21 Şubat 2016 Pazar

İtiraf

Bahar geliyor az kaldı. Bahar biraz daha katlanılır da yaza tahammül edemiyorum. Ben karı seviyorum, insanın da çevrenin de kirli olduğu şehirleri güzel gösteriyor kış mevsimi. Oysa bu sabah kış güneşiyle uyandım güne. 

İnsan güne agresif başlayınca ne yaparsanız yapın o günden hayır bekleyemiyorsunuz. Bir telefon geldi, uzun süredir çalmayan ev telefonum aylar sonra çaldı. Önce açmak istemedim. Çünkü ev telefonundan ancak aileden biri arardı beni. Eski alışkanlık, bir türlü sevemediler cep telefonlarını. Arayan babamın ikinci karısından olan erkek kardeşimdi.

- Bilge merhaba. Ben Hakan. Nasılsın?

- İyiyim Hakan sağ ol. Sen?

- Teşekkür ederim de pek iyi sayılmaz. Annen rahatsızlandı. Durumu biraz ağır, Gebze'ye gelirsen çok sevinirim.

- Nesi var?

- Ben de pek bir şey bilmiyorum. Babamla konuşmadığın için seni aramamı istedi. O da apar topar hastaneye gitti. Merdivenlerden mi ne düşmüş. Sanırım beyin kanaması geçiriyormuş. Gelsen iyi olur.

- Tamam. Oraya gelince görüşürüz.

Annem ölür mü acaba? Yıllarca ölse de hepimiz kurtulsak diye dua ederdim. Uzaklaşınca böyle şeyler düşünmez olmuştum. Yani umurumda değil. Gitmesem mi acaba ya, offf. Kaç yıl oldu Gebze'ye gitmeyeli. Dünyanın en çirkin şehri, insan nereye gitse Gebze'den çıkınca her yer cennet gibi görünüyor. 

Annemi görmek istemiyorum, özlemedim, sevmiyorum, yaşayıp yaşamamasıyla da ilgilenmiyorum. Berbat bir çocukluk geçirdim. Akıl hastası bir annem ve duyarsız babam vardı. 5 dakika dişlerini geç fırçaladı diye namaz kılıp bağıra çağıra ağlayan bir anne düşünün. Kurallarına uymadığınız taktirde seni soyup kapının önüne atan, cezalandıran ve sonra sabahlara kadar ağlayıp özür dileyen sefil bir karakter. Baba desen dünyanın en bencil yaratığı. 

Kendinden başkasını düşünmeyen, ilgisiz, pasif, hayatında hiçbir şeyi başaramamış saçma sapan bir herif. Babam futbolcuymuş eskiden. Bir gün annem bizi alıp sahayı basmış. Ya biz ya çocukların deyince babam da sefil işte dedim ya, vazgeçmiş futbol aşkından. O günden beri hayatını pasif bir insan olarak sürdürdü. 

Bir keresinde şunu dediğimi hatırlıyorum; "Keşke alkolik, kumarbaz bir babam olsaydı, annemi her gün döven hani klasik Türk ailesi. Herkesin yarası gibi." Babama göre annemin durumu daha kötü tabii. Yine de kendi içimde affetmiştim, bazen ararım hala de açmaz telefonlarımı. Annem ile babam boşandıktan sonra ben babamla kardeşim annemle kaldı. Sonra babam başka kadınla evlendi. Bir süre onlarla yaşamak zorunda kaldım. 

Kız kardeşim ise üniversiteyi kazanana kadar annemin psikolojik işkencelerine maruz kalmak zorunda kaldı. Marmara Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandıktan sonra İstanbul'a geldi. Onunla birlikte eve çıktık, küçük bir aile olduk. Bir de ortanca erkek kardeşim Bahadır var. O bu yaşananlardan en çok etkilenen insan oldu. Ama kendini en tez zamanda kurtaran yine kendisi idi. 

Şimdi Amerika'da öğretmenlik yapıyor. Halinden oldukça memnun. Kardeşim de İzmir'e taşınıp kariyerini akademisyen olarak sürdürme kararı aldı. Tam birleşmişken tekrar ayrılmak durumunda kaldık. Yetişkin hayatı işte... Ancak yaşadığımız her şeyi geride bırakıp güzel en azından düzgün bir hayat yaşamaya karar veren bireyler olmayı başarabildik.

Şu an Gebzedeyim. Tanrım ayaklarım geri geri gidiyor. Annemi, babamı, babamın bizden sonra kurduğu ailesini görmeye hiç hazır değilim. Şu sokağı hatırlıyorum. Doğum günümdü, babam hediye göndermişti. Annem o gece sinir krizi geçirdi hangi yüzle hediye gönderir diye. Tüm arkadaşlarıma rezil etmişti beni. Dışarı çıkıp saatlerce dolaşıp ağlamıştım. En sonunda yorgun düşüp bu kaldırıma kıvrılıvermiştim. Tam sırası!

- Efendim

- Neredesin Bilge

- Şimdi geldim, birazdan oradayım.

- Tamam bekliyoruz.

Yarım saat sonra hastanenin kapısındaydım. Odasını bulmam uzun sürmedi. Kapının önünde tüm aile bireyleri annemin akıbetini bekliyorlardı. Hepsinin yüzünde zoraki bir gülümseme. Babam beni görünce boynuma atladı. Bir ağlama, bir eziklik. "Her zamanki babam" dedim içimde, insan hiç mi değişmez. Kardeşlerim benden daha sertti. Gelmek istemediler. Malum görev de bana düştü. O sırada doktor çıktı odadan. 

- Bilge hanginiz?

- Benim

- Aysel hanım sizi görmek istiyor.

Keşke emekleyebilseydim. Ağır ağır gidersem ben gidene kadar can verebilirdi belkide. Odaya girdim, annemin kokusu geldi burnuma. Güzel kokardı annem. Kendini koklatmazdı ama gece uyurken koklardım gizliden gizliye. Birkaç kere yemeğine uyku ilacı kattığımı hatırlıyorum. Uyuyunca tüm insanlar gibi o da çok masum görünürdü.

- Bilge... kızım... Gelmeyeceksin sandım.

- Doğru sanmışın. Gelmeyecektim zaten, biraz zorunda kaldım diyelim.

- Anlıyorum. Ne desen haklısın. Ben senin yerinde olsam gelmezdim. Gel yanıma yanaş.

- Tanrım ne kadar güzelsin, su gibisin. Baban ve benden böyle bir güzellik nasıl oldu tuhafmış.

- Kendini nasıl hissediyorsun şimdi?

- Sen geldin ya daha iyi. Bu gece burada kalacak mısın?

- Sanmıyorum. Beyin kanaması filan denilince ben son anlarını yaşıyorsun filan sandım. Madem iyisin, birazdan giderim ben de.

- Biliyorum. Çok çektirdim size. Allah'a her gün "Canımı al" diye yalvardınız benim yüzümden. Psikolojim hiç iyi olmadı, hep sorunlu biriydim. Bundan ne arkadaşım ne ailem olabildi bu hayatta. Bu saatten sonra da sizi kazanma girişimine giremeyeceğim. Çok yersiz ve yüzsüzce olur. Ama affedilmeyi arzu ediyorum. Lütfen Bilge, beni affettiğini duymaya çok ihtiyacım var.

- Ben seni çok affettim anne. Buraya sadece son görevimi, yani bir evlat olarak yapmaya geldim.

- Ölmemi o kadar çok mu istiyorsun gerçekten. Bilseydim öldürürdüm kendimi.

- Sende cesaret yok. Hep acizdin, hala da öylesin. Şimdi bunları konuşmanın gerçekten sırası değil. Hayatımızı mahvettin. Sizin yüzünüzden normal bir insanın nasıl olduğunu kavramak için uğraştım ben senelerce. Bir çocuk için bu çok ağırdı anne. Bir kere ya bir kere beni dinlemedin. 

Ben sana sarılıp ağladığımı hiç hatırlamıyorum mesela. Çünkü sürekli dizlerimde ağlayan bir anne ve baba vardı. Bak bunlar çok acı değil çok saçma. Anlıyor musun? Affetmek ise gerçekten hepinizi affettim. Sadece senden tek ricam kendine çok iyi bakman. Sana bakmaya gücüm yok, hazır akıl sağlığım yerindeyken aynı günlere dönmek istemiyorum.

- Ne söylesen haklısın. Bir şey diyemiyorum. En azından seni bir kere öpmeme izin ver.

- Hoşça kal anne.

Hastaneden koşarcasına çıktım. Hemen İstanbul'a döndüm. İki gün sonra babam annemin öldüğü haberini verdi. Tuhaf intihar etmiş. Hiçbir şey hissetmedim. Aslında ölse çok üzülürüm derdim hep. Demek öyle olmuyormuş. Çok ağladım ama. Üzüldüğümden değil de ağladım işte, içimi çeke çeke aynı çocukluğumdaki gibi ağladım ağladım ağladım. 

Günlerce ağladım. İçtim, dans ettim, müzik dinledim, seyahat ettim. Sonra yine ağladım. Ne kadar çok ağladım öyle ya. Hayatımın saçmalığına o kadar çok ağladım ki, en sonunda göz pınarlarım kurudu. Sanırım bundan sonra hiçbir şeye akıtacak gözyaşım kalmadı. Öldüğünü duyduğumda gitsemiydim diye düşündüm.

Annem o lafların yüzüne intihar etmişti. Bunu bir tek ben biliyordum. Bilerek mi yapmıştım? Annemin katili miydim? Yataklara düşer de bakmak zorunda kalırım diye şansımı denemiştim evet. Fırsatı çok pis bir şekilde kullanmıştım ve yerine ulaşmıştı. 

Neticede annem de bunca yılın çektirmesine ve affetmeme bir teşekkür olarak hayatına son vermeyi kabul etmişti. "Artık huzurla yaşayabilirsin" demişti bir nevi. Artık huzurla yaşayabilirim. Umarım babam da tez zamanda ölür...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder