31 Mayıs 2015 Pazar

Denizin Enginliği Hiç Bu Kadar Güzel Betimlenmemişti: Büyüktür

Saçma bir pazar sabahını daha saçma hale getirmek için elimden gelenin fazlasını yapmak istedim bugün. Düşündüm düşündüm aklıma bir şey gelmedi. Koşsam mı acaba dedim. Soluk soluğa, içinde az acı da olsun diye yorulsam da susasam da durmayacaktım. 

Sonra yakacağım kalorileri düşünüp vazgeçtim. Hiç kalori yakacak havamda değilim şimdi. Galiba bilinçaltı denilen kavram benden önce harekete geçmiş ve saçmalamaya başlamıştım bile. İnsanın aklına yapmak istediği düşmeyegörsün. Vazgeçsen de kendini uyguluyor buluyorsun.

Televizyondan yardım almayı denedim (yapılacak en mantıklı şey). Çağla Şikel 30 kiloluk kostümüyle defilede fırtınalar estirmiş. Kadın zaten 40 kilo, yazık lan dedim. Bazı insanların geçimlerini sağlaması gerçekten ne zor. Kapadım hemen televizyonu. Bir haber fazlasıyla saçmalama anlamında günü kurtarabilirdi. 

Deniz görmeye ihtiyacım vardı. Televizyon, internet, gazete, radyo dayanılacak şeyler değildi. İnternette bir sürü zekasına zeval getiren insan sürüsü bulunuyordu. Bizim büfecinin gerizekalı torunlarına benziyordu hepsi. Doğru düzgün yıkamadığı bardağa koyduğu limonatayı kafasından aşağı dökmemek için zor tutarım kendimi. İlginçtir yine de giderim. Belki gerizekalılık etki tepki meselesiydi bilmiyorum.

çıktım evden, amaç deniz görmek istikamet, şimdi buradan go go go sonra sola dön oradan yine go go go. Okuma yazma bilmesen bile 'deniz' kelimesini nerede olsa tanırsın. öyküde, dergide, romanda...Betimlemede anasının nikahıdır. Bir öykümde denizi anlatmayı denedim. Yazıyorum siliyorum yazıyorum siliyorum. Kuzenim geldi yanıma daha ilkokulda, birinci sınıf olmanın serinliğini (cool kelimesini sevmem, orijinalden de hiç has etmem) taşıyor üzerinde. 

Dedim akıl yaşta değildir, bir sorayım şuna; "Deniz ne demek Görkem.", "Deniz büyüktür" dedi. Vay be dedim, çocuk haklı. Denizin enginliği hiç bu kadar güzel tarif edilmemişti. Gitti sonra. Ne akıllı çocuktur Görkem. Anne öldüğünde bir kere bile ağlamadı. O gün bu çocuk benden de büyük dedim kendi kendime. Tam üzerine toprak atıyorduk, yağmur başladı. O dediği cümleyi hiç unutmuyorum: Ne çok uyudun be anne. Bugün anneler günü. Sana kırmızı gül aldım. Geri param kaldı onunla da elma şekeri aldım. O karardı ama gül hala kırmızı. Sana aldım, anne uyan.

Sanırım denize bu kadar bakmak yeter. Elim telefona gitti. Ne güzel fotoğraflar paylaşıyorlar Instagram'da. Millet nerelere gidiyor. Ben gene denizi görmeye gidersem yakılacak kalorileri aklıma getirip vazgeçme telaşındayım. Onlar da İstanbul da ben de. Havuz kenarında şarap, bağda bahçede şarap, arkadaşlarla rakı, en olmadı sadece ben ve kendim selfie çekimleri. 

Kafamı kaldırıyorum karşıma afiş çıkıyor. Ya bu şehirde yemin ediyorum kelebeğin ömrü kadar yoktur şu afişlerin ortalama yaşam süresi. Gerçi bunu yapan da insan. insanoğluna inancını yitirmemek lazım. İsteler var ya neler yapıyorlar, öyle şaşıp kalıyorsun. Ama canları isterse. Bak şimdi yine o büfecinin gerizekalı çocukları aklıma geldi. İnancımı hemen kaybettim.

Annem arıyor o sırada. Odamızın perdesini düz renk mi almalıymış yoksa bak İstanbul manzaralı olan da varmış o mu olmalıymış. Düz renkse mavisi, kırmızısı bir de hani böyle gül kurusu gibi ama bal köpüğüne de benzeyen bir renk varmış o mu olsunmuş. Bir renk aynı anda hem gül kurusu hem bal köpüğüne nasıl benzeyebilir onu düşünecektim ki, balın bir köpüğü olma ihtimaline kafam takıldı. 

İstanbul manzarasına gelince Taksim'deki trenden bahsediyormuş aslında. "Anne zevkine güveniyorum ben senin" deyip kapadım telefonu. Yine de bayağı seviyorum bu kadını. 9 ay karnında taşıdığı için değil, bu hayatın manasızlıkları içerisinde ne yapmam gerektiğini bir o bilir çünkü. Mucize gibi nasıl yapıyor bunu bilmiyorum.

Karnım acıktı. Yanda sırasıyla dizilen simitçi, ayakkabı boyacısı, pamuk şekerci, mısırcı ve iddia kuponu satanlar. Bu versiyonu seviyorum. Çünkü biraz ötede büfeci, eczaneci, karşısında adliye, onun yanında ATM'ler ve hastane olmak üzere o an sana bir şey olsa 'müdahale bizden' der gibi dört nala salmışlar kendilerini. Paran varsa hastanede iyileşebilirsin belki. 

Bombaya kesin çözüm sunamayacaklardır. Yine paran varsa oğluna üniversite harçlığı da yollayabilirsin. Seç beğen al bankalar sana kurban olsun minnak. Açsan ahan da siktiri boktan tostum var. İçine ne olduğu belirsiz sucuk da koyabiliyoruz istersen. Eczaneden de el kremi alırsın, eve boş dönme.

İddia mı oynasam dedim. Birkaç kere oynadım hiç kazanmadım. İhtimali düşük olanlar daha çekici geldiğinden paramı genelde çar çur etmişimdir. Banka oturuyorum bir elimde simit. Yanımda okunup bırakılmış günün gazetesi. Benden senden kaçarken yanıma kadar geldiğine göre bu yanaşmanı samimi buluyor ve açıyordum sayfalarını. Manşette bir oyuncunun resmi. Ama haber bu değil. Bir kadın tecavüze uğramış. Ünlü kadınlar da "Yeter artık" diyor. Bence de yeterdi  artık. 

O ünlü kadının hiçbir suçu yok bu arada. Hatta adına üzüldüm bile. Haberin başlığı bile onun cümlesi, yoksa sikerler yani tecavüze uğrayan kadını. Bak  "Ateş düştüğü yeri yakar" cümlesini nasıl da götünden anlamış elin gazetesi. Biri sormuş bu ünlü kadına, "Siz hiç şiddete maruz kaldınız mı?" Kadın yanıt veriyor,"Eee tabi, şiddetin her boyutu var. Psikolojik şiddet de bir şiddet türüdür." Ya ergen kazma, kadına neden böyle bir şey sorarsın. 

Uğradıysa oturup sana mı anlatacak. Hadi anlatsa sen günlerce bunun haberini yapıp itibarıyla oynamayacak mısın? En kötüsü de başına gelen her ne olay varsa, şıkır şıkır olmuş, eğlenmeye gidiyor belli. Böyle bir gününde ona yaşadığı çirkin bir olayı bu boş soruyla hatırlatma gerçeği. Boş insanın vicdansızlığı da hiç çekilmiyor. Bazı insanlar hiç olmasaydı daha iyiydi. Ah güzel oyuncu ünlü, sana da repliği kalmayan bir oyuncu olarak üzerine birinci perde iner, eğlenmene devam et. Kafanı yorduğuna değmez.

Yanıma bir adam oturdu sonra. Uzun yol şarkıları başlıyor dedim içimden. Gazeteye baktı göz ucuyla. Şık giyimli bir adamdı. Spikerlere benzettim, yakışıklı ama düz bir suratı vardı. "Aşk" dedi, "Bu şehirde iktidarın elinde pahalı bir oyuncağa dönüşmüş." Aklıma her şey gelmişti de bu adamın aşktan bahsedeceğini düşünmemiştim. Devam etti, hiç bozmadım. Gün böyle saçma sapan bitmeyecekti galiba.

"Bu ülkedeki bazı insanların bakarsan ayak izi bile yoktur. Bakiyesi yetersiz, varlığı öyle geçersiz. Sonra pahalı bir restorana gidersin. Kıyafetleri pahalı olan insanlarla sözde sanattan siyasetten bahsedersin. Yaşamımız pahalı ama kafamız her şeye basıyor. Bu araların modası bu. Masadaki herkes yediklerinden konuşup tuvalete gidince yaptığını yok sayar, görmezden gelir. Kafasına dev kurdele bağlamış kadın gözlerini tüm gece üzerime devirir. 

Masadaki hiç kimse "Kafandaki nedir?" diye sormaz.  Güzel olduğuna kendine inandıran kadına biz de ses etmeyiz. Yoksa ben o kurdeleyi nerelerden ne kadara aldım biliyor musun diye diye gider. Gerek yok. Bu düşüncelerim gecenin ilerleyen saatlerinde silinir. Alkol güzel şey, herkesi sevesin geliyor. Sonra o salak dediğin kadından ilginç bir cümle duyarsın. Alkolden daha etkilidir etkileyici sözler. 

Gerçekten sever gibi sarılırsın karşındaki kadına: Tanıdığım tüm kıyak heriflere sırtımı çevirdim. Geceler boyu uykularımı morartmak için kollarımı nöbetleşe çimdiriyorum. Ben hep müsvedde kaldım, hiç temize çekemedim kendimi hayatta. Lekelerim hep bu yüzden. Terazinin bir ucu paslanırsa ağır çeker mi yitirdiklerimiz?  Kanını emmeye çalışanlar oluyor. Kim bilir zehri alıp seni yatıştırmak istiyor da olabilir. 

Bundan dolayı insan sürüngenlerden ve sülüklerden kaçmamalı aslında. Oturup dinlemeli. Emdikleri zehri tükürdüklerine pişman olsunlar  diye mutsuzluğun nasıl hakiki bir duygu olduğunu anlatmalı onlara. Sonra siktirmeli kendini ya da sikmeli birilerine. Başka akıllı bir kadın demişti, 'Prezervatif kullan. Sıkıntı çekmeni isteseydim, onu canını acıtacak şekilde tasarlardım."

Hiçbir şey demeden gittim yanından. Adam gerçekten spikermiş meğer. Haberlerde gördüm, sevgilisini öldürmüş kaç gündür aranıyormuş. Okuduğum tarihe bakılırsa o gün öldürüp soluğu deniz kenarında yanımda almış olmalı. Çok kurcalamadım. 

Yanından ayrıldıktan sonra tavla oynamaya gittim arkadaşların yanına. Satrancı öğrenemedim ama tavla ata sporu olarak kaldı neyse ki. Fakat masada aç bıraktım kapılarımı. Süvari biletine iki biletim var. Şu hayatta Tanrı gerçekten varsa ve beni izlemiyorsa intikamım dengesiz olacak.

17 Mayıs 2015 Pazar

Gece Kelebeği Yıldızı İster, Geceyse Gündüzü

- Merhaba ben başkomiser Türker. Sanırım siz de emekli polismişsiniz. Meslektaşım olarak öncelikle böyle bir olaya karıştığınız için çok üzgünüm. Suçunuzu itiraf etmişsiniz zaten. Bir de sizden dinlemek istiyorum. Ayrıntılı olarak!

- Komiserim doğrudur, ben de polistim. Bir 5 yılı var emekli olalı. Hayat eskisi hızlı olmayınca insan yelkovanla akrebe bakmayı bırakıyor, sıkılıyor. Başak benim tek evlamdı. Karımın hamile olduğunu öğrendiğimde sıçradım ben. Bak vallahi, bildiğin koskoca adam sıçradı. Aylarca bekledik onu. Borç harç bir oda kurduk ona. Öyle güzel oldu ki görcen. 

3 yaşına kadar giyeceği kıyafetleri bile hazırladık. O zaman resmi polistim, öğle yemeği diye bir şey vardı. Yemezdim parasıyla gider oyun giysi filan alırdım onun için. Geleceği için bankadan hesap bile açtık. Hep onun için, buruk olmasın diğer çocukların yanında hiç üzülmesin diye. Demek öyle olmuyormuş. Sen 20 sene bak et, lavuğun teki zar zor kurduğumuz hayatı 3 dakikada yerle bir etsin. Sigara yakabilir miyim bu arada?

- Tabi

- Sigara da bir nevi cephanedir değil mi. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi ne zor. Kendine serbest düşmek, çakılmak kendine. Ben bu çocuğun saçlarını, kendini bilene kadar hep ben taradım. Büyüyünce beğenmez oldu. Güzelim kıvırcık saçlarını düzleştire düzleştire bir avuç bıraktı. Asi bir kız oldu bir süre sonra. Yine gözbebeğimdi benim. Komiserim ne dediyse yaptım. Son bir aydır yan ölmeden önce iyice sessizleşti. Sinir hallerini özledik resmen anne bana. Dedik yeter ki sesi çıksın. Tek kelime etmez oluyor, eve gelip kendini odaya kapatıyordu.

Eskiden çok içerdim. Şimdi o kadar içemiyorum. Ama muhabbetine işte bazen hanıma çilingir sofrası kurdururdum. Başak da çok severdi, o güzel sesiyle bir Müzeyyen Senar patlatırdı nasıl gurur duyardım onunla. En çok neye içerdik başkomiserim biliyor musun? "İnsanı vicdanı rahatsızlığa sürükleyecek davranışların keşfedilemeyeceği bir duvar ve saati şerefine..." Bir bir soru sordu bana: "Baba uzay-zaman rakı masasında mı yoksa yüksek dozda alınmış farkındalıkla mı bükülür?"

Kaldım öyle bir şey diyemedim. Sonra devam etti;

"Şu gece kelebeği yıldız ister, geceyse gündüzü. Aşktan korkuyorum baba. Bu ne demek biliyor musun? Hayattan korkmak demek, ve hayattan korkan insan, hemen hemen ölmüş demektir."

Ona, ölen de yaşayan da kendine sorsun ister aslında. Elini yüreğine koy de ki;

"Ey kalbim
Nasıl mısın
Bildiğim atışındır
Sekmez öpüşün
Mayın olmuş alyuvarların
Söyle canın neye sıkkın?"

Sadece acı acı gülümsedi bana ve bu onu son görüşüm oldu. İnsan evladının son anını böyle hatırlar mı hiç? Zar zor hani 'kötü değilim iyiyim böyle' der gibi o babaya belli etmemek için yüzün aldığı teselli şekli. Aşık benim meleğim. Bunlar ne zaman büyüyor da aşkı öğreniyorlar anlamıyorum. Her bir adımından haberdar olan ben, annesi nasıl gözümüzden kaçmıştı. Ya biz aşkı unuttuk ya da bizim devirler bu dönemin aşktan anladığı çok başka. Yeni çıkan şu telefonları kurcalamaya benzemiyor. 

- Sen bu çocuğu tanımıyorsun ama değil mi? Hiç görmedin yani

- Yok komiserim hiç görmedim. Kızımın arkadaşlarına karşı gayet anlayışız biz. Erkek arkadaşları eve gelip gidebilirler. Hatta bilakis memnun kalırız. Biz yanında değilken en azından gözümüz arkada kalmaz. Ama Başak hiç erkek arkadaşını bize getirmezdi. Meğer bu çocuk onun arkadaş grubundan imiş.Başak'a iki kişi aşık olmuş o gruptan. Gönül bu, bir kişiye kayıyor. Sonra araları açılmış. Başakla o sevgilisi olacak hayta tek takılmaya başlamışlar. Hamile kalmış Başak ısrarla doğurmak isteyince çocuk "Beni bulaştırma" demiş.

- Sen bunları nereden biliyorsun?

- Arkadaşı Didem anlattı, okuldan o da.

- Hani grup dağılmıştı.

- Birisiyle telefondan görüşmüş sonradan. Fazla değil ama sadece mesajlaşma. Başak hamile kalınca korkmuş, arkadaşını aramış.

- Sonra? 

- Sonrası malum. Düşük yaptı bir sabah evde. Hastaneye yetiştirene kadar öldü yavrum.

- Cinayet bunun neresinde?

- Aklımda onu öldürmek yoktu. Olan olmuş artık, o iti öldürsem ne olacak öldürmesem ne olacak? Kızım geri gelecek mi? Ama işte bazen öyle olmuyor. Cenaze evinde herkes fısır fısır. Kulağımı mı kessem dedim, kızımın ölüsüne saygımı yitirip cenaze ziyareti diye olayı anlamaya çalışan, sürekli konuşan o insan müsvettelerinin dilini mi kessem derken nasıl dışarı attım kendimi bilmiyorum. Bir sigara yaktım. Bir an bir üşüme geldi komiserim. Donuyorum, halbuki Haziran ayındayız. Dedim, kızım üşüyor. Kafamı kaldırdım onu öldüren adam tam karşımda. Diyor ki, "Affet."

Şu evlatları fail-i meçhule kurban giden anne babalar var ya, bizim devlet adamları olayı çözmek yerine taziye ziyareti yaparlar. Böyle dalga geçer gibi. Böyle bir kaldım, "Dalga mı geçiyon lan benimle" dedim. Sonra nasıl oldu nasıl ettim hiç hatırlamıyorum. 

Kafasını kaldırıma vura vura öldürmüşüm.Kendime geldiğimde kanlar öyle her tarafa saçılmıştı ki, ağzım onun kanıyla doluydu. Şimdi ben sana ne diyeyim? Pişmanım desem kendimde değildim ki. Yine olsa yine mi yapardım dersen aynı şartlar olacaksa o kafayla yine yapardım herhalde.

Affet dedi ya affet...Bazen hayat affetmeden geçmez ama bu değil. Böyle değil, öyle değildi

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Eşikleriniz Diyorum

Kitap okurken arkada çalan müziği düşündüm dün. Kitaplar ve şarkılar dedim, birbirinden ne farklı. Kitap kediye, müzik köpeğe benziyor. Kitabın kendince bir karakteri var. Kedi gibi aynı, "Boş zamanlarımda kitap okurum" dersen ağzına sıçar vallahi. Kafanın da dolu olmaması lazım, evde gürültü olmayacak. Açtığın her şarkıyı da beğenmez. Bir asaleti var, hep aydınlık olsun her yer ister. Loş da olur ama asla karanlık değil, okutmaz kendini. 

Müzik çok sadık ama. Evinde, dolmuşta nerede olursa olsun dinletir kendini. Seni de yormaz, başkasına kitap okumak başka sesi son ses açmak başka. Mesela kitabı da uzun veya kısa yolculuklarda okuyabilirsiniz. Ancak dolmuşları pek beğenmez, İstanbul trafiğini düşününce metro-metrobüsten de hiç has etmez. Kitabın aksine müzik karanlığı sever. 

Ona hiç fark etmez, sen yeter ki dinlemek iste. İkisinin de ortak yönü ruhuna dokunmalarıdır. Biri ezgilerle diğeri kelimelerle halleder bu işi. İnsan dostu olsa da gecenin bir körü, aramaya çekiniyor milleti. Bir de ne diyeceksin ki? Sır desen olmaz, sır paylaşılmaz. Can sıkıntısı desen kim bilir kaçıncıya anlatışındır, sen sıkılırsın o sıkılır. Hayır bir sonuca bağlansa neyse. O zaman dersin ben kitap okuyayım, müzik dinleyeyim. Bilmediğim bir şey der belki. 

İnsanları sevmekle ilgili bir problemim yok benim. Hiçbir zaman da olmadı. Ama değişikler biraz, kestiremiyorsun nerede ne yapacağını. Tepkileri bile bir acayip, daha çok sürü halinde takılmayı yeğliyorlar. Kaç gündür bir haber gözüme çarpıyor. Uzun süredir "Kadın cinayetleri" başlıklı haberlerle dolu gazeteler. İnsanlar fazla tepkili olunca gazeteler de baktı okunuyor, maşallah Bağcılar'a kadar gidiyorlar. 

Eskiden böyle haberleri Gazete sayfasının en dibinde bulurduk. Köşenin köşesinin kenarından ufacık A.K diye salak saçması, insan haberi vermeye utanır. Ancak benim anlamadığım, insanların "Kadın cinayetleri" derken tam ne anlatmaya çalıştığı. Normalde bu tarz haberler, tecavüz, eşi, babası ya da olmadık biri tarafından kadının öldürülmesi ama ortada muhakkak tecavüz ve taciz olmalı. Çünkü 'kadın' kısmından kasıt bu. Değer Deniz adında bir sanatçı öldürüldü en son. Tabi şimdi ben bu yazıyı yazarken üstüne daha kaç kişi öldürülmüştür kim bilir. 

Önce sevgilisi ya da kocası tarafından öldürüldüğünü sandım. Halbuki hiç alakası yok. Kadın bir hırsız tarafından öldürülmüş. Yani onun yerine evde Ahmet, Mehmet olsaydı bu kadar tepki gösterilmeyecekti. Daha haberi okumadan, bilip bilmeden...Şimdi buna sardık ama dönem dönem değişiyor algılarımız. 

Ben Suriye'yi düşünüyorum mesela. Cumartesi Anneleri, Van'da şu andaki durum ne? Bunun gibi bir sürü şey. Kadınları da düşünüyorum elbette. Ama dile getirilen rahatsızlıklar, söylemler öyle alakasız yerden saçma bir yere bağlanıyor ki. Aynı Gezi parkındaki gibi, şimdi millet gazete okumaya başladı onu da götünden anlıyor. Mesela aynı insan, "Ey Suriyeli kardeşim, git bu ülkeden sen" diyebiliyor. Bu yani bu kadar. "Kardeş" kelimesini nasıl da her lafa malzeme edebiliyorsun gerçekten bravo. 

İyiliğin kişiye göre değişmemesi gerek. Bu düpedüz saçmalık! Ben Suriyelerin ülkeme gelmesine bir şey diyeme. Böyle bir şey deyince insan döner de kendine bir bakar, ülkesine, insanlarına. Bizim başımıza gelseydi, kimse bizi ülkesine kabul etmeseydi, ne olurdu? Senin kardeşin ellerinden kayıp giderken her gün küfrettiğin dünyaya bin bela okumaz mıydın? Cami üstüne cami bırakmadılar ülkede. 

O kadar insanı aldın getirdin, insan o camileri yaptırana kadar onlar yer temin eder. İyilik böyle bir şey mi? Köpeğin önüne at kemiği yesin, bu....Vicdanın rahatlatırken bunu başkalarının hele de çocukların üzerinden oynamak, ne diyeyim yaaa dağlara taşlara. İnsan aç ile aç kalır, eline geleni de o aç olanla paylaşır. Ben eskiden açların halinden anlamak için oruç tutardım. Dinle filan alakası yok, yemeden içmeden olmazdı o işler çünkü. İnsan yaşadığı kıtlığı kendine de yorunca daha bir bilinçleniyor. Kimsa kusura bakmasın da yüreğin o zaman yanıyor.

Bir de sözünü budaktan sakınmayan Akp karşıtlar var. Yani benimle aynı fikri benimseyen ama anladığı bildiğine yetmeyenler. Bu familya, Akp'yi eleştireceğim diye seni beni mundar eder. Mesela okullar tatil olsa, "Evet çünkü amaçları kadınları çalıştırmamak" diyen zekası kıt kadın gazeteci, "Akp'ye oy verenlere emekli maaşı da verilmesin diyen" başka bir salak (gazeteci burada çocuk sevgisinden bir haber olduğunu dile getiriyor aynı zamanda), ya da Reyhanlı, Kobane, Van gibi yerlerde yaşananlardan dolayı orada olmadığı için "O kadar ama o kadar üzgün olan" farklı bir gazeteci daha. 

İnsan Twitter aracılığıyla nasıl hüzünlü olabiliyor, vallahi şaşılası. Hoş gerçi gidenleri de gördük. Sofra selfie'leri mi dersiniz, Vakko çantam olmadan 'asla'cılar mı yoksa Londra gezilerinin arasında dur Soma'ya da gitmeden olmaz diyen mi.

İşte böyle oluyor. İnsanlardan her gün biraz daha uzaklaşıyor, şarkılara kitaplara daha çok sarıyorum. Bir de böyle haftada bir kez bızıklarım. Benim kafa aşk meşk işlerinde gidiyor. Onu da serbest bırakıla bırakıla öğrendik. Mis gibi, kolaycacık vazgeçebiliyorsun. Ya da içinde koyuyorsun bir köşeye, yemiydi suyuydu kalıyor orada. 

Yüreğin olduğunu hatırlamak isteyince ona bakmak iyi geliyor. Yoksa insan ellerinden birileri kayıp gidince zor yani bayağı zor. İçkiye de alıştırmak istemiyorum kendimi. O zaman gündelik hayat ağırlaşıyor. Ne bilim sürdüremiyorum. Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan demesi rahat tabi, yapılacak çok işim var benim. Ama sessiz olmakta bir sakınca görmüyor. İzlemek iyi, en azından sizin gibi merhamet eşiğim kanalizasyonlarda gezmiyor.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Cehennemi Kaza Kaza Pekala Cennete Ulaşabilir İnsan

Pencerenin önündeki mermere şıp şıp damlıyor yağmur, bir perşembe gecesi. Zaman da onunla beraber geçerken farklı bir ses tonuyla yağmur damlalarıyla yarışıyordu. Yağmurla zaman bile yarışırken insanların yarışmamasını beklemek ahmaklık olur herhalde. O küçük çarkları söküp atmak isterdim, sonucu zamanı canlandırmak olsaydı.

İçimden "Kes sesini orospu, baban öldü bugün senin" diye bağırdım. Babamın çalışma masasının önündeyim. İçeride kız kardeşim var ve bir abla olarak onu telkin etme görevi bana verilmişti. Küçüklüğünden beri eve ekmek almaktan başka bir becerisi olmayan birini teselli etmenin üşengeçliği var üzerimde.

Ben de acı çekiyordum. "Sır tutmak" lafını aklına getir diyorum kendi kendime. Kapıyı da o şekilde arala, ne bileyim belki başka bir algıya dönüşüverir. Bir sikime yaramıyor tabii. Kardeşimin sigara içiyor oluşunun şahitliğini yaşıyorum. İki yıldır paket le geziyormuş meğer. Ölümler böyle zamanlarda işe yarar. Alkol, sigara artık hangi kötü alışkanlığınız varsa böyle anlarda herkes şaşkınlığını için atar. Etrafınızın sessiz kızgınlıkları, sizi germez.

- Seni koşulsuz seviyorum İdil bunu biliyorsun değil mi?

- Bilmem öyle miydi Bilge?

- Abla diyeceksin! Ablanım ben senin

- Sevgi saygı muhabbeti yapacaksan başka bir güne ertelesen.

- Ben sadece seni sevdiğimi söylemek istedim (birine çıkarsız sevdiğinizi dile getirirseniz, ikiniz arasındaki sınır ortadan kalkar. Hele ki hassas bir sohbetin içerisine gireceksiniz mutlaka bunu belirtmelisiniz. Sizi rahatlatacaktır)

- Tamam, başka? Böyle bir güne sakladın içindeki kardeş aşkını.

- Rakı getirdim. Ölümlerimiz eşitlenir, böylece bir daha bizden sonra ölecek kimseye üzülmemiş oluruz.

- Peynir var mı?

- Kavun da var

- Tamam, içelim.

(rakı sofrası kurulur ve sohbet başlar)

- İkimiz de çok üzgün değiliz. Bunu önce kabul edelim bence.

- Tam olarak öyle değil abla. Babam yaşarken çok defa ölmesini istedim. Ancak şu an içimde garip bir duygu var. Bir kere fazla gerçek. Şu anda bu kadar gerçek bir şeye hazır değildim. Ruhum karmakarışık. Aynı anda sefalet, saadet, zenginlik, keder hepsi birbirine karıştı ve babamın ölümüe takıldı. Babam öldü diye yarın mor renginde doğmayacak. Alışacağız biliyorum. Ama dedim ya garip yani.

- Benim hayatımda çok şey değişecek. Artık daha özgür olacağım. Senin gibi ikiyüzlü değilim ben. Öldü de rahatladık. Yaşarken ne yararını gördün de bu kadar üzüldün anlamadım.

- Senin ruhun ölmüş. İyice gaddarlaşmışsın sen. Yüreğinin perdelerini sıyır da camını aç az, güneş girer belki, aydınlanırsın. İnsanlıktan çıkmışsın.

- Hahaha. Bak bak sen küçük orospuya. Yediğin boklar için ablan idare etti tabii, okulunu yurt dışında okudun. Geldin master dedin zırt dedin zurt dedin. En son İzmir'de iş yok deyip İstanbul'a taşındın. Evdeki hiçbir gürültü patırtıya şahit olmadın. Gelmiş bana burada akıl veriyorsun. Ya ben?? Daha annemin çocuk olduğu dönemde beni doğurması, ilk annelik tecrübesinin verdiği girişime dayanarak saçma sapan yasaklar ve cezalarla budala bir birey oldum ben.

Ne kendimi savunabildim ne de cesur kalabildim bu hayatta. Çocukken "Olmaz düşersin", büyüyünce de "O memelerle kahvelerin önünden mi geçeceksin" diye bisiklet bile kullanamadım hiç. Senin altında araban bile var beee. Sana harçlık göndermekten, en güzel çağlarımı evde kitap okuyarak geçirdim ben. Senden zekalı oldum ama eğlencenin tarifinden hala bir haberim.

Keyiften anladığım sinema, müzik ve kitap. 70 yaşına gelen yazar gibi, Cihangir kahvesinden ötesi kesmiyor beni. En azından o kadın yazarlar gençliklerini birbirinden güzel aşklarla doldurdular, amlar her türlü siki gördü. Bir de bana bak. Aman merdiven temizleyen anneni düşün akşam yemeğini sen yap, yok işçi babanı düşün eve erken gel, kır kardeşini düşün kenara para koy...

- Vay beee, sen dolmuşun öyle. Şimdi bunları marifet gibi bana mı anlatıyorsun. Sen bu zamana kadar bunların dert ettiysen öyle iyilik yaptığını filan sanma o vakit. Hiçbir şey yapmak zorunda değildin. Az başkaldırsaydın, "Yok" diyebilseydin.

-  Zorunda değildim ama gerekliydi. Bu bir başarı hikayesi küçük hanım. Eskiden nefese alıp vererek rahatlamaya çalışırdım. Sonra sigaraya başladım, ardından alkol. Rakıyla tanışmam daha geçti. Fakat en çok da onu sevdim. İkinci bahar aşkı gibi son aşk gibi. Herkesin bir "gibi"si ya da "bence"si var değil mi. Ben buna mecbur bırakıldım anlıyor musun, resmen kendi kaderimle baş başa bırakıldım.

Şimdi babamın ölümüne mi üzüleceğim? Ondan önce ben ölmek istedim mesela. Çok denedim ama bilerek ölmek güzeldi, ancak benim hiçbir şeye doğru düzgün başlayamamış olan hayatımla ölebilmek yani gerçekleştirebilmek korkunç bir durum. Ah, kaybetmemek adına kaybedilen zamanlar...

Cahit Koytak bilir misin sen? Der ki;

"Yeri delmek
Bu akılcı akılla kazmayı nereye vursak sonuç değişmiyor
Kader kaya gibi sıkı
Ölüm demir gibi sert
Ama inancımızı koruyalım
Gemiyi kurtarmanın yolu onu delmekten geçer bazen
Ve cehennemi kaza kaza pekala cennete ulaşabilir insan"

Gençler ölebilir küçük kız kardeş, ama yaşlılar ölmelidir. Bu kadar ayrıntıya gerek yoktu aslında. Babam benim hayatımı karartmamış olsaydı da ölmeliydi artık.

- Sen kendine sunulan bu hayatı kabul ettin abla. İnsan ruhu yaptığı seçimlerle belirlenir. Kabullendiğin yaşamınla devasa bir korku içerisinde bu yaşına kadar gelmişsin. Şimdi bana türlü bahanelerle saçma sapan şeyler anlatıyorsun.

- Bence konuşma ilerledikçe sonu gelemeyen o rakı sohbetlerindeki "Memleketi kurtarma" laflarına doğru ilerliyoruz. Bunun sonu yok anlayacağın. Ver oradan Zeki Müren şimdi:

"Rakımda buz parçasısın, yudumladıkça yanarım. Sen Aysberglerin torununun torunu, ben Macellan'ın ta kendisi. Kutuplarında Ekvator'u keşfettim."