Sabaha karşı saat 4'ü gösteriyor. Yine iş üstündeyim. Zaten bu saatlerde olan bir zaman diliminde normal insanlar gibi 3 saat sonra işe gidecek olan bir yaşam şeklim olmadı hiçbir zaman. Normalde telefonumu kapatırdım aslında. Nedense o gün açık bırakacağım tutmuş. Bu kötü haberler sana sormadan nasıl da alışkanlıklarını bozuyor. Yok anam illa öğrenmem gerekiyor ya şeytan biliyor işini. Çok önemsemedim ilk başta. Üzerimde kan ter içindeki adamı kenara itmek kolay olmadı o esnada.
Israrlı çalan telefon neyseki müşterimin performansını etkiledi de bakabildim kimin aradığına. 342 ile başlayan bir numara. Kaç yıl geçmişti Antep'ten bir haber gelmeyeli. Hemen kenara koydum telefonu, bakamadım korktum. Kimdi bu şimdi? Yıllar önce babam saçlarımdan tutarak sokağa atmamıştı beni.
İbret-i alem için 1 saat boyunca karnıma tekmeler atmamış mıydı. Hırsını alamayıp annemi dövmüş, seneler boyunca süren evlat özleminin üzerine babamın çenesi, üstüne fahişe olduğumu öğrenir öğrenmez ölen annem. Ah benim canım. Yengem İstanbul'da yaşayan yavşak abisinden öğrenmişti fahişe olduğumu. Ağabeyimle evlendikleri gün altın takamadı babam diye yıllarca kin beslemiş, en sonunda almıştı intikamını.
Nereye kadar bakmayacaktım telefona. Yeterince sikildikten sonra (bir gece için 5 kere boşalma yeter) dışarı çıkıp hemen taksiye bindim. Arayan numarayı çevirdim. Nefesim kesiliyordu. Saatlerce koşmuş gibiydim.
- Alo
- Nursel
Nursel? Uzun olmuş bu ismi duymayalı. 5 yıldır Aysel olarak seslenilince. Tüm sevimsizlğiyle yengemdi telefondaki. Yine de tanıdığımı belli etmedim. Numaramı nereden bulduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Sormak da istemedim, ne kadar az konuşursak o kadar iyi idi. Yoksa şu hayattaki en büyük fantezimdir yengemin saçımını başını yolup öyle ölmek.
- Buyrun, benim
- Ben yengen Nursel. Ah canıııım, neler geldi başımıza bir bilsen.
Senden büyük felaket olmaz ama neyse
- Merhaba yenge. Seneler sonra hayırdır?
- Baban kalp krizi geçirdi. O kadar dedim et yemesen bu saatte diye. Kurban bayramı ya nasıl koymazsın sofraya et. Cenazeye çağıracaktık seni ama baban ant verdi cenazeme gelmesin diye. Hem haberin olsun istedim hem de baban, annen ölünce başkasıyla evlendi. Kız 20 yaşında dul kaldı.
Ne ailesi geri alıyor ne de bizim bakmaya durumumuz var. Aklıma sen geldin. Hem İstanbul büyük şehir orada iş bulur, bir yandan isterse okula gider. Gönlü geniş insansın sen evinde bir tabak daha şu garibana koyamaz mısın?
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Bunca sene sonra bunun için mi arıyordu beni? Evlendiğini bile yeni öğreniyorum babamın. İşim gücüm yok bir de bakıcılık yapacağım.
- Yok artık. Dalga mı geçiyorsun sen benimle?
- Valla sen bakarsın diye yola bile çıktı kız. Birazdan otogarda olur.
- Neeeee! Ya sen kimsin yaa. Bana sormadan kızı nasıl buraya gönderirsin?
- İnan mecbur kalmasam...
- Ya bir siktir git. Ben bilmiyor muyum seni. Ağabeyim olacak o şerefsizin 20'lik kıza kaymasın diye tüm paniğin senin.
- Aaaaa tövbe. Sen iyice terbiyesiz olmuşsun oralarda. Pis fahişe
- Bana bakkk. Alo alooo. Bak kapattı kaltak.
- Bakar mısın Esenler otogarın gidiyoruz.
İyi de bu kız hangi otobüsle geldi. Nereden alacağım. Adını bile bilmiyorum. Eh mesaj geldi. Bak sen hemen atmış tüm bilgileri. Adı Damla demek.
Tam otobüslerin iniş yerine vardığımda Gaziantep otobüsü gelmişti. Ne işim vardı ki burada şimdi. Gitsem mi acaba. Nereden tanıyacak kız beni. Önce beklenilen yere değil de kabalıktan sıyrılıp yan taraftaki büfeninn masasına geçtim. Herhangi bir fotoğraf yoktu elimde. Tanıyamazdım gerçi, sanırım bu da işime gelirdi. Herkes yavaş yavaş inmeye başladı otobüsten. Kimisinin babası, kimisinin sevgilisi karşılıyordu her bir yolcuyu. Damla hangisiydi acaba. Ah baba ah, uçkuruna sahip çıkamadın diye şu başıma gelen işlere bak.
Onu fark etmemek elde değildi. Değil İstanbul, Antep'ten hayatı boyunca çıkmadığına emindim. Sürekli etrafını kollayan, ürkek halini görünce biraz vicdanı olan her insanı elini tutmalıydı bu çocuğun. İnanılmaz güzeldi, kocaman iri mavi gözleri vardı. Çok zayıf olduğundan mı ne ayrıca ayrı büyük duruyordu gözleri.
Saçları kömür karasıydı. Hiç boyatmadığı nasıl belli, benim gibi süpürge değildi saçları. Güneş yoktu ama ona rağmen tüm yıldızlar saçlarında toplanmıştı sanki öyle parlıyordu. Hemen yanına gittim. Godoşlar etrafını sarmaya başlamıştı çoktan. Anladı beni görünce kim olduğumu.
- Nursel abla?
- Evet canım, benim hoş geldin.
Elimi öpmüş. Allah razı olsun senden demişti. Uzun zamandır böyle bir saygı görmemiştim. Mesleğimin de etkisyle herkes it gibi davranıyordu bana. Apartman komşularım bile anlamıştı ne iş yaptığımı. Aşure zamanı sanki günaha girecekler. Her eve dağıtmalarına rağmen bir benim kapımı çalmıyorlardı. Öyle güzel öpmüştü ki elimi. Bir şiirde yazıyordu:
"Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun." öyle ne bileyim aklıma geldi işte.
Hemen taksi çevirip eve geçtik. Bilinen bir hikaye idi onun ki. Babam annem ölünce iyice başına vurmuş. Karı da karı derken mahalleden arkadaşının kızını almaya karar vermiş. Ailesi kendine zor bakınca bari kızımızın boğazı yemek görsün demişler. Aksine kız bizim eve gelin olduğundan beri boğazına ekmek girmez olmuş.
Balık etli bir kızmış. Dediğine göre iyice zayıflayınca babam "sopa mı aldım çarşıdan" diye gecenin bir yarısı dövmüş kızı. Sevgilisi varmış, askerde almış evlendiği haberini. Daha da ne mektup yazmış Damla'ya ne de bir daha geri dönmüş.
Öğlene doğru uyandım. Anlaşılan Damla çoktan kalkmıştı. Üçüncüye ısıtıyordu çayı. Sen yeseydin dedim. "Olur mu abla, sohbetsiz sofradan doyularak kalkılır mı?" dedi. Alemdi bu kız. Garip bir masumluğu vardı Damla'nın. İnsanı utandırıyordu. Fahişe olduğumu nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Nereden başlayacağımı da.
- Seninle bir şey konuşmam lazım Damla
Korkmuştu "başının çaresine bak" derim diye. Öyle muhtaçtı ki bana böyle bir şey yapmazdım asla ama gerçekleri duyunca o benimle yaşamak ister miydi birazdan anlayacaktım.
- Benim yaşamım biraz farklı
- Ablayacağım lafını balla kesiyorum ama mesleğini biliyorum. Yengem anlatmıştı bir keresinde. Olsun ne olacak, kalbimiz temiz olduktan sonra.
Bak ya yememiş içmemiş anlatmış. Gerçi onu bildim bileli ilk defa bir hayrı dokunmuştu bana.
- Anladım. Eh o zaman madem biliyorsun. Geceleri evde olmam ben haberin olsun. Evde her şey var. Film izle kitap oku ne dilersen. 15 günde bir evi temizlemeye kadın gelir. Hiçbir şeyi yıkamaya, düzeltmeye kalkma. Ne yapmayı düşünüyorsun?
- Abla ben üniversite okumak istiyorum. Zar zor bitirdim liseyi. Üniversiteye babamlar izin vermedi okutamazlar diye. Kader belki yüzüme güler diye ben yine girecekmişim gibi çalıştım hep. Senden para istemiyorum. Hem çalışır hem okurum ben. Sen uyurken kitaplarına baktım. Az okudum bazılarını sana sormadan ama kızdın mı?
- Ay çok alemsin ne kızacağım. Arkadaşımlarım dostlarım onlar benim. Kitaplar olmasa dayanamazdım bu hayata. İstediğin gibi okuyabilirsin hepsini. İzin istemene gerek yok. Ne okudun merak ettim?
- Turgut Uyar. Şiir okudum.
- Aaa hangisi? Getir bakayım
- Bak abla bu
- Okusana güne güzel başlayalım.
"Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gidip gidyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
En akıllı kişisi gündüzün
sevgm acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar"
- Ne güzel okudun kız
- Gerçekten mi? Edebyat öğretmeni olmak istiyorum abla inşallah
- Yakışır valla ama bence üniversitede öğretiim görevlisi ol. Devlet okulları insanı köreltiyor. O veletlerle uğraşılmaz.
- Bilmem ki olur aslında. Senin hikayen ne abla? Hiç kendinden bahsetmedin.
- Bu kitaplar kadar ne az ne çok. Hatta benden daha acı hayatlar da var. Bazı okumalar şükür namazı gibi. İnançlı değilim ama senin anladığın dilden böyle. Çok fazla söze gerek yok. Bak ben de sana ezberimden en sevdiğim şiiri okuyayım. Kemal Varol'un şiirinden bu da
"Evvel zaman öptüğüm her dudaktan ömür
gülüşümün seyrinde güllerin yeşerdiği haşa
bozkırda mezarların yalnız ağaçlarına
koşarken
durdum ve kulak ettim
benden sızan oluğun esrarına:
gel ve dindir beni her nasılsa"
- Abla çok güzelmiş be.
- Öyledir. Şunu hiç unutma Damla. Çok erkek tanıdım şu İstanbul'da. Hani o şık giyimli, tipine baksan adam sanacağın ama hiçbiri kalıbının adamı olmayan tipler. Pek çoğu iltifat eder sana. Şımartır, yüceltir. Baksan hepsi korkağın teki. Düzenlerini bozmak istemeyen benim gibi kadınların yanında tek geceliğine hayatlarına tutku katmaya çalışan herifler. Ağlamayı bile beceremeyenler. Bir erkek ya vardır ya yoktur Damla.
Hem var hem yoksa o yoktur. Sakın güzelliğini bu stratejik oyunlara alet etme. Eğer seviyorsa uğraşacak, bir şeylerden fedakarlık yapacak. "Benim için ne yaptın?" dediğinde verecek yanıtı olacak. Ay efkar bastı kız. Dur dolaptan bir soğuk bira alayım. Şarkı da açalım. Özlem geldi mi bir anda insana dindirmemeli. Ağlamalı ister hıçkıra hıçkıra ya da gözleri gelmeli aklına susmalı sadece usulca
Hem var hem yoksa o yoktur. Sakın güzelliğini bu stratejik oyunlara alet etme. Eğer seviyorsa uğraşacak, bir şeylerden fedakarlık yapacak. "Benim için ne yaptın?" dediğinde verecek yanıtı olacak. Ay efkar bastı kız. Dur dolaptan bir soğuk bira alayım. Şarkı da açalım. Özlem geldi mi bir anda insana dindirmemeli. Ağlamalı ister hıçkıra hıçkıra ya da gözleri gelmeli aklına susmalı sadece usulca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder