Uyandığımda ilk kurduğum
cümle: Bugün doğum günüm! Eskiden hiç
hatırlamazdım, illa birileri kutlardı. Gereksiz telaşlar, belli etmeden yapılan
organizasyonlar (öyle sanırlardı), aynı kişiler, aynı tantana. Hatta bazen
lüzumsuz tartışmalar yaşanırdı. O onunla konuşmamış, o gelmesin, bu gitsin, o
boşandı kocasını çağırmasak mı derken zaten 1 yıl daha yaşlanmak sinirlerimi
bozuyordu bir de bunlar! İyice bunalmıştım. Fakat bu yıl farklıydı, beklenti içindeydim. Artık
yılların verdiği kırışıklar beni mutlu ediyordu. Kadın olduğumu hissediyordum.
Turgut neredeydi acaba? Şu
bilgisayarımı açmam lazım. Ne yapsam? Doğum günümü kutlar mı? Aslında
hazırlansam çok iyi olur. Belki gelir, sürpriz yapar. Evden nasıl çıkarım
bilmiyorum ama alternatif bir plan bulmam lazım. Aslında Turgut’u da seviyorum.
Aşıktım, gençtim, tutkuyla sevmiştik birbirimizi. Bir arkadaşımın okuldan
arkadaşıydı. Öyle kültürlü ve bilgiliydi ki, saatlerce dinlettirirdi kendini.
Hayalleri vardı, hepsini de gerçekleştirdi. Zaten hayallerini hep benden daha
çok sevmişti. Akademik çalışmalarına gömülmüştü. Paraya hiçbir zaman itimat
etmezdi. Daha çok kariyer heveslisiydi, bu onu zamanla değiştirdi. Bilginin her
zaman paylaşılması gerektiğine inanırdı, akıllı bir adam böyle yapmalıydı.
Fakat zamanla ukala, “bunu nasıl bilmezsin” laflarıyla küstahlaşmaya başladı.
Artık ortak konumuz kalmamaya başlamıştı. Ne konuşabiliyor ne de
arkadaşlarımızla eğlenebiliyorduk. Kaç defa eğlencemizi burnumuzdan getirdi.
Her gezmeye gidişimiz, dönüşte arabada kavgayla noktalanıyordu.
“Facebook”, diye bir şey
keşfettim bir gün. Hep duyardım da, ay ne bileyim üşenmiştim açmaya. İnternetle
de pek aram yoktur. Hala da öyleyim aslında. İnan için sadece bilgisayarı
açıyorum desem yeridir. Kütüphanelerin havası, kitapların kokusu beni her zaman
daha çok cezp etmiştir. Bir gün biri ekledi beni. Hiç tanıyamadım, arkadaşlarım
uyarmıştı zaten. Rahatsız edenler filan olurmuş, “aldırma” dediler. Pek
önemsemedim ilk başta ama neden bilmiyorum arkadaşlık isteğini reddetmedim.
Bir gün bir mesaj gönderdi;
“Zeynep hanım merhabalar. Bir uçak seyahatim de sizi görme nailine ulaştım.
Kabin memuruydunuz o zamanlar. Çok oldu ama sizi hiç unutmadım. Bu hesabı
açtıktan sonra her gün bir kere size bakarım. Nihayet açmışsınız. Nasılsınız?
Her şey yolunda mı? Rahatsızlık vermiyorumdur umarım. Teşekkür ederim.
Sevgiler”
Kaç kere okuduğumu bilmiyorum.
Kalkıp aynaya bakmıştım. Bana mıydı o yazılanlar? Birinden iltifat almayalı o
kadar çok olmuştu ki. Kabin memuruyken çok teklifler alırdım. İçlerinden aşık
olanlar da vardı, evlenmek isteyende . Ahlaksız teklifler de almadım değil
tabi. Fakat evlendikten sonra “çiftler birbirine benzer” hesabı ben de Turgut
gibi hayatı tekdüze geçirmeye başlamıştım.
İnan’ın mesajına önce cevap
vermedim. Merak işte, kötü bir niyetim yoktu. Sadece eğlenceli olabileceğini
düşündüm. Teşekkür edip, belki bir iki sohbet edilebilirdi. Gerçekten değil
bazen bu ev, bu dünya bile beni boğuyordu. Sohbetimiz bayağı ilerlerdi. Sabah
kahvaltı yapmadan ona yazıyordum, sesini hiç duymadım. Buna birlikte karar
vermiştik. İkimiz de evliydik, kendimize zarar vermek istemiyorduk. Tabi bu pek
mümkün olmadı. İstanbul’da yaşıyordu. Belli bir mesleği yoktu esasında.
Zamanında yönetmenlik de yapmış birkaç kısa film için, senaryo da yazmıştı.
Hatta film eleştirmenliği bile yapmış bir dönem. Şimdi ara sıra gazetelerde,
dergilerde yazıyordu. Her zaman okurdum. En büyük takipçisi bendim sanırım.
Neyse işte böyle gel zaman, git zaman nereye kadar bilmem ama bunu devam
ettiriyoruz. İlk başlarda utanıyorsun bu durumdan. Eşinden, çocuklarından en
önemlisi de kendinden. Bu seni çok yıpratıyor başlarda. Sonra bakıyorsun ki
hayatın hala aynı, artık git gide normalleşmeye başlıyor gözünde her şey. Sanki
herkesin hayatı böyleymiş gibi! Kimseyle paylaşmadım İnan’ı. Çok anlatmak
istedim fakat olmadı. Vicdan azabımı paylaşmak istiyordum. Özellikle birlikte
olduktan sonra… O gün çok kötü olmuştum. Otel odaları bana göre değildi. Hele
bu tarz anlar için. Mecburduk ne onun tanıdığı vardı ne de benim bunu birine
anlatıp beni idare edebilecek biri. Evime zaten hiç alamazdım. Ardından buna da
alıştım ama. Her geldiğinde farklı bir otel belirliyorduk. Aslında bir ev
tutacaktık ama ikimizin de bütçesini zorladı. Ah telefon çalıyor. Kesin o,
Allah’ım o olsun. Evet İnan
-
Canımmm
-
Zeynep hanımla mı görüşüyorum?
-
Ah pardon. İnan beyin telefonu değil mi?
-
Evet. Acıbadem Hastanesi’nden arıyorum. İnan Bey
bir kaza geçirdi. En son sizinle görüşmüş. Neyi oluyorsunuz? Gelseniz iyi olur.
Durumu ağır…
O an ellerimin, ayaklarımın
boşaldığını hissettim. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyordu sanki. Nasıl? Neden
İnan? Gözlerim doldu, ağlamamalıydım. Kaza bu, elbette durumu ağır olabilir.
Sonucu “kötü olacak” diye bir şey yok. Ama yine de panik halime engel
olamıyordum. Ellerim titr iyordu.
Boğazıma bir şeyler geliyor, yutkunuyordum. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim
kendimi. Ölüm acısını hiç yaşamamıştım hayatımda. Tanrı bununla sınamadı beni.
Belki de sırası gelmişti bunun da. Hayır hayır ölüm yok. Henüz değil. Gerçekten
peki nesi oluyordum? O soruyu geçiştirip yola çıkacağımı söyledim. Kimseye
haber vermedim. Veremezdim de zaten. Yalan söyleyecek zekaya da sahip değildim
o an. Turgut, “nereye?” dese, “İnan”a derdim direk.
Hemen evden çıktım. Allah
kahretsin! Bayram tatili geliyor. Kesin yer bulamayacağım. Sadece bir firmada
boş koltuk bulabilmiştim. Hava yolu şirketlerine hiç bulaşmadım zaten. Çoktan
dolmuştu hepsi. Aslında istesem ayarlayabilirdim lakin eski kabin memuru olarak
birileriyle karşılaşmaktan korktum.
-
Kaçta İstanbul’da oluruz?
-
10’da hanımefendi
-
Teşekkürler
Şu an hayat o kadar yavaş
ilerliyordu ki, bayılacak gibiydim. Akreple yelkovan aralarında anlaşmış gibi
hareket etmiyordu sanki. O sırada telefonum çaldı. Arayan Turgut’tu. Ah evet.
Doğru ya bugün benim doğum günüm. Tamamen çıkmış aklımdan. Sanırım bu sırrımı
herkes aynı anda öğrenecekti. Neyse “temiz iş” diye düşündüm o an. Herkese
açıklama yapamayacağım tek tek. Hava ne kadar kötü, bu tr afik…İzmir’in
tr afiği gayet rahattır aslında fakat
bugün böyle olacağı tuttu.
Kendi kendime söylenirken
uyuyakalmışım. Bir sesle sıçradım. Kaza mı yapmıştık? Başım kanıyor?
Anlayamıyorum, tüm algılarım kitlenmiş gibiyim. Herkes iyi gördüğüm kadarıyla.
Hemen sıçradım yerimden.
-
Neler oluyor? Hareket etmeyecek miyiz?
-
Firmaya ilettik hanımefendi, otobüsümüz gelecek.
Trafik, bayram haftası malum. Biraz sabırlı olun lütfen
-
Bekleyemem. Hastam var
-
Yapacak bir şey yok
Oturdum, bekledim. Yanıma bir
kadın geldi, garipti. Aynı otobüsteydik sanırım ama bu kadar çekici olmasına
rağmen dikkatimi hiç çekmemiş. Uzun boylu ve hoş kıvrımları vardı. Gerçekten
seksiydi. Bir an kıskanır gibi oldum ama İnan’a sahip olanın ben olduğunu
düşünce, bu fikrim kısa sürdü.
-
Merhaba
-
Merhaba, Aylin ben
-
Ben de Zeynep, memnun oldum. İstanbul’a mı?
-
Hı
Konuşmayı sevmiyordu sanırım.
Derken telefonu çaldı. Bu, biraz önce konuştuğum kadın mı? Nasıl küfürler onlar
öyle..
-
Başlarım sana da pezevenklerine de. Geliyoruz işte,
sanki gidecek yerim var da. Uzatma kapat, kaza oldu bekliyorum
Telefonu kapadı, yanıma geldi.
Hafif güldüm. Hani “duydum hepsini ama belli etmemeye çalışıyorum” tavırlarında
bir gülümsemeydi. O da anladı zaten.
-
Hayat kadınıyım. Bu aralar gazeteler “seks
işçisi” diyorlar ama orospuyum işte. Farklı adlandırmalar işimin niteliğini
değiştirmiyor
-
Sen nesin, necisin?
-
Bir hastam var, İstanbul’a gidiyorum
-
Hımm. Geçmiş olsun yavrum. Nesi var? Kocan mı?
-
Hayır. Arkadaşım
-
Adı ne?
Neden bu kadar çok soru
soruyordu. Birden gerildim. Aslında anlatsam mı? Öyle ihtiyacım vardı ki
birine. İsterse hakaretler etsin. Biraz dinlese. Kendime anlatamadım hiç. Bir
daha nerede görecektim ki? Hem onun işine göre benim yaptığım daha masum
kalırdı.
-
İnan
-
Sevgilin mi?
Evet mi desem. Ona ne canım. Boş
ver Zeynep senle gitsin bu mezara kadar derken, ağzımdan, “evet” çıktı
-
Ne kadardır birliktesin?
-
Oldu biraz işte neden soruyorsun?
-
Anlatmak istiyorsun çünkü. Ben de sana kalbimi
açtım. Orospular da dinler
-
Allah Allah. Onu da nereden çıkardın şimdi?
-
Bak bu mesleği ben seçmedim. Hani baba avukat
olur çocuğunu da avukat yapar, ardından
aile şirketi kurarlar ya. Bizimki de o hesap. Babam zaten pezevenkti. Annemi
satardı. Annem yaşlandı, haliyle iş göremez oldu. Zavallı kadın, çok çekti
garibim. Sonra işini ben devraldım. Ha “aşk”tan da anlarım. Beni hafife alma
Durdum, düşündüm. Sonra başladım
anlatmaya. Hiç şaşırmadı, beklemiyordum bu sakinliği.
-
Aslında rahatlaman için iyi seçim ama akıl vermek konusunda yanlışım ben
senin için. Bana kalırsa “git” derim. Arkanda ne varsa düşünme. Ben annemi
düşündüm hep. Ne hayatımı kurtarabildim ne de aşkımın peşinden koşabildim.
“Pişman mısın?” diye sorarsan, “eh zaman zaman”. Sadece kendine şunu sor: Değer
mi?. Değerse git. Yoksa yazık olur sana.
Keşkelerin insanı nasıl yorduğunu
bilemezsin. Giyiminden, kuşamından hali vakti yerinde bir yaşamın var gibi.
Elinden geliyorsa eğer, “vicdanınla barışık” bir yaşam sür. Onunla iyi geçin.
Yaşarken her gün öldürür adamı. Çocuğun var mı?
-
İki tane
-
Onları düşün. Aşk meşk güzel şeyler de. Ne
bileyim, evladım olmadı hiç. “Annelik”
nedir bilmem. İyisi mi dön geri, var
git evine. Yalan bedava. Bu dünyayı tek döndüren şey, yalan. Bulursun,
uydurursun bir bahane
Otobüs geldi. Gitsem mi kalsam
mı. Hayat, asıl bu anlarda başlıyor. Karar vermek, ya da verememek!
Kararsızlıklar, zaten hep sinirlerimi bozmuştur.
-
Hanımefendi, otobüs kalkıyor.
-
Ben gelmiyorum. Taksi çağardım döneceğim
Gidemedim…Belki çok pişman
olacaktım ama yapamadım. Kız olarak dünyaya geldim, sonra kadın oldum ve
ardından anne. Sorumluluklarım var, yapamam, yapmamalıyım. O sırada telefonum
çaldı.
-
Efendim
-
Zeynep hanım?
-
Evet
-
Gelemiyorsunuz sanırım. Başınız sağ olsun.
Ailesine haber verebilirseniz. Hala ulaşamadık.
-
Anlıyorum, teşekkürler. Haber vereceğim
En son bir sonbahar günü annemin,
“bu son dondurma, havalar soğudu artık” dediğinde dondurmam düşmüştü. Herhalde
bu kadar en çok o zaman ağlamıştım. Aynı masumluk değildi, hiç değildi. İnsan
neyine güvenir de kimseyi kaybetmeyeceğini düşünür. Hep öyleydim. Hiçbir zaman
“ölüm korkusu”nu hissetmemiştim. Eve gittim, herkes oturmuş beni bekliyordu.
Üzgünlerdi. Turgut, beni görür görmez boynuma sarıldı. Hiç bu kadar içten
sarılmamıştı. Hatta flört dönemimizde bile.
-
Nerdeydin? Niye telefonlarına bakmıyorsun?
Çıldıracaktım
-
Bir ara yogaya gidiyordum ya. Hocam vefat etmiş.
Hemen düşünemeden çıktım ben de. Özür dilerim hepinizden o kadar da hazırlık
yapmışsınız. Ama hiç keyfim yok, biraz uyumak istiyorum
Beni gördükleri için biraz
şaşkın, biraz mutlu halleri vardı. Hemen yukarı çıktım, kapıyı kilitledim. Bir
fotoğrafımız vardı. Zaten bir tane vardı. Takılarımın arasına saklamıştım.
Turgut sağ olsun. Takılarıma hiç ihtiyacı olmamıştı. Saatlerce göğsüme bastırıp
ağladım. İçimi çeke çeke. Sonra uyumuşum.Tüm gece yağmur yağdı. Bir ara gece
balkona çıktım. “Ben de atlasam” dedim. Sahi nasıl sevmiştim. Güzeldi,
heyecanlıydı. Beni hiç üzmemişti. Hava esmeye başladı. İçeri girdim. Elimden
bir şey gelmiyordu. Böyle anlarda uyumayı seçerdim. Rüyalarıma girmesini
bekledim, hiç gelmedi. Demek doğrusu buydu, unutmalıydım. Unutamadım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder