Yaşasaydı kesin kızardı bana. Babamı hiç hatırlamıyorum. Anneannem de hatırlamıyor gerçi. Hiç sevmezmiş onu. 

Öyle bir adamdan benim gibi güzel bir kız nasıl çıkmışmış. Biraz üzüldüm böyle konuşmasına. Ben babamı çok merak ediyorum. Mahalleden arkadaşların babalarını görüyorum, özeniyorum biraz. Kıskanıyorum da sanki. Hepsi birbirine benziyor. Sakallı, esmer ve kocaman göbekleri olan adamlar. 

Uzaktan bakınca korkuyorsun ama yanına gelince bir güleç suratları var görcen. İnsanın içini ısıtıyor. Muhammed amca var mesela. İş çıkışı ne zaman oğluna bir şey alsa bana da alıyor. Bir keresinde anneannemle çarşıya çıkmıştık. Mağazanın birinde öyle güzel bir bebek vardı ki, çok güzeldi böyle. Sayıların hepsini bilmiyorum. 

1000'e kadar sayabiliyorum şimdilik. Orada ne kadar olduğunu anlayamadım ama pahalı galiba. Ses etmedim ondan. Üzülür anneannem hemen. İşte bana o bebekten almış sanki bilirmiş gibi. Anneanneme anlattım. "Aslında biliyor musun ben bunu çarşıda görmüştüm. Sana diyemedim çok paralıdır diye." 

Hemen ağladı, hep ağlıyor anneannem. O ağlayınca üzülüyorum hep, gözyaşlarını siliyorum. "Nesi zordu be evladım, ne derdin vardı" deyip deyip ağlıyordu. Sormak istedim, anlamam diye soramadım bir türlü. Ama artık 7 yaşında genç bir kız oldum. Her şeyi benim de bilmeye hakkım var.

- Anneanne seninle bir şey konuşmam lazım.

- Doğum gününü unutmadım kuzum merak etme. Sana çok güzel bir pasta yapacağım.

- Anneminki kadar güzel olacak mı?

Bizim bir pastanemiz var. Dememiştim değil mi? Annem açmış burayı. Aşçılık okulundan mezun olmuş. Mezun olur olmaz da pastane açmış dedem. Annem yemek yapmayı sevmiyormuş ama çok değişik pastalar yaparmış. 

O zaman herkes buraya gelirmiş. Annem ölünce anneannem de pek pasta işlerinden anlamayınca eskisi gibi kimse gelmez olmuş. Sadece kek kurabiye filan yapıyoruz. İşte sabahları ekmek, simit, poğaça filan. Ama anneannem de çok güzel ekmek yapıyor. Ben en çok zeytinlisini seviyorum. İkiye bölüp içine salça sürüyorum öyle güzel oluyor ki anlatamam.

- Evet ondan bile güzel yaparım ben. 

- Oley. Ama ben seninle onu konuşmayacaktım. 

- Hediyen de hazır meraklanma sen.

- Yok, o da değil.

- Ne oldu benim kuzuma. Anlat hele.

- Sen neden hep annemi düşünce "Nesi zordu be evladım" diye ağlıyorsun? Neymiş zor olan?

- Bilsem...

- Yalan söylüyorsun.

- Bir gün yetişkin bir kadın olunca hepsini anlatacağım sana.

- 7 yaşındayım artık ben. Okula başlayacağım iki hafta sonra. Anlat bilmek istiyorum. Herkes annemi soracak bana. Ben ise onun hakkında azıcık şey biliyorum.

- O zaman bir oyun oynayalım seninle. Sen sor ben yanıtlayayım. Yalnızca beş tane soru sorabilirsin. Gerisini de 18 yaşına bastığında anlatacağım söz.

- Hımm.... Peki. İlk sorum, annem hep sisli havalarda yola çıkarmış ya. O gün çok mu hızlı gitmiş?

- Evet. Biraz içkiliydi kuzum. Hangi ara evden çıktı da gitti göremedim bile.

- İkinci sorum, neden içmiş ki o kadar?

- Baban başkasına aşık olmuş. Onunla evlenecekmiş.

- Kimle?

- Bu üç oldu. İki hakkında kaldı ona göre sor. Elifim, senin bir tane daha teyzen var. Sen tek Aslı teyzeni biliyorsun. Bir de Nilgün teyzen var senin. İşte hayat... Ona aşık olmuş.

- Nilgün diye bir tane daha mı teyzem var benim? Aaaa. Peki o da babama aşık olmuş mu?

- Evet. Evlendiler zaten. Deden evlatlıktan reddetti. Evlendiklerinde annen ölmüştü zaten. En azından kırkı çıkana kadar bekleselerdi. İnsan bazen... hayal ettiği gibi bir çocuk yetiştiremeyebiliyor. Belkide tüm hata benimdi. 

Nilgün ile daha fazla ilgilenmeliydim. Çok akıllı bir çocuktu. Üniversitedeyken erasmusu kazandı. Yani başka ülkede okuma hakkını elde etti. Son senesiydi zaten. Okuduğu sırada iş de buldu orada. "Anne ben burada kalacağım" dedi. 

Tüm çocuklarımın kararına saygı duyardım ben. Bir şey demedim. Birini bulup evlenmiş. Hiç haberimiz olmadı. Ta ki kocası öldürene kadar dövene değin. Geldi bir gün, 15 gündür hastanedeymiş. 

Ne bilelim biz, pek arayıp sormazdı ki. Ben çok arardım ama her zaman açmazdı. Açtığında da kısa konuşurdu. Annenle hiç arası yoktu. Pek sevmezdi onu. Ki annen okutmuştur onu. Ama işte.... Şimdi son sorunu alalım küçük hanım.

- Babam nerede? Bana ondan hiç bahsetmedin.

- Annenin cenazesinde gördüm en son onu. Deden el alem filan demedi milletin içinde öldürene kadar dövdü. Zor ayırdık. Sonra Nilgün teyzenle evlenmiş zaten. Evlendiklerinden 3 ay sonra haberi geldi. Kanserden ölmüş. Bir de mektup bırakmış. Aslında konuşmamızın başında 18 yaşına gelince sana anlatacağımı söyleyecektim ama... Madem konu açıldı. Dur getireyim sana mektubunu. Sana yazmış.

- Şimdi mi okumam gerekiyor.

- Kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman oku. Bu sana ait. 

- Anneanne odama çıkabilir miyim?

- Elbette.

- Pastam hazır mı peki?

- Hazır kuzum.

- Tamam. 

Eğer şimdi açmazsam bir daha hiç açamam. Hayallerimde babamı çok güzel yarattım ben. Ya kötü bir şey yazıyorsa? Sanırım şimdi gerçekten olgun bir olma zamanım geldi. Şu an okumazsam hep korkak olurum. Bir daha gerçek olan hiçbir şeyi öğrenmek istemem, koşarım gerçek görünce. Bence 1000'e kadar saymalıyım. 1, 2, 3, 4, 5, 6...

"Elif'e,

Canım kızım, bu mektubun eline geçmesini her şeyden çok istiyorum. Yaşın kaç olur okuyunca bilmiyorum ama beni anlamanı umuyorum. Sana ve annene yaptığım kötülük ne bu dünyada rahat ettirdi ne de öbür dünyada yakamı bırakacak. Büyük bir günah benimki. Yalnızca günün birinde affetmeni diliyorum. 

Baban çok büyük bir kötülük yaptı. Büyüyünce aşkın ne demek olduğunu anlayacaksın. İnsanı nasıl kör ettiğini, evladını, karısını gözünü kırpmadan ezip de geçtiğini, aklını başından nasıl aldığını eğer gerçekten aşık olursan anlayacaksın. Baban da aşık oldu. Sakın aşık olmaktan korkma. Ölmeden önce muhakkak bu duyguyu tatmalısın. 

Biten bir şey olduğunu öncelikle bilmeni isterim. İnsanı çok da üzer. Ama öldürmüyor, yarasıyla ölene dek yaşıyorsun yalnızca. Benim için durum daha da kötüydü. Olmadık bir zamanda en olmaması gereken insana aşık olmuştum çünkü. Onun da beni çok sevdiğini sandım. 

Halbuki öyle değilmiş. Yaşadıklarımı ayrıntılarıyla bilmeni istemem. Bu kadarını öğrenmen kafi. Onca şeyden sonra bir pişmanlık mektubu tam olarak neyi telafi edebilir emin değilim. Sanırım ben sadece şansımı deniyorum. Aslında yüz yüze anlatmak isterdim sana. Bu kadar olandan sonra insanda yüz de kalmıyor haliyle. 

Anneni de çok sevmiştim. Sakın bunu yanlış anlama. Ama işte bazen işler yolunda gitmiyor kızım, bir şeyler bitiyor. Bunu zamanla öğreneceksin. Herkesin başına gelen şey hemen hemen aynı. Bu yaşadıklarım başkalarının da başına gelmiş olabilir. Bazıları daha insafsız olabiliyor ya da mantıklı düşünüp aşkın önüne geçebiliyor. İçine atıp derinlerde saklıyor. 

Sırf çocuğunu babasız bırakmamak ya da bir zamanlar söz verdiği kadını yüz üstü bırakmamak adına. Benim karakterim zayıfmış demek ki. Aklım başıma o kadar çok sonradan geldi ki, geriye dönüp baktığımda her şeyi paramparça etmiştim. Darmadağın ettiğim annenin yüreği bile yoktu artık. 

Sen de kırılacak ve kıracaksın. Bu insan olmanın en kötü tarafı. Vicdan muhasebesi gibi algılama ama kırıldığın kırdığından daha fazla olsun. Yaşar Kemal okuyacak mısın bir gün bilmiyorum ama okumanı tavsiye ederim. 

"İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri. İşte oraya değmemeli..." diyor usta. Öyle işte, bunu aklından çıkarma sakın. Yakın bir zamanda bu dünyadan göç edip gideceğim. Sana babalık yapamadım. Umarım senin iyi yürekli bir kocan olur, evladına görmediğin babalığı yapar. Annene ve sana yaptıklarımı size yapmaz. Tek temennim bu. Bunca yaşadığın şeyi sana unutturur. 

Her şeye rağmen seni seven baban..."