6 Şubat 2016 Cumartesi

Hepimiz Yalancıyız

Ben böyle olacağını bilmiyordum. Çocukluğumdan beri tek hayalimdi kocaman ışıklar, flaşlar, kırmızı halılar... Televizyonda gazetelerde sadece kendimi görmek istiyor herkes benden bahsetsin istiyordum. Aslında oyunculuk güzel bir meslek. Herkesin içinde bir yerlerde heves ettiğine eminim. İnsanları dinlediğinizde hepsi başarılarından bahsedilsin ister. 

Bunu içten içe anlarsınız. Tabi dinlemeyi bilenlerden iseniz. Ancak çoğu kişinin dile getirmediği, çekindiği belki de kendine olan güvensizliğinden, bir beğenilme duygusu vardır. Buna yemin edebilirim. Sadece bazı insanların kusurları vardır. Beğenmedikleri fiziki tarafları... Pek çoğunu da kendileri abartılar. Halbuki hepimizin var. İnsan birini çirkin görmek isterse görür, en ufak ayrıntılara takılıp tüm beğenisini yitirebilir. 

Kişi kendi bedeninden bu denli hoşnutsuz olunca içine kapanır, kimse ile görüşmek istemez. Hayatına almayı da arzu etmez. Oysa biraz şans tanısa herkesin beğenisine hitap edecek birinin olduğunu fark etmesi zor olmayacaktır. Biz ünlüler ise fazla medyatiğiz. Dergilerin kapak fotoğraflarını süsleyip erkeklerin ve kadınların hayallerini süsleyebiliyoruz. Eğer güzel biri iseniz oyunculuk konusunda şansınız artıyor. Tabi başarılı olmanın kesin şartı değil bu. 

Yeteneği, disiplini, sıkı çalışması bir yana Marlon Brando'nun da dediği gibi "Hepimiz yalancıyız." Oyuncu ise normal vatandaştan daha çok yalancı. Çünkü öyle olmak zorunda. Girdiğim her rolün etkisinde kaldığım doğru ama üzerimden silkmek fazla zamanımı almıyor. Yalnızca o role bürünürken hangi Nalan'ı ortaya çıkartmam gerektiği konusunda zorluk yaşıyorum. 

Ağlamalı mıyım? Düşün... Hatırla... Geçmişini tekrar anımsa ve hisset, acı çek. Kahkaha at, yine düşün yine hatırla. Evet işte böyle. Geçmişin izlerini hiçbirimiz silemiyoruz. Geleceği tertemiz görmek neredeyse imkansız. Hatıralar her zaman sizinle gelir. Fakat oyuncular için bunun daha fazlası lazım. Belki siz ansızın hatırlarsınız. 

Bir şarkı, bir ağaç ya da simsiyah kıvırcık kirpik bile olabilir. Ancak biz bunları hatırlamak için kendimizi zorlarız. Oyunculuğun bana ilk kattığı kötülük artık yalana iyice alışmamdı. Ayaküstü yalan söyler oldum. Anneme, ablama, herkese... Kendime de yalan söylemeye başlayınca artık korkmaya başlamıştım. 

Kırmızı halılar ve renkli ışıklar bu korkumu çabuk atlatmamı sağladı. Zaten yalanı da sevmeye başlamıştım çoktan. Eğlenceli bile olduğu söylenebilirdi. Çok başarılı işlerin içinde yer aldım. Büyük rollerin üstesinden gelip birçok ödül aldım. Ödül almak önemli, yoksa oyuncu kendini eksik hisseder. Bu durumlarda torpilin nasıl işlediğini gayet iyi bilmemize rağmen bir yanımız da hep buruk olur. 

Bak bu yalan değil, ödül ya da rol uğruna sayısız adamın koynuna girdim. Biliyor musun hiçbir katkısı olmadı. Kendimden utanmaktan başka... Bunu da zamanla öğreniyorsunuz. Acayip acı verici deneyimler yaşadım. Dost sandıklarımdan tutun da riyakar yapımcılarına yönetmenlerine kadar epey kandırıldım. Daha kötüsü de kandırılmama rağmen salak ayağına yattım. Mecbursun çünkü onlara. En az hayranlar kadar seni rezil de vezir de eden iş hayatında pek çok insanla karşılabilirsiniz.

Yaşımdan büyük tecrübeler edindim, sorumluluklar yükledim incecik omuzlarıma. Sırf o rolden alacağım para için ölümüne zayıfladım, kilo aldım, saçma sapan tarzlardan geçtim. Bir gün aynaya bakıp, "Kimsin sen" dedim, ne yanıt alabildim ne de üzülebildim. Kendimle kaldığımda dahi güçlü kalmayı öğrendim. Hayatımın en yıkımını bir otel odasında yaşadım. Yeni bir film çekiyorduk.

Bayağı da mutluydum. Ekip arkadaşlarım, rolümü başarılı gerçekleştirmem. Sinirsiz stressiz güzel günler geçiriyordum. Amasra'da sürdürüyorduk çekimleri. Ne de çok severim orayı. Böyle sokakları nasıl desem o kadar sakindir ki, havasının güzelliği, evleri insana huzur verir. Halkını çok sevmiştim. İkinci haftasıydı sanırım çekimlerin. Hamile olduğumu öğrendim, ezan okunuyordu. 

Çekimler geç bitince hemen otele gittim. Tahmin etmiştim, sabah eczaneye uğramıştım ama gün boyu bir türlü vakit ayıramamıştım. Otele vardığım gibi hemen test ettim. Sonuç pozitif çıktı. İnsan anne olacağına hiç bu kadar üzülür mü? Hele de benim gibi anne olmadan ölmek istemeyen bir kadın için. Babası dünyanın en karaktersiz adamı olursa üzülür elbet. 

Bir çocuğa böyle bir baba armağan edemezdim. Ondan sonra hayatım hiç yolunda gitmedi. Artık ne ışıklar ne hayranlarım ne güzelliğim ne de başarılarım beni mutlu etmiyordu. Önce kariyer hayatım yavaş yavaş sona ermeye başladı. Eskisi gibi hissederek rol yapamıyordum. İki günlük çekimler benim beceriksizliğim yüzünden iki haftaya çıkıyordu. 

Yönetmenlerle kavga ediyor, oyuncularla bir türlü anlaşamıyordum. Para suyunu çekmeye başlamıştı, artık yeni işler de alamıyordum. Önce menajerim istifa etti, sonra çok da sevmediğim erkek arkadaşım terk etti. Önce önemsemedim. Hakiki yüzlerini görmüş oldum. Sonra etrafımdaki insanlar yavaş yavaş azalmaya başladı. Saçma sapan şeyler yaptım. Çok saçma ama. Ne gereği vardı her boku denemeye, bağımlı olmaya? 

Amy Winehouse gibi belgeselimi mi çekeceklerdi ölümümün ardından? Kimse hatırlamayacaktı işte beni. O an düşündüm de... Ben iyi bir oyuncu değildim. Cesetim en fazla bir ay konuşulurdu, efsane değildim. "Bugün Nalan Sönmez'in doğum günü!" diye başlıklar atılıp sevilen filmlerim paylaşılacak mıydı? Aynı dönemde yaşamadığım gençler beni tanıyacak mıydı? Hayır! 

Sonbahar gelmişti, en sevdiğim mevsim. Dışarı attım kendimi, biraz yürüdüm. Zemini örten sarı yapraklar aradım durdum, bulana kadar durmadan yürüdüm. Saat 17.00'a geliyordu. En sonunda buldum, yere uzandım. 

Ufacık bir kız gördüm bulutların arasında. Simsiyah saçlarıma inat sapsarıydı. Evet ben de çocukken sarışın bir çocuktum. Ne kadar küçükmüşüm. Emin olamadım, kafamı hafifçe yukarı kaldırıp bir daha baktım. İşte bendim, o benim. Sarı çocuk... Hayallerinden bahsetsene bana, ne olmak istiyorsun büyüyünce? Elime kurutma makinesi uzattı. Bir gülme geldi istemsiz. 

- Bu da ne?

- Mikrofon akıllım, hani aynanın karşısında şarkı söylüyordun ya

- Sen karıştırdın sanırım. Ben müzisyen değil oyuncu olmak istiyordum.

- Sen ne istediğini hiçbir zaman bilemedin ki...

- O ne demek şimdi. Oyuncu olmak istedim hep ben. Tamam şu sıra işler biraz yolunda gitmeye bilir ama ben hala bir oyuncuyum. 

- Hayat... Şans, talih, kader ya da tesadüf ne dersen de ondan şu anda buradasın. Senin amacın oyuncu olmak değildi. Sen yalnızca ünlü olmak istedin. Popüler olmak adına yetişkin yaşamında bir takım işler yaptın hepsi bu.

- Müzisyen olmak isteseydim olurdum. Ne teklifler geldi de geri çevirdim. Kariyerimi oyunculuk üzerinden ilerlettim.

- Sen hayatın boyunca ne yapmak istediğini bilemedin. Her fırsatı değerlendirdin, kendince çok kararsız kaldığın zamanlar da oldu. Bir şeye tek bir şeye hiç inanmadın. Tüm inancın ile bir işin üstesinden gelmedin. Hep arkana baktın, "gerçekten bu muydu istediğin?" diye sordun kendine, ancak üzerine düşünmedin bile.

- Ne şimdi bu? Karşıma geçmiş günah mı çıkartıyorsun?

- Hayır katilim ile konuşuyorum. Neden öldürdün beni?

- Her yetişkin birey, içindeki çocuğu öldürmek zorunda da ondan. Yoksa ayakları üzerinde olgun duran biri olamaz. Pamuk şeker yaşını çoktan geçtim. Sana bağlı olarak mı yaşayacaktım? Bu bana ne kazandıracaktı?

- Özünü... Çocukluğundan tutardın, kendine hakim olurdun. Saçma sapan şeyler kullanıyorsun, sırf ünlü olayım diye altına girmediğin adam kalmadı, kazıklandım filan diye üzülüyorsun da sen de bir o kadar kalp kırdın. 

Bir kendine dön de bak. Uzanmış burada ölmeyi bekliyorsun. Kendini öldürecek cesaretin bile yok. Korkuyorsun çünkü arkadan yapılacak haberler için. "Bir otel odasında ölü bulundu." Bu başlıkların ne demek olduğunu sen gayet iyi biliyorsun. Şimdi ben gidiyorum. Kendini öldürme sakın, bunu istemiyorum. Sadece toparlan olur mu?

- Gitme...

- Öldürdün sen beni, paramparça ettin. Olmaz daha gidiyorum ben.

- Gitme, dur lütfen, lütfen kal. Gitme işte, gitmeseneee.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder