14 Eylül 2014 Pazar

Trajedi değil ama trajikomik bir hikaye

Aşka inanmıyor değilim ama İstanbul gibi bir şehirde zor. Trafiği, iş stresi, kalabalıklık, daha güzel kadınlar, daha yakışıklı erkekler, monotonluk. "Neden bitti?" deyip ağlıyor ancak bir zamanlar "taşı toprağı altın" diye ego yüklenen bu kent, şimdi herkesin mutsuzluk sebebi haline geldi.

İnsanlar ne yapsak da mutlu olsak derdindeler. Heyecan aramaktan öz kimliklerini kaybediyorlar. Hayatında en nefret ettiği şey yalan iken şimdi basit bir şarkı sözü neredeyse geçim kaynakları: yalanı severim elimde değil.

Biri aldatıyor, diğeri estetik yapıyor, başkası alkolik oluyor, bir başkası esrardan medet buluyor. Ben mi? Ben çıkışı dansta buldum. Baktım kaldıracak gibi değilim dans edeyim dedim. Şarkıların gözü kör mü olmalı yoksa bir kabahatleri yok mu bilemem ama müzikle dans birleşince ruhumun zevkten dört köşe olduğunu fark ettim. Tabii geleneksel aile yapımızın bireylerine tüm bunları anlatamayacağımdan saklamak gerekti.

Anlatacağım trajedi değil ama trajikomik bir hikaye. Dansa oryantal ile başlamak istedim. Eğer dansa başlamasaydım üzerimde yerleri süpüren hırkamın ucuna uçurtma bağlayan çocuklarla ömrümün geri kalanını geçirecektim. Oryantal kavradıktan sonra ders vermeye başladım. Pek para kazandırdığı söylenemez. Türk kadınları "dansöz mü olacağız?" mantığında olunca işler kesat gitmeye başladı. Diğer dansların en azından mekanlarda ya da özel gecelerde çıkma şansı olduğundan para kazandırıyordu. Ben de çıkardım aslında ama alkollü nefesleri ne ensemde ne kokan ellerinin göğsüme para yapıştırmasını istiyordum.

Hayat daha kötü gitmeye başlıyordu. Özel işimden aldığım para yetmiyor, artık dans bile beni mutlu etmiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir halde düşünüp duruyordum. Önce daha fazla dans etmeye başladım. Günün yarısını kıvırarak geçiriyordum resmen. Bir gece yarısı balkona çıktım, püfür püfür sigara içmeye başladım. Namussuz ne zaman canım sıkılsa sanki bana akıl veriyor. O günde öyle oldu. Aslında dansözlük yapabilirdim. Mezdeke hesabı yüzüme peçe taksam kim anlardı ki?

Çok geçmeden hemen uygulamaya koydum bu fikri. Her geçen gün daha fazla teklif alıyordum. Gariptir inanılmaz para kazanıyordum. Sahnede 1 saat kaldığımdan evdekileri de çok rahat ediyordum. Bir gün türkü bardan teklif aldım. Aslında kabul etmezdim de insanoğlu kazandıkça daha çok harcıyor. O dönem de sınırı bayağı aşmıştım. Kabul ettim ben de. İlk 15 dakika her şey iyiydi. Sahneye geç çıkmıştım tam herkesin çakır keyif olduğu anda... yahu bu dünya ne küçük.

Masa masa gezerken takılan paralardan peçeden dolayı görünmeyen ağzım ay gibiydi. Daha ki karşımda aile dostlarımız ve babamı görene kadar. Ergül amca, Cihan ağabey, hepsi orada. Eyvahlar olsun öyle bir başım dönmüş hiçbir alkol dünyayı öyle çeviremez. Ne yapacağımı bilemedim ilk başta. Gitsem mi kalsam mı salak gibi şaşlıktan nutkum tutuldu. Bir de babam demez mi "masaya çık yaavruum" diye. Vay orospu çocuğu biz de Ankara'da biliyoruz adamı.

Ne yapayım çıktım ben de. Soğukkanlı olmak lazım. O çok sevdiğim polisiye romanlarından öğrenmiştim bunu. Bakma eskiden çok kitap okurdum da zamanla İstanbul onu da aldı benden. Otobüste okuman imkansız sen oturduğuna şükret. Evde desen zaten ev hali kavga gürültü, sessiz olsa dışarıdan gelen "lannn yavşak Apoo borcunu öde, siktirme belanı" çığırması. Kodumun şehri

Zor bela sevgili babacığımın ve arkadaşlarının masasında dans ettikten sonra tam inerken garson geldi yanıma. "Abla yanlış anlama bazı dansözler de neden haber vermiyorsun diye kızıyor. Şu masadaki adam bu akşam boş musun diye soruyor. Kusura bakma elçiye zeval olmaz." Hey allahım sen beni mi sınıyorsun. Bize gelince "İsmail'den borç aldım bak pazar parasını haftaya siz verin" demek elin orospularına gelince... Of ne diyorum ben ya.

- Ya bir siktir git, konsomatris miyim ben?

- Tamam ya ne kızıyorsun

- Hişttt fıstık sen gel bakayım şöyle. Bir rakı ısmarlayalım.

Ahan da sıçtık. Hemen kaçmam lazım. Tam giderken ayağım yerdeki kablolara takıldı. Konser veriyoruz sanki bu kadar kablonun yerde ne işi var. Tabii konumuz bu değil. Peçemin kalçam ile beraber yere temas etmesi, ardından babam ve saz arkadaşlarının ağızlarına aldığı son yudum rakıyı da şaşkınlıktan yüzüme püskürtmeleri. 

Sonra ne mi oldu? Bir hafta katıksız dayak yedim, evden dışarı çıkamadım, dans bitti. Annem de bana kızgınlığından babamın sefa pezevenkliğine "erkektir yapar, yapmasa zaten erkek değildir" temasıyla görmezden geldi. Bu kadar. Ama demiştim "trajedi değil ama trajikomik bir hikaye" diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder