21 Şubat 2016 Pazar

İtiraf

Bahar geliyor az kaldı. Bahar biraz daha katlanılır da yaza tahammül edemiyorum. Ben karı seviyorum, insanın da çevrenin de kirli olduğu şehirleri güzel gösteriyor kış mevsimi. Oysa bu sabah kış güneşiyle uyandım güne. 

İnsan güne agresif başlayınca ne yaparsanız yapın o günden hayır bekleyemiyorsunuz. Bir telefon geldi, uzun süredir çalmayan ev telefonum aylar sonra çaldı. Önce açmak istemedim. Çünkü ev telefonundan ancak aileden biri arardı beni. Eski alışkanlık, bir türlü sevemediler cep telefonlarını. Arayan babamın ikinci karısından olan erkek kardeşimdi.

- Bilge merhaba. Ben Hakan. Nasılsın?

- İyiyim Hakan sağ ol. Sen?

- Teşekkür ederim de pek iyi sayılmaz. Annen rahatsızlandı. Durumu biraz ağır, Gebze'ye gelirsen çok sevinirim.

- Nesi var?

- Ben de pek bir şey bilmiyorum. Babamla konuşmadığın için seni aramamı istedi. O da apar topar hastaneye gitti. Merdivenlerden mi ne düşmüş. Sanırım beyin kanaması geçiriyormuş. Gelsen iyi olur.

- Tamam. Oraya gelince görüşürüz.

Annem ölür mü acaba? Yıllarca ölse de hepimiz kurtulsak diye dua ederdim. Uzaklaşınca böyle şeyler düşünmez olmuştum. Yani umurumda değil. Gitmesem mi acaba ya, offf. Kaç yıl oldu Gebze'ye gitmeyeli. Dünyanın en çirkin şehri, insan nereye gitse Gebze'den çıkınca her yer cennet gibi görünüyor. 

Annemi görmek istemiyorum, özlemedim, sevmiyorum, yaşayıp yaşamamasıyla da ilgilenmiyorum. Berbat bir çocukluk geçirdim. Akıl hastası bir annem ve duyarsız babam vardı. 5 dakika dişlerini geç fırçaladı diye namaz kılıp bağıra çağıra ağlayan bir anne düşünün. Kurallarına uymadığınız taktirde seni soyup kapının önüne atan, cezalandıran ve sonra sabahlara kadar ağlayıp özür dileyen sefil bir karakter. Baba desen dünyanın en bencil yaratığı. 

Kendinden başkasını düşünmeyen, ilgisiz, pasif, hayatında hiçbir şeyi başaramamış saçma sapan bir herif. Babam futbolcuymuş eskiden. Bir gün annem bizi alıp sahayı basmış. Ya biz ya çocukların deyince babam da sefil işte dedim ya, vazgeçmiş futbol aşkından. O günden beri hayatını pasif bir insan olarak sürdürdü. 

Bir keresinde şunu dediğimi hatırlıyorum; "Keşke alkolik, kumarbaz bir babam olsaydı, annemi her gün döven hani klasik Türk ailesi. Herkesin yarası gibi." Babama göre annemin durumu daha kötü tabii. Yine de kendi içimde affetmiştim, bazen ararım hala de açmaz telefonlarımı. Annem ile babam boşandıktan sonra ben babamla kardeşim annemle kaldı. Sonra babam başka kadınla evlendi. Bir süre onlarla yaşamak zorunda kaldım. 

Kız kardeşim ise üniversiteyi kazanana kadar annemin psikolojik işkencelerine maruz kalmak zorunda kaldı. Marmara Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandıktan sonra İstanbul'a geldi. Onunla birlikte eve çıktık, küçük bir aile olduk. Bir de ortanca erkek kardeşim Bahadır var. O bu yaşananlardan en çok etkilenen insan oldu. Ama kendini en tez zamanda kurtaran yine kendisi idi. 

Şimdi Amerika'da öğretmenlik yapıyor. Halinden oldukça memnun. Kardeşim de İzmir'e taşınıp kariyerini akademisyen olarak sürdürme kararı aldı. Tam birleşmişken tekrar ayrılmak durumunda kaldık. Yetişkin hayatı işte... Ancak yaşadığımız her şeyi geride bırakıp güzel en azından düzgün bir hayat yaşamaya karar veren bireyler olmayı başarabildik.

Şu an Gebzedeyim. Tanrım ayaklarım geri geri gidiyor. Annemi, babamı, babamın bizden sonra kurduğu ailesini görmeye hiç hazır değilim. Şu sokağı hatırlıyorum. Doğum günümdü, babam hediye göndermişti. Annem o gece sinir krizi geçirdi hangi yüzle hediye gönderir diye. Tüm arkadaşlarıma rezil etmişti beni. Dışarı çıkıp saatlerce dolaşıp ağlamıştım. En sonunda yorgun düşüp bu kaldırıma kıvrılıvermiştim. Tam sırası!

- Efendim

- Neredesin Bilge

- Şimdi geldim, birazdan oradayım.

- Tamam bekliyoruz.

Yarım saat sonra hastanenin kapısındaydım. Odasını bulmam uzun sürmedi. Kapının önünde tüm aile bireyleri annemin akıbetini bekliyorlardı. Hepsinin yüzünde zoraki bir gülümseme. Babam beni görünce boynuma atladı. Bir ağlama, bir eziklik. "Her zamanki babam" dedim içimde, insan hiç mi değişmez. Kardeşlerim benden daha sertti. Gelmek istemediler. Malum görev de bana düştü. O sırada doktor çıktı odadan. 

- Bilge hanginiz?

- Benim

- Aysel hanım sizi görmek istiyor.

Keşke emekleyebilseydim. Ağır ağır gidersem ben gidene kadar can verebilirdi belkide. Odaya girdim, annemin kokusu geldi burnuma. Güzel kokardı annem. Kendini koklatmazdı ama gece uyurken koklardım gizliden gizliye. Birkaç kere yemeğine uyku ilacı kattığımı hatırlıyorum. Uyuyunca tüm insanlar gibi o da çok masum görünürdü.

- Bilge... kızım... Gelmeyeceksin sandım.

- Doğru sanmışın. Gelmeyecektim zaten, biraz zorunda kaldım diyelim.

- Anlıyorum. Ne desen haklısın. Ben senin yerinde olsam gelmezdim. Gel yanıma yanaş.

- Tanrım ne kadar güzelsin, su gibisin. Baban ve benden böyle bir güzellik nasıl oldu tuhafmış.

- Kendini nasıl hissediyorsun şimdi?

- Sen geldin ya daha iyi. Bu gece burada kalacak mısın?

- Sanmıyorum. Beyin kanaması filan denilince ben son anlarını yaşıyorsun filan sandım. Madem iyisin, birazdan giderim ben de.

- Biliyorum. Çok çektirdim size. Allah'a her gün "Canımı al" diye yalvardınız benim yüzümden. Psikolojim hiç iyi olmadı, hep sorunlu biriydim. Bundan ne arkadaşım ne ailem olabildi bu hayatta. Bu saatten sonra da sizi kazanma girişimine giremeyeceğim. Çok yersiz ve yüzsüzce olur. Ama affedilmeyi arzu ediyorum. Lütfen Bilge, beni affettiğini duymaya çok ihtiyacım var.

- Ben seni çok affettim anne. Buraya sadece son görevimi, yani bir evlat olarak yapmaya geldim.

- Ölmemi o kadar çok mu istiyorsun gerçekten. Bilseydim öldürürdüm kendimi.

- Sende cesaret yok. Hep acizdin, hala da öylesin. Şimdi bunları konuşmanın gerçekten sırası değil. Hayatımızı mahvettin. Sizin yüzünüzden normal bir insanın nasıl olduğunu kavramak için uğraştım ben senelerce. Bir çocuk için bu çok ağırdı anne. Bir kere ya bir kere beni dinlemedin. 

Ben sana sarılıp ağladığımı hiç hatırlamıyorum mesela. Çünkü sürekli dizlerimde ağlayan bir anne ve baba vardı. Bak bunlar çok acı değil çok saçma. Anlıyor musun? Affetmek ise gerçekten hepinizi affettim. Sadece senden tek ricam kendine çok iyi bakman. Sana bakmaya gücüm yok, hazır akıl sağlığım yerindeyken aynı günlere dönmek istemiyorum.

- Ne söylesen haklısın. Bir şey diyemiyorum. En azından seni bir kere öpmeme izin ver.

- Hoşça kal anne.

Hastaneden koşarcasına çıktım. Hemen İstanbul'a döndüm. İki gün sonra babam annemin öldüğü haberini verdi. Tuhaf intihar etmiş. Hiçbir şey hissetmedim. Aslında ölse çok üzülürüm derdim hep. Demek öyle olmuyormuş. Çok ağladım ama. Üzüldüğümden değil de ağladım işte, içimi çeke çeke aynı çocukluğumdaki gibi ağladım ağladım ağladım. 

Günlerce ağladım. İçtim, dans ettim, müzik dinledim, seyahat ettim. Sonra yine ağladım. Ne kadar çok ağladım öyle ya. Hayatımın saçmalığına o kadar çok ağladım ki, en sonunda göz pınarlarım kurudu. Sanırım bundan sonra hiçbir şeye akıtacak gözyaşım kalmadı. Öldüğünü duyduğumda gitsemiydim diye düşündüm.

Annem o lafların yüzüne intihar etmişti. Bunu bir tek ben biliyordum. Bilerek mi yapmıştım? Annemin katili miydim? Yataklara düşer de bakmak zorunda kalırım diye şansımı denemiştim evet. Fırsatı çok pis bir şekilde kullanmıştım ve yerine ulaşmıştı. 

Neticede annem de bunca yılın çektirmesine ve affetmeme bir teşekkür olarak hayatına son vermeyi kabul etmişti. "Artık huzurla yaşayabilirsin" demişti bir nevi. Artık huzurla yaşayabilirim. Umarım babam da tez zamanda ölür...

10 Şubat 2016 Çarşamba

Bir Kırık Gençlik Hikâyesi

Çocukluğumuz olmasaydı hayat nasıl olurdu acaba? Şu anda bunu düşünüyorum. Ne yaşıyorsak ana nedenleri oradan geliyor çünkü. Katilin nedeni de aynı manyağın nedeni de. İnsanlar mı garip hayat mı çözemedim. Dünyanın en belirsiz mevzusu bu bana kalırsa. Emin olduğum bir şey var ama... İnsanlar geçmişleri ile yaşıyor. 

Kime sarılmaya kalksam herkesin yüreğinde farklı isimler var. Yoruluyorum, usandırıyorlar beni. "Kendine iyi bak" demekten kendimle ilgilenemez oldum. "Eskide kaldım" diyor bana. "Eski?" diyorum, "Eski kız arkadaşım" diyor. Salak oluyor insan bazen. Eski dedi işte, M.Ö'den bahsetmiyor ya. Yine söyledim o klişe lafı, "Kendine iyi bak." Bakacaksın tabii, bakmayıp da ne yapacaksın. 

Hazır benden de kurtulmuşun, oh kafa rahat şimdi. Yazarsın kıza, ne kadar özlediğini anlatırsın. Meğer ne de çok özlemişin. Öyle çok başka bedenler denemişsin ki, olmamış amına koyayım. "Çok özledim kızım seni" dersin herhalde. Bilmem, ben erkek olsam öyle derdim sanırım. Aramak isterdim şimdi seni. Ne oldu? Barıştınız mı kızlar? Anlattın mı beni? "Bir kızın hayatına girdim, sen yoktun bir boşluk, boşluğu doldurmaya çalıştım ama olmadı işte." 

Burada benim ne olduğum iki tarafında umurunda değil elbette. Mevzu iki kişilik. Ben kim köpek zaten. Birinin en boktan zamanına dahil oldum hepsi bu. Hiç görmediğim, adını bile bilmediğim bir kadını kıskandım bu akşam. Çünkü kimse bana "Seni çok özledim" demedi. Neden acaba? Kimse özlemiyor beni, ne üzüyor bir bilsen. Ailem dışında şu hayatta kimsenin en değerlisi olamadım. Koyuyor bazı bazı. Demiyorum uğruma şiirler okunsun ama unutulmak herkese dokunuyor galiba. 

Oysa hayatının en kötü zamanlarına denk gelmiştim. Huyumdur, bunun üzerine kimseyi tanımam. Nerede kimin en berbat en bunalımlı dönemi var ben orada bitiyorum. Yani evet genelde bir 'hoş geldin' de alıyorum. Sonrası hep güle güle hep mi güle güle. Öyle hep güle güle. Yok ama haklarını yemeyeyim, genelde iyi uğurluyorlar. Tanıdıkları en mükemmel insanmışım, ne kadar iyi biriymişim falan filan. İnsan iyi diye de bu kadar üzülmez ki. Ya kimindi o laf? 

"Herkes mutluluğunu istiyorum dedi, ne kastınız vardı mutluluğuma anlamadım" gitti. Standart bir hayatım var benim, ne kurcalıyorsunuz. Pisler ya, ne istediniz de yapmadım. Masaj yaptım, yemek yaptım, gözlerinin içine baktım, sevdim bayağı, hasta oldunuz baktım. Kodumun herifleri ya ben verem olana kadar doktora gitmeyen bir insanım. Ama işte eşek hoşaftan ne anlar. 

Üzgünüm ya, başka kadınlara tercih edilmek, seni deneyip meğer aslında o kızı nasıl sevdiklerini anlamaları. Deneme tahtası mıyım ben? Başım dönüyor, kursağımda bir türlü mideme inmek istemeyen ekmeğin ucu yumru gibi duruyor. Çığlık atmak istiyorum. Nereden öğrendim acaba hatıraları silmeyi? Öyle bir şey öğrendim ben biliyor musun? Bitince bitiyor yani. 

Tamamen siliyorum aklımın da yüreğimin de her bir yerinden. Mesela kazağı var şu an üzerimde. Koklamak aklıma bile gelmiyor. Gitti çünkü, ben güzeli sevmem güzel benim olmayınca. Galiba ben buradan öğrendim bunu. Lakin benim dışımda herkesin unutamadığı birinin olduğunu fark ettim. Bastı en sonunda o kalın kafama. Belkide kadın - erkek ayrımındandır. 

Umarım eşit olduklarını savunmak gibi salakça bir şey yoktur kafanızda. Neyse bu konuya hiç girmeyim şimdi. Zaten şu an da kendi kendime konuşuyorum. Çünkü ona diyemedim, dökemedim böyle kendimi. "Ee pezevenk madem aklın eski sevgilinde idi de ne geldin bana?" "Kodumun piçi kafan gitgelli idi hayatından memnun değildin madem beni ne o bokun içine soktun?" Bunların hiçbirini yazamadım. Neden yazayım ki? Karşında gitmek isteyen biri var. 

Hakaret etmenin nedenini niçinini sorgulamanın ne alemi var ki. Ya da önemli mi? Değil işte, sonuca bakmak gerekirse belkide herkesin yaşadığı bana da nasip oluyor ve her defasında aynı şarkı çalıyor. Valla ben dinlemekten sıkıldım da millet seviyor monotonluğu galiba. Yeni bir şeye açık değillerse demek. Olsun ama bu işte şimdi bir ders diyeceğim de. 

Yaşadığım sürece yeni bir hata yapmadan hayatı anlayamayacağımı da anlamış bulundum. Bunca yıllık yaşantım bana bunu öğretti. Olmuyor yani "Bundan da ders çıkardık bir daha aynı hatayı yapmak yok" demek. Ama güzel bir tarafı var, içiniz yanmıyor yalnızca yüreğiniz sızlıyor. İnce bir sızı böyle, gözlerim doluyor. İnsanların ne dertleri var buna ağlanır mı? diye kendime kızıyorum, ağlamıyorum. 

İşte dedim ya ama, ince bir sızı. Bir de halihazırda işsizlik sorunum var. Ne güzel, üst üste gelmesi de pek manidar. Dünya dönüyor ya biliyorum bu da geçecek. Gerçi döndüğüne göre aynı şeyleri tekrar yaşayacağım anlamı da çıkabilir. Çıksın amına koyayım, o da çıksın, alıştık zaten. Keşke bir dağda kar olsaydım, eriseydim ne güzel olurdu. O bir kere dünyaya geliyor ben de. Neyse biraz daha iyiyim şimdi. 

Yazmak ne güzel şey, kimse okumayınca daha da güzel oluyor. Kimse okumayacak gibi yazmak bana iyi geliyor. 'Bir kırık gençlik hikâyesi' deyip bu kısa ama anlamsız öyküyü de kapatıyorum. Yine yazarım ama, nasılsa farklı bir şey yaşamam ileride. Dedim ya, alıştık artık.

6 Şubat 2016 Cumartesi

Hepimiz Yalancıyız

Ben böyle olacağını bilmiyordum. Çocukluğumdan beri tek hayalimdi kocaman ışıklar, flaşlar, kırmızı halılar... Televizyonda gazetelerde sadece kendimi görmek istiyor herkes benden bahsetsin istiyordum. Aslında oyunculuk güzel bir meslek. Herkesin içinde bir yerlerde heves ettiğine eminim. İnsanları dinlediğinizde hepsi başarılarından bahsedilsin ister. 

Bunu içten içe anlarsınız. Tabi dinlemeyi bilenlerden iseniz. Ancak çoğu kişinin dile getirmediği, çekindiği belki de kendine olan güvensizliğinden, bir beğenilme duygusu vardır. Buna yemin edebilirim. Sadece bazı insanların kusurları vardır. Beğenmedikleri fiziki tarafları... Pek çoğunu da kendileri abartılar. Halbuki hepimizin var. İnsan birini çirkin görmek isterse görür, en ufak ayrıntılara takılıp tüm beğenisini yitirebilir. 

Kişi kendi bedeninden bu denli hoşnutsuz olunca içine kapanır, kimse ile görüşmek istemez. Hayatına almayı da arzu etmez. Oysa biraz şans tanısa herkesin beğenisine hitap edecek birinin olduğunu fark etmesi zor olmayacaktır. Biz ünlüler ise fazla medyatiğiz. Dergilerin kapak fotoğraflarını süsleyip erkeklerin ve kadınların hayallerini süsleyebiliyoruz. Eğer güzel biri iseniz oyunculuk konusunda şansınız artıyor. Tabi başarılı olmanın kesin şartı değil bu. 

Yeteneği, disiplini, sıkı çalışması bir yana Marlon Brando'nun da dediği gibi "Hepimiz yalancıyız." Oyuncu ise normal vatandaştan daha çok yalancı. Çünkü öyle olmak zorunda. Girdiğim her rolün etkisinde kaldığım doğru ama üzerimden silkmek fazla zamanımı almıyor. Yalnızca o role bürünürken hangi Nalan'ı ortaya çıkartmam gerektiği konusunda zorluk yaşıyorum. 

Ağlamalı mıyım? Düşün... Hatırla... Geçmişini tekrar anımsa ve hisset, acı çek. Kahkaha at, yine düşün yine hatırla. Evet işte böyle. Geçmişin izlerini hiçbirimiz silemiyoruz. Geleceği tertemiz görmek neredeyse imkansız. Hatıralar her zaman sizinle gelir. Fakat oyuncular için bunun daha fazlası lazım. Belki siz ansızın hatırlarsınız. 

Bir şarkı, bir ağaç ya da simsiyah kıvırcık kirpik bile olabilir. Ancak biz bunları hatırlamak için kendimizi zorlarız. Oyunculuğun bana ilk kattığı kötülük artık yalana iyice alışmamdı. Ayaküstü yalan söyler oldum. Anneme, ablama, herkese... Kendime de yalan söylemeye başlayınca artık korkmaya başlamıştım. 

Kırmızı halılar ve renkli ışıklar bu korkumu çabuk atlatmamı sağladı. Zaten yalanı da sevmeye başlamıştım çoktan. Eğlenceli bile olduğu söylenebilirdi. Çok başarılı işlerin içinde yer aldım. Büyük rollerin üstesinden gelip birçok ödül aldım. Ödül almak önemli, yoksa oyuncu kendini eksik hisseder. Bu durumlarda torpilin nasıl işlediğini gayet iyi bilmemize rağmen bir yanımız da hep buruk olur. 

Bak bu yalan değil, ödül ya da rol uğruna sayısız adamın koynuna girdim. Biliyor musun hiçbir katkısı olmadı. Kendimden utanmaktan başka... Bunu da zamanla öğreniyorsunuz. Acayip acı verici deneyimler yaşadım. Dost sandıklarımdan tutun da riyakar yapımcılarına yönetmenlerine kadar epey kandırıldım. Daha kötüsü de kandırılmama rağmen salak ayağına yattım. Mecbursun çünkü onlara. En az hayranlar kadar seni rezil de vezir de eden iş hayatında pek çok insanla karşılabilirsiniz.

Yaşımdan büyük tecrübeler edindim, sorumluluklar yükledim incecik omuzlarıma. Sırf o rolden alacağım para için ölümüne zayıfladım, kilo aldım, saçma sapan tarzlardan geçtim. Bir gün aynaya bakıp, "Kimsin sen" dedim, ne yanıt alabildim ne de üzülebildim. Kendimle kaldığımda dahi güçlü kalmayı öğrendim. Hayatımın en yıkımını bir otel odasında yaşadım. Yeni bir film çekiyorduk.

Bayağı da mutluydum. Ekip arkadaşlarım, rolümü başarılı gerçekleştirmem. Sinirsiz stressiz güzel günler geçiriyordum. Amasra'da sürdürüyorduk çekimleri. Ne de çok severim orayı. Böyle sokakları nasıl desem o kadar sakindir ki, havasının güzelliği, evleri insana huzur verir. Halkını çok sevmiştim. İkinci haftasıydı sanırım çekimlerin. Hamile olduğumu öğrendim, ezan okunuyordu. 

Çekimler geç bitince hemen otele gittim. Tahmin etmiştim, sabah eczaneye uğramıştım ama gün boyu bir türlü vakit ayıramamıştım. Otele vardığım gibi hemen test ettim. Sonuç pozitif çıktı. İnsan anne olacağına hiç bu kadar üzülür mü? Hele de benim gibi anne olmadan ölmek istemeyen bir kadın için. Babası dünyanın en karaktersiz adamı olursa üzülür elbet. 

Bir çocuğa böyle bir baba armağan edemezdim. Ondan sonra hayatım hiç yolunda gitmedi. Artık ne ışıklar ne hayranlarım ne güzelliğim ne de başarılarım beni mutlu etmiyordu. Önce kariyer hayatım yavaş yavaş sona ermeye başladı. Eskisi gibi hissederek rol yapamıyordum. İki günlük çekimler benim beceriksizliğim yüzünden iki haftaya çıkıyordu. 

Yönetmenlerle kavga ediyor, oyuncularla bir türlü anlaşamıyordum. Para suyunu çekmeye başlamıştı, artık yeni işler de alamıyordum. Önce menajerim istifa etti, sonra çok da sevmediğim erkek arkadaşım terk etti. Önce önemsemedim. Hakiki yüzlerini görmüş oldum. Sonra etrafımdaki insanlar yavaş yavaş azalmaya başladı. Saçma sapan şeyler yaptım. Çok saçma ama. Ne gereği vardı her boku denemeye, bağımlı olmaya? 

Amy Winehouse gibi belgeselimi mi çekeceklerdi ölümümün ardından? Kimse hatırlamayacaktı işte beni. O an düşündüm de... Ben iyi bir oyuncu değildim. Cesetim en fazla bir ay konuşulurdu, efsane değildim. "Bugün Nalan Sönmez'in doğum günü!" diye başlıklar atılıp sevilen filmlerim paylaşılacak mıydı? Aynı dönemde yaşamadığım gençler beni tanıyacak mıydı? Hayır! 

Sonbahar gelmişti, en sevdiğim mevsim. Dışarı attım kendimi, biraz yürüdüm. Zemini örten sarı yapraklar aradım durdum, bulana kadar durmadan yürüdüm. Saat 17.00'a geliyordu. En sonunda buldum, yere uzandım. 

Ufacık bir kız gördüm bulutların arasında. Simsiyah saçlarıma inat sapsarıydı. Evet ben de çocukken sarışın bir çocuktum. Ne kadar küçükmüşüm. Emin olamadım, kafamı hafifçe yukarı kaldırıp bir daha baktım. İşte bendim, o benim. Sarı çocuk... Hayallerinden bahsetsene bana, ne olmak istiyorsun büyüyünce? Elime kurutma makinesi uzattı. Bir gülme geldi istemsiz. 

- Bu da ne?

- Mikrofon akıllım, hani aynanın karşısında şarkı söylüyordun ya

- Sen karıştırdın sanırım. Ben müzisyen değil oyuncu olmak istiyordum.

- Sen ne istediğini hiçbir zaman bilemedin ki...

- O ne demek şimdi. Oyuncu olmak istedim hep ben. Tamam şu sıra işler biraz yolunda gitmeye bilir ama ben hala bir oyuncuyum. 

- Hayat... Şans, talih, kader ya da tesadüf ne dersen de ondan şu anda buradasın. Senin amacın oyuncu olmak değildi. Sen yalnızca ünlü olmak istedin. Popüler olmak adına yetişkin yaşamında bir takım işler yaptın hepsi bu.

- Müzisyen olmak isteseydim olurdum. Ne teklifler geldi de geri çevirdim. Kariyerimi oyunculuk üzerinden ilerlettim.

- Sen hayatın boyunca ne yapmak istediğini bilemedin. Her fırsatı değerlendirdin, kendince çok kararsız kaldığın zamanlar da oldu. Bir şeye tek bir şeye hiç inanmadın. Tüm inancın ile bir işin üstesinden gelmedin. Hep arkana baktın, "gerçekten bu muydu istediğin?" diye sordun kendine, ancak üzerine düşünmedin bile.

- Ne şimdi bu? Karşıma geçmiş günah mı çıkartıyorsun?

- Hayır katilim ile konuşuyorum. Neden öldürdün beni?

- Her yetişkin birey, içindeki çocuğu öldürmek zorunda da ondan. Yoksa ayakları üzerinde olgun duran biri olamaz. Pamuk şeker yaşını çoktan geçtim. Sana bağlı olarak mı yaşayacaktım? Bu bana ne kazandıracaktı?

- Özünü... Çocukluğundan tutardın, kendine hakim olurdun. Saçma sapan şeyler kullanıyorsun, sırf ünlü olayım diye altına girmediğin adam kalmadı, kazıklandım filan diye üzülüyorsun da sen de bir o kadar kalp kırdın. 

Bir kendine dön de bak. Uzanmış burada ölmeyi bekliyorsun. Kendini öldürecek cesaretin bile yok. Korkuyorsun çünkü arkadan yapılacak haberler için. "Bir otel odasında ölü bulundu." Bu başlıkların ne demek olduğunu sen gayet iyi biliyorsun. Şimdi ben gidiyorum. Kendini öldürme sakın, bunu istemiyorum. Sadece toparlan olur mu?

- Gitme...

- Öldürdün sen beni, paramparça ettin. Olmaz daha gidiyorum ben.

- Gitme, dur lütfen, lütfen kal. Gitme işte, gitmeseneee.