Tam 13 yaşındaydım. Saat sabaha karşı 4'ü vurdu mu kulaklarımı sağır edinceye kadar tıkardım. O saatler çok rutindi. Önce taksinin kapanış sesi, ardından apartmanın demir kapısı, sonra doğru anahtarı bir türlü bulamayan babamın kapı önündeki uğraşları ve tabii o saate kadar gözüne uyku girmeyen annemin kapıyı açışı.
İlk söylenen cümle bile aynıydı. "Metin yeterince içmedin mi bu şişeler ne!", "Sana ne lan orospuuu, sana ne." Annem "Orospu" lafına hiç alınmazdı. Zamanla öğrendi, babamın böyle laflarına itibar etmemeyi. Öyle gecelerde Yusuf'u düşünürdüm. Kocaman iri siyah gözlerini, kapkara kirpikleri, küçük ağzını ve onları süsleyen yine küçük bembeyaz dişlerini. Biz de küçüktük zaten. Sınıftaki herkes aşıktı ona benim gibi.
Çok çalışkan bir öğrenciydim. Siyah çerçeveli gözlüğüm hiç olmadı belki de ama en ön sıradan her soruyu yanıtlardım. Yanıtlayamadığım hiçbir soru olmamakla beraber öğretmen daha soruyu tahtaya yazarken ben çok çözmüş olurdum. Haliyle sevilmezdim elbet. Sevildiğim zamanlar vardı ama. Sınav dönemleri herkes bir anda en yakın arkadaşım oluverirdi. Buna Yusuf da dahil.
Nasıl mutlu olurdum anlatamam. Günler öncesinden çalışırdım Yusuf yanıma gelsin diye. Ona ve sevdiği kıza kopya verirdim. Ne ezikçe! Olsun mutlu olurdum yine de. Onun gülüşüydü benim mutluluğum. Hayatımın tek rengiydi Yusuf. İnsanların işi düştükçe seni dost bildikleri, emeği sömürürken bunu nasıl da güler yüzleriyle yapabildiklerini daha o yaşta öğrenmiştim sayesinde.
Yine öyle bir sınav haftasıydı. Geç saatlere kadar çalışınca uyuyakalmışım. Birden bir çığlık sesi, hemen sıçradım yatağımdan. Nasıl desem...o gürültüyü nasıl tarif etsem... Bir yandan 3 yaşındaki kardeşim çığlık çığlığa ağlıyor diğer yandan babam tüm gücüyle olabildiğince vuruyor anneme. Hayır vurmuyor tekmeliyor. Zalimliğin, acımasızlığın, vicdansızlığın tarifini tüm merhametsizliğiyle gözler önüne seriyor.
- Babaaaa, duuurr!
- Çık laaan, anasının orospu kızı. Seni de döverim.
Annem iki elini başına sarmış, iki bacağını göğsüne büküp kendini korumaya çalışıyordu. Babam bir bankada güvenlik görevlisiydi. Para çalarken yakalanınca kovdular. Zaten onu da işe emekli polis amcam sokmuştu. Daha da iş bulamadı. Annem de konfeksiyonda ütücülük yapıyordu. Kışın çok iyidi de yaz geldi mi çekilmez oluyordu. Birkaç kere su faturasını ödeyememiştik. Eve gelince duş alamayacağını öğrendiği vakit kaç kere ağladığına şahit oldum.
Garipti annem. Olmadık şeylere ağlardı. Babam o kadar hakaret eder, döver, söver onlara gıkı çıkmaz. Sen git sular kesildi diye ağla. Sonradan anladım aslında babama ağladığını ama belli etmemek için gündelik sıkıntıları sunduğunu. Annem hayatımda tanıdığım en saygılı insandı. Babam için bir gün tek bir kötü kelime söylediğini işitmedim. Neticede babamızdı, başımızdaydı Allah'a şükür. Öyle derdi hep, evin direğiydi babamız.
Ya olmasaydı? Bakmayın çok iyidir ama işte içince...Pişman oluyor sonra ama, vallahi bak. Böyle böyle kendini avutur, bizi teselli ederdi. O gece tüm gecelerden daha kötüydü. Babam daha hırçın, annem daha savunmasızdı. Yine Yusuf'u getirmeye çalıştım aklıma ama olmadı. Güzel şeyler düşünmeye çalıştım. Dünyada bir sürü bir sürü güzel güzel şeyler vardı. Babamı da güzel hayal etmeye çabaladım. Maaşını aldığında en pahalı çikolatalardan aldığını günleri anımsamaya çalışıyordum.
Annemi dövmesi kesilecekti en nihayetinde. Babamı kötü hatırlamak istemiyordum. Büyüyecektik, çocuklarımız olacaktı, bir bayram sabahı annemlerin evine gelecektik. Seneler geçmiş olacaktı ve babam torunlarını tüm sevecenliğiyle kucaklayacaktı. Evet olacaktı bunlar, zaman her şeyi unutturacaktı.Bir koşu radyoyu açtım. Sonuna kadar açtım müziğin sesini. Annemle babamın en sevdiği şarkı olan "İstanbul Sokakları" çalıyordu. Annem ne ağlardı bu şarkıyı dinlerken. Hem merhem olurdu acılarına hem de kendini tuttuğu için bir türlü akıtamadığı gözyaşları damla damla sızardı göğüs kafesine.
Yok ama olmuyordu. Babam hala dövüyordu annemi. Kardeşimin yüzü ağlamaktan mosmor kesilmişti. Dayanamıyordum, tüm komşular kapıya üşüştü. Zil sesleri, "Yeter artık hayvan herif" bağrışmaları. Kıyamet kopuyordu evin içerisinde.
Gözüm odanın köşesindeki büyük vazoya takıldı. Teyzem Almanya'dan getirmişti. Bir insan Almanya'dan neden vazo getirir ki? Annem çok sevinmişti ama. Evde hiç süs eşyası yoktu çünkü. Günlerce kaç köşe değiştirdi onu bir yere yerleştirmek için. En sonunda "Tamam burası olsun" dedi. Uzun süredir öyle mutlu görmemiştim onu. Şimdi aynı vazo onun hiçbir zaman unutamayacağı bir anı yaşatacaktı.
Hayır bir anlık cinnet anı değildi. Yapmam gerekiyordu, bunun sonu gelmeyecekti. Herkesi kurtarmak için hepiniz kurtulamazsınız. Birinin kendini feda etmesi ya da herkesin topluca her şeyden vazgeçmesi gerekirdi. Kendimden vazgeçtim ben de. Vazoyu aldığım gibi babamın kafasına yapıştırdım. Oldukça sert bir vazoydu. 4-5 kere kafasına vurdum. Annem ağzı burnu kanlar içinde öyle kalmıştı. Kardeşimin ağlaması dinmiş, ne yapmaya çalıştığıma bakıyordu. 3 yaşındaydı henüz, hayatında bu kadar kanı ilk defa görüyordu.
Babam kadar zalimdim vazoyla beynini parçalarken. Artık öldüğüne emindim. Tam o sırada kapı kırıldı. Polisler her zamanki gibi her şey bittikten sonra olay yerine gelmeyi büyük bir beceriyle gerçekleştirmişti. Saatler süren sorgulamalar, cezaevi, mahkemeler derken 8 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Annem her hafta gelmeye çalışıyordu. Kardeşimi büyürken görememiştim. Oysa tüm bildiklerimi öğretmek istiyordum ona.
En sevdiği ders matematik olacaktı herkesin aksine. Kendi bilirdi, istediği mesleği seçmekte özgür olacaktı. İster dans ederdi, ister resim yapardı, isterse şarkı söylerdi. Ama matematiği iyi olacaktı. Pratik zeka hayatının her anında işe yarayacaktı. Bazı şeylerin üstesinden daha kolay gelebilirdi. Olmadı, evin camı kırılmış bir türlü yaptıramamışlar. Dışarıdan gelen soğuk ciğerlerini üşütmüş kardeşimin. Zatüre olunca çok dayanamamış minik vücudu. Öldüğünde 9 daha yaşındaydı.
Babam, kardeşim derken ben de cezaevinden bir türlü çıkamayınca annem de pek dayanamadı yalnızlığa. Sadece vakitsiz ölümler değil yalnız başına dul yaşamanın zorluklarına da katlanamadı. "Bacım" lafları babamın ölümünden sonra "ihtiyacın" laflarına dönüşmeye başlamış. Annem kendini her ne kadar korumaya çabalasa da artık bıkmış böyle yaşamaktan. Sıcak bir yaz gününde iş dönüşü terden bayılacak gibi olduğunda duşa atmış kendini.
Önce tüm vücudunu bir güzel yıkamış. Sonra bakkaldan aldığı jiletlerle her yerini paramparça etmiş. Ortalık kan gölüne dönmüş desem yeridir. Kimsesizler mezarlığına gömmüşler kimsesiz annemi. Evi de kiraya vermişler ama olayı duyan vazgeçmiş almaktan. En alt kat olduğu için dükkana çevirmişler sonradan.
Cezaevinden çıktıktan sonra şöyle bir baktım da. İki damla aktı gözlerimden. Yine de ne oldu biliyor musun. Yaşamaya devam ettim, hala da yaşıyorum. Bir kitapçıda çalışmaya başladım. Aynı zamanda evim oldu orası. Temizliğinden de ben sorumluyum satış işlerinden de. Gece de orada kalıyorum zaten. Sağ olsun sahibi Ahmet amca çok güveniyor bana. Bilgisayar bile kullanmıyoruz dükkanda.
Herkes hangi kitabı isterse hangi raf, hangi numara hepsini ezbere diyorum. Sevdirdim de kendimi gelenlere. Geçen bir senarist geldi. Az çok öğrenmiş yaşadıklarımı. Dedi "Gel senin hayatını film yapalım." Dedim "Yok ağabey benim hayatımdan ne film olacak." Israr etti bayağı, bakalım arada geliyor ayrıntılı bilgi edinmek için. Ben de anlatıyorum eksiksiz. Para bile alacakmışım. Bu dünya bir acayip. Bir sevindiriyor bir üzüyor, bir kazandırıyor bir nefesini kokutuyor, bir dünyaya salıyor bir dünyadan alıyor. En sonunda öğreniyorsun ama, acıyan yerine dokunmaktansa bir taze yaprak koy daha iyi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder