Sana söylemediklerimi tekrar tekrar bıkmadan, usanmadan yazmaya devam ediyorum. Bugün 500'üncü mektubumdayım. Mezarının üzeri çiçeklerle değil sana yazdığım mektuplarla dolu. Hala mezarının başına gelenler bu mektupların kime ait olduğunu bulmaya çalışıyor. Bazıları açılıp okunmuş bazıları da hala zarfın içinde yerli yerinde duruyor.
Herkes aşkı belli bir kavrama oturtmaya çalışırken seni nasıl tarif edebilirdim ki? Aşka dair o kadar çok şey anlatıyorlardı ki. Bazıları ilk aşka, bazıları sona, bazıları binlerce kez aşık olunabileceğine, bazıları ise insanın bir kez başına geleceğine. Birileri "Aynı anda 3 kişiye bile aşık olunabilir" derken başka birileri bunu "Acımasızlık" olarak nitelendiriyor.
Benimki vurulmaktı yalnızca. Sana hiç dokunmamıştım. "Dokunmadan, hissetmeden kim kime aşık olabilmiş ki" dedin bir defasında bana. O günden sonra anlatamadım sana olan duygularımı. "Bakmak" diye bir şey vardır bilir misin? Görmekten de öte. Bilmiyorum belki de itiraf edebilseydim biz olabilirdik. Fakat öyle güzeldin ki kirletmek istemedim. Senin dişlerinde gülüyor, senin gözlerinle bakıyordum dünyaya. Bu bana o kadar güzel geliyordu ki anlatamam.
Anlatamadığımdan yazmak istedim ya sana. Ben tutuk bir adamım. Ne yalan söyleyeyim az davarlıkta var. Konuşmayı beceremiyorum bir türlü. Yıllardır bir gün dahi eksilmeyen hislerimin bir parçasını bile bilmene izin vermedim. Hiçbir zaman uzun uzun konuşamadık ki seninle. Sohbetlerimiz uzamaya başladığı anda kekeliyordum. Hatta adım kekemeye çıkmıştı bu yüzden. Ne alakası var yahu!
Senin güzelliğinden çakır keyif oluyordum sadece. Dil de sürşüyordu nitekim. Bir yerlerim kanıyordu. Köklerinden kesilen bir yerler...Kökten kesilince durduramıyorsun akan kanı ve geçmiyor kapanmayasıca yaraların. Günün birinde geleceğin ümidiyle yaşadım bu zamana değin. Meğer ümit denilen şey Tanrı'ya duyulan istekten başka bir şey değilmiş. Vakitlice anlamış değilim, bir hayli geç oldu idrak etmem. Senelerim boşa mı geçti dersem, yoo aslında. Hiç de boşa değil. Yüreğimde hep güzel kaldın. Yüreğime misafir olsaydın kirlenirdin.
Öyle güzeldin ki aşk kirletirdi seni. Böyle kalman ikimiz için de daha iyi oldu. Eğer her iki taraf da birbirine aşıksa ve bir ilişki sürdürmeye karar verirlerse birbirlerinin bedenini yiyip kanını içerler. Tek taraflı olursa aynı benim gibi sen bende yaşarsın. Gönül isterdi ki ben de sende yaşayım. Lakin dedim ya seni kirletmek istemedim. Yüreğinde birileri kan revan içinde kalmasın istedim. Yüzün bembeyazdı, böyle süt beyaz ama.
Kırmızı renk güzeldir ama gelişigüzel üstüne sıçramamalıydı. Kendimi arıyorum şu sıralar. Bana yardım edebilmen keşke mümkün olsaydı. O kadar yalnız, o kadar tek başınayım ki... Bu tek başına olmanın tarifini kim anlatabilir? Hayatımda çok "Keşke" dediğim anlar oldu. Hala da oluyor. Ne ders çıkartmak için kendimi kastım şu hayatta, ne de "Hiçbir şeyden pişman olmadım" diye kendimi kandırdım. Ancak mevzu sana gelince biraz karışık. Gerçekten pişman olmadım.
Geçen gece uyku tutmadı. Pencerenin yanına iliştim. Bir hırsız gördüm, içeri girmeye çalışıyordu. O hırsızın ben olabileceğim düşüncesi girdi zihnime. Öyle çok korktum ki. Kafayı yediğimi düşünüp seni aramak istedim. Vazgeçtim sonra. İlk değil bu başıma gelen. Ne gecelerim oldu seni aramak isteyip de vazgeçişlerimle sabahları zor ettiğim.
Böyle nasıl desem, gönlüme öyle bir taht kurmuşsun ki...kimse cesaret edemiyor oraya oturmaya. Kim otursa senin yerini dolduramaz çünkü. Mıhlanıp kalmışsın koparasım da gelmiyor hani. Hatırlıyor musun sana doğum gününde bir kolye hediye etmiştim. Üzerine not yazmadım diye çok alınıp geri vermiştin. "Not yaz öyle getir" diye hayıflanmıştın.
Ben de:
"Gerdanına yakışacak senin gözlerine benzer taşlarla bezeli bir kolye buldum. Sana vermek istiyorum. Ancak o bir eşya. Yalnızca beni hatırlatır sana. Ancak onu ben sanırsan yıpranırsın."
Günlerce ısrar ettin. "Bu ne demek ne demek" diye. Ah siz kadınlar ne kadar çok işitmeye meyillisiniz. Cümleler uzarsa kayıp gider bir süre sonra. Aklında tutamazsın hiçbirini. Sözler güzeldir, hepsi birer sihirdir. Nasıl anlatabilirdim ki her şeyi. İki koca eskitmiştin gözümün önünde. Farz-ı misal değil yazdıklarım. Bariz gözümün önünde. Her iki nikahında da bizzat şahidin olmuştum. Aran bozuldu bana ağladın, dövdüler gittim öldürene kadar ben dövdüm onları. Ben ki otobüste giderken biri saçına yaslandığında kopacak endişesiyle yolu bir türlü bitiremeyen.
Gerçekten gelmeli miydim sana? Gelmiş olsaydım bunların hiçbirini yaşamayacaktın kim bilir. Bir gün sorunun ne diyecek oldum. İki koca boşadın. Bir şeyler yanlıştı. Onlarda senin gördüğün yanlış neydi merak etmiştim. Senin de zamanla içine sinmeyen bir şeyler olmuştu belli ki.
"Yumurta" dedin bana. Hiçbir şey anlamamıştım. "Nasıl yani?" dedim. Her ikisiyle de yumurta konusunda bir türlü anlaşamamışsın. Bu konuda ikisinde de hayal kırıklığına uğramışsın. "Ben de yumurtayı böyle sevmiyorum" diye kavgayı ilk sen başlatırmışsın. Ardından "Kendin yap o zaman yumurtanı" diye sabahın ilk saatlerinde başlarmış tartışmalarınız. Sana göre adamların biri silik diğeri soluktu. Garip gelmişti ama senden bahsediyorsak hiçbir şey garip değildi bu hayatta.
Böyle bir kadındın işte sen. Aşık olmak için de terk etmek için de dövüşmek için de kendine büyük sebepler bulmazdın. Hatta çok da kızardın bu tip insanlara. Herkes bir şeylerin derinine inmeye çalışırken sen yüz üstekilerle ilgilenirdin. Ahşap parkenin ne kadar sağlam olduğu değil silinince nasıl parladığı mühimdi senin için. "Bunda ne buldun be" dedim bir gün kendi kendime. Bu 'kendi kendime'ler çoğalıyorlar bazen. Baktım baktım, öyle bulunmalık şeyler vardı ki. Detayına inmeden de güzeldin indiğimde de. Sanırım bu yüzden deliler gibi mektuplar yazıyorum sana.
Hayatta olmamana, okuyamayacak olmana rağmen, yorulmadan sıkılmadan. Bildiklerim bayağı bir çoklar. Ben bilmediklerim içinde bildiklerimi yazıyorum sana. Okuduğunu düşünerek sansür çekmeden. Aynı senin gibi "Kendi gibi" az sayıda örneklerle dolu insanlardan biriydin yaşamımda. Buna değer olduğun için yazıyorum, yazmaya devam edeceğim. Nasıl seni sevmekten yorulmadıysam yazmaktan da usanmayacağım. Taa ki bu can bedenden vazgeçene kadar.