28 Eylül 2014 Pazar

1 2 3 4 iyiyim

Son zamanlarda bunu sürekli yapıyorum. Derin nefes al. Evet 1 2 3 4 şimdi daha iyiyim. Gözlerini kapat, hayal kur. Tek başınasın ve çok mutlusun. Onun hayatında var olması gerekmiyor kendini iyi hissetmen için. Birazdan dünyanın en büyük gerçekliğinden birine şahit olacaksın. Baş rolünde de sen varsın hem. Para ödeyip "deliriyorum bana yardım et" diyeceksin. 

O kadar yalnızsın çünkü salak. Şu hayatta tek bir dostun bile yok. Annen bile seni dinlemek yerine doktora gitmeni önerdi. Baban iflas edip kendini astıktan sonra kocaman bir borcu kaldıramayan annene iyi gelmişti çünkü o ilaçlar. Sonra bir yandan çalışıp bir yandan okuyarak en nefret ettiğin avukatlık mesleğini yapmaya başlamıştın. 

Oysa sen çello çalmak istiyordun. Eve haciz gelince ilk onu aldıklarında veda etmiştin müziğe. Ondan sonra hayal kurmayı bırakıp şu yaşına kadar olan ömrünü annene adamıştın. İlaçlar değil başarıların iyileştirmişti onu. Bunu anlamamış olacak ki bir an önce vebali gibi hemen doktora gönderdi seni.

"Şafak hanım bir harika bir tanem, iki güne bir şeyin kalmaz." Omzunu o kadar özlemiştim ki paylaşamayacak kadar bencildin. "Tamam anne, randevu aldım. Yarın gideceğim."

- Merhaba Şafak hanımla randevum vardı

- Adınız?

- Nihan

- Buyurun sizi bekliyor.

(Tanrım bir saat bir an önce bitsin. Annemi mutlu edeceğim diye saçma sapan tonla para bayıldım)

- Merhaba Nihancığım hoş geldin. Buyur lütfen.

(Nereden Nihancığın oluyorsam senin. Buyuracağım tabii, bir saat nasihat vereceksin diye maaşı sana verdik)

- Teşekkür ederim.

- Nasılsın?

(Mutluluktan ölüyorum. Ben de mirasımı size bırakayım dedim)

- Teşekkürler iyiyim. Siz?

- Teşekkürler ben de iyiyim. Evet şimdi hemen konuya giriyorum. Uykusuzluk problemi için buraya gelmişsiniz. Bunun farklı nedenleri olabilir mi? Daha özel yani kimseyle paylaşamadığınız.

(Neden kendini herkesin dışına attıysa, bayağı sen de kimsesin benim için)


- Aslında çok önemli değil (hayır, önemli uyuyamıyorum, nefes alamıyorum yardım et bana) klasik terk edilmeler işte.


- Neden bitti? Ya da nedenini paylaştı mı seninle?

- Hatırlamıyorum. Yan terk edildim evet ama o an ne dediğini hiç hatırlamıyorum. O konuşurken ben yüzüne baktım, en güzel anımız aklıma geldi. Onu izledim, yüzümde tebessüm oldu sonra "anlamıyorsun değil mi?" dedi. Öylece gitti. Ama gerçekten hatırlamıyorum.

- En güzel anınız neydi?

- Ben sekerek koşuyordum. Nihan diye bağırdı kucağını açtı. "Gel" dedi. Gitmedim, korktum. Sarılırsa bırakmasın isterdim. Keşke gitseydim. Belki bu sefer farklı olurdu. Hep o gün sarılamadığım içn oldu bunlar.

- Peki sarılsaydı? Ömür boyu mutlu olacağına inanıyor muydun?

- Evet evet çok mutlu olacaktık.

- Gerçekler senin hayal ettiğin gibi değil Nihan. Doğuyoruz ölüyoruz, genç olup yaşlanıyoruz. Yani sadece olduğu kadar güzeliz. Hayal kurabilirsin, kurmalısın da gerçekler çok sıkıcı. Ama bunlara inanmaya başlarsan çok acı çekersin.

- Onu çok özlüyorum.

- Suçluyor musun?

- Evet

- Hadi tekrar gözlerini kapat. Mutluluğun resmini çiz. Ne var orada? 

- O var yine. Ağaca dayamış sırtını. Nisan ayındayız. Hani ne sıcak ne soğuk. Bacaklarının arasına uzanmışım ona kitap okuyorum. Eliyle saçlarımı sıyırmış önüme gelmesin diye. Bir yandan da dudakları başımın tam üstünde beni dinliyor. İnanılmaz huzurluyuz.

- Gözlerini açar mısın?

- Ne oldu?

- Mutlu olman için onun bir şekilde o resimde kendine yer bulması gerekmiyor.

- Unutamıyorum. Aslında belki biraz uyuyabilseydim.

- Onun için sana gerekli ilaçları temin edeceğim. Unutman için nefrete ihtiyacın var mı?

- Evet ama şu an istemiyorum.

- O zaman gel İstanbul'u suçlayalım. O kadar şey vaat ediyor ki bu şehir, kendinden feragat etmezsen bunu sunacak kadar çıkarcı. Aşk gibi şansın yok. Tutku, alışkanlık, arzu hepsine evet ama "aşık olma lüksün yok" diyor. Varsa da tüm yollarımı bir ayyaş olman için sana verebilirim. Ancak bana tutunmak istersen duygularınla hareket edemezsin. Rekabet etmen lazım, mantıklı olacaksın, paran olmalı, güzel giyinmelisin, iki yüzlü olmalısın, acımak en son duygun olmalı. Şimdi başkalarını suçlamayı bırak. Benim himayemde yaşamayı sen seçtin. Burun kıvırırsan seni üzerim.

- Tamam kes.

- İlaçları ver, uyumam lazım.

- Reçete yazıyorum ama tekrar gelmen gerekiyor.

- Olur.

- 1 2 3 4 derin nefes al, geçecek. Bak sokaklara kimsenin umurunda değilsin. 1 2 3 4 ohhhhhhh






































20 Eylül 2014 Cumartesi

Bokum gibi ayrılık cümleleri

- Nasıl soğudun bir anda?

- İş gibi düşündüm

- Aşkı iş gibi düşüneceğini bilseydim, seviştikten sonra "komidinin üstüne ücretimi bırakmayı unutma" derdim.

- Off boğuyorsun beni, zaten bu davranışların yüzünden..

- Nereye bakıyorsun sen? Hımmm güzel kadın.

- Lütfen o anlamda bakmadım.

- Siktir git göt! İnşallah kızın güzel olur (diyemedi)

Yüzüme esen ılık rüzgar

Hani ılık bir rüzgar eser ya ne soğuktur üşütür ne sıcaktır kavurur. Öyle bir his. Hava da aydınlık, püfür püfür yüzüme esen serince bir rüzgar. Gözlerim tavanda bembeyaz bir boşluğu izliyorum. Sonra hayatımın artık bu tavan kadar dümdüz olacağını hatırlıyorum. 

Senelerdir işten başka hiçbir olayı ciddiye almayan ben, bir anda istifa etmiştim. Kendimi bildim bileli çalışıyordum. Henüz 13 yaşındayken başlamıştım para kazanmaya. Babam öldükten sonra annem 6 çocuğa yetemez olunca evin en büyük çocuğu olarak bir nevi babalık görevi bana düşmüştü.

Sabahın 5'inde kalkıyor 7'ye kadar ayakta hiç oturmadan çalışıyordum. Annem de bu yüke bir süre sonra katlanamayınca kendini toprağın altında buldu bir sabah. Artık hayat daha da zorlaşmıştı. Mesaiye kalmadan geçinemiyordum. Bir yandan da okumaya karar verdim. Derslerim çok iyi olunca üniversitemizin feminen öğretim üyesi Özden hoca, durumumu da bldiğinden bana özel dersler ayarlıyordu. İşi bırakıp zengin şımarıklara ders vermeye başladım. İçlerinde en şımarığı da Berk idi. En sonunda bir şekilde kendisini adam edince babası Hilmi amca artık yapamayacağım hiçbir iş olmayacağını düşünüp okul bitirir bitirmez beni işe aldı. 

Hayatım 360 derece değişti. Takdir edilmek, başarak, lüks giyim, pahalı eşyalar, şık mekanlar. Mutluluktan başım dönüyordu. Çok geçmeden hemen evlendim zaten. Şirketin diğer bir ortağı ile evlenmem iyice patroniçe kesilmeme neden olmuştu. Hemen evlenmesem gün geçtikçe artan başarı hırsım bir yuva kurmama engel olacaktı. Gerçi şimdi düşününce daha iyi olabileceğine kanaat getirmiyor değilim. Ne kocasının karısı ne de çocuklarının annesi olabildim bu hayatta.

İş yaptırmak için insanları 'sever gibi' yaptım önce. Güler yüzle işimi yaptırırken, ailemden daha çok zaman ayırdım onlara. 30 yıllık iş hayatıma bir sürü sır ve entrika sığdırdım. İşin orospusu oldum anlayacağın. Ben onların zaaflarını bildikçe ricalarım emre dönüştü bir süre sonra. Mutsuzlukları bana başarı sağlıyordu. Onların mecburiyetleriyle çok sayıda takdir topluyordum.

Bir gün telefonum çaldı. Hep öyle olmaz mı zaten. Aniden bir gün telefonun çalar ve hayatın değişir. Kızım uyuşturucu komasına girmiş. Amsterdam'da iş toplantısındaydım. Telefonu kapattıktan sonra ilk bulduğum biletle eve geri döndüm. Uçakta en son kızımı ne zaman gördüğümü düşündüm. Gerçekten hatırlamıyordum. Beni ne zaman arasa "önemli değilse sonra konuşuruz" demekten başka iletişimimiz bir adım ileri gidememişti.

Hastaneye vardığımda o doğuştan al yanaklı kızımın yüzü bembeyaz olmuş bir şekilde buldum. Olduğum yerde bayılışım. Uyandığımda kocam ve yanında 20'lik sevgilisinin bakışları vardı. Başarı o kadar çok iliklerime kadar işlemişti ki boşanmak istemesini dahi kabullenememiştim. "Ne bok yersen ye. Çok görünür yerlerde olma herkes mutlu bir evliliğim var diye biliyor" deyip olayı ört bas etmiştim. Genç sevgilisi de bu duruma pek ses çıkartmamıştı. Parasını yemek, hesapsız alışveriş daha eğlenceliydi tabii. Yazık ki ne ben ne de o kız kocama aşık olamamıştık.

Kızımın durumu oldukça ağırdı. Basit bir koma sanar iken, yani ne bileyim çok fazla alkolün üstüne uyuşturucu aldığı için böyle olduğunu düşünmüştüm bir an. Eroin imiş kullandığı. Yaşamaktan ne zaman vazgeçmişti acaba? Belki bir kere de olsa dinleseydim onu... İki gün sonra ölüm haberini verdiler. Yemyeşil gözlerini son defa göremeden hayata veda etmişti. Cenaze boyunca tek bir kere ağlamadım. Gamsızlığım bir gece sinir krizine dönüştü. Evde ne varsa her şeyi kırıp döktüm. Ardından istifa ettim. Tüm hisselerimden vazgeçip seyahate çıkmaya karar verdim. Gerçekten gezmek için ilk defa yapıyordum bunu.

Yaklaşık 2 yıl boyunca gezdim. Kabileler, tapınaklar, müzeler, festivaller, ayinler, dini öğretiler sürekli video ve fotoğraf çekiyor, notlar alıyordum. Belli bir yaştan sonra tat damakta kalmazmış, insan 2 dakika önce ne yediğini unutur hale geliyor. Seyahatten döndükten sonra önce bir fotoğraf sergisi açtım. Sergiden elde ettiğim gelirleri yetimhanelere dağıttım. Daha sonra anılarımı bir seyahat kitabında topladım. Kitap bayağı meşhur olunca çok sayıda gezi sitesi ve dergilerden gezi yazarlığı teklifi aldım. Yani yeni işim buydu artık. Sürekli gezip, gördüklerimi kaleme dökmek ne güzelmiş.

İşte bundan dolayı bu sabah yüzümde esen ılık rüzgar sevgili kızım. Gezdiğim yerlerde sana benzeyen çok kız gördüm. Evlat edinmek istedim ama onlara ilgi gösterince "beni neden bu kadar sevemedin" dersin diye çekindim. Dünyada çok acayip hayvanlar var biliyor musun? Bir kere telefonda benimle safari turuna çıkmayı çok istediğini söylemiştin. "Bunun için mi aradın Eda" deyip telefonu kapatmıştım da 2 gün konuşmamıştın benimle. 

Özür bile dinlememiştim senden. Çünkü senden özür dilemek "anne bu akşam kız kıza yemeğe çıkalım mı?" demekti. Sana ayrılan vaktimin israf olduğunu düşündüğüm her saniyem adına senden özür dilerim kızım. Edaaa duyuyor musun beni? Bak ne hoş rüzgar, bu pazar sabahı kahvaltımızı Çamlıca'da yapmaya ne dersin? Uyaan tembel teneke. Ne olur uyan artık...

14 Eylül 2014 Pazar

Trajedi değil ama trajikomik bir hikaye

Aşka inanmıyor değilim ama İstanbul gibi bir şehirde zor. Trafiği, iş stresi, kalabalıklık, daha güzel kadınlar, daha yakışıklı erkekler, monotonluk. "Neden bitti?" deyip ağlıyor ancak bir zamanlar "taşı toprağı altın" diye ego yüklenen bu kent, şimdi herkesin mutsuzluk sebebi haline geldi.

İnsanlar ne yapsak da mutlu olsak derdindeler. Heyecan aramaktan öz kimliklerini kaybediyorlar. Hayatında en nefret ettiği şey yalan iken şimdi basit bir şarkı sözü neredeyse geçim kaynakları: yalanı severim elimde değil.

Biri aldatıyor, diğeri estetik yapıyor, başkası alkolik oluyor, bir başkası esrardan medet buluyor. Ben mi? Ben çıkışı dansta buldum. Baktım kaldıracak gibi değilim dans edeyim dedim. Şarkıların gözü kör mü olmalı yoksa bir kabahatleri yok mu bilemem ama müzikle dans birleşince ruhumun zevkten dört köşe olduğunu fark ettim. Tabii geleneksel aile yapımızın bireylerine tüm bunları anlatamayacağımdan saklamak gerekti.

Anlatacağım trajedi değil ama trajikomik bir hikaye. Dansa oryantal ile başlamak istedim. Eğer dansa başlamasaydım üzerimde yerleri süpüren hırkamın ucuna uçurtma bağlayan çocuklarla ömrümün geri kalanını geçirecektim. Oryantal kavradıktan sonra ders vermeye başladım. Pek para kazandırdığı söylenemez. Türk kadınları "dansöz mü olacağız?" mantığında olunca işler kesat gitmeye başladı. Diğer dansların en azından mekanlarda ya da özel gecelerde çıkma şansı olduğundan para kazandırıyordu. Ben de çıkardım aslında ama alkollü nefesleri ne ensemde ne kokan ellerinin göğsüme para yapıştırmasını istiyordum.

Hayat daha kötü gitmeye başlıyordu. Özel işimden aldığım para yetmiyor, artık dans bile beni mutlu etmiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir halde düşünüp duruyordum. Önce daha fazla dans etmeye başladım. Günün yarısını kıvırarak geçiriyordum resmen. Bir gece yarısı balkona çıktım, püfür püfür sigara içmeye başladım. Namussuz ne zaman canım sıkılsa sanki bana akıl veriyor. O günde öyle oldu. Aslında dansözlük yapabilirdim. Mezdeke hesabı yüzüme peçe taksam kim anlardı ki?

Çok geçmeden hemen uygulamaya koydum bu fikri. Her geçen gün daha fazla teklif alıyordum. Gariptir inanılmaz para kazanıyordum. Sahnede 1 saat kaldığımdan evdekileri de çok rahat ediyordum. Bir gün türkü bardan teklif aldım. Aslında kabul etmezdim de insanoğlu kazandıkça daha çok harcıyor. O dönem de sınırı bayağı aşmıştım. Kabul ettim ben de. İlk 15 dakika her şey iyiydi. Sahneye geç çıkmıştım tam herkesin çakır keyif olduğu anda... yahu bu dünya ne küçük.

Masa masa gezerken takılan paralardan peçeden dolayı görünmeyen ağzım ay gibiydi. Daha ki karşımda aile dostlarımız ve babamı görene kadar. Ergül amca, Cihan ağabey, hepsi orada. Eyvahlar olsun öyle bir başım dönmüş hiçbir alkol dünyayı öyle çeviremez. Ne yapacağımı bilemedim ilk başta. Gitsem mi kalsam mı salak gibi şaşlıktan nutkum tutuldu. Bir de babam demez mi "masaya çık yaavruum" diye. Vay orospu çocuğu biz de Ankara'da biliyoruz adamı.

Ne yapayım çıktım ben de. Soğukkanlı olmak lazım. O çok sevdiğim polisiye romanlarından öğrenmiştim bunu. Bakma eskiden çok kitap okurdum da zamanla İstanbul onu da aldı benden. Otobüste okuman imkansız sen oturduğuna şükret. Evde desen zaten ev hali kavga gürültü, sessiz olsa dışarıdan gelen "lannn yavşak Apoo borcunu öde, siktirme belanı" çığırması. Kodumun şehri

Zor bela sevgili babacığımın ve arkadaşlarının masasında dans ettikten sonra tam inerken garson geldi yanıma. "Abla yanlış anlama bazı dansözler de neden haber vermiyorsun diye kızıyor. Şu masadaki adam bu akşam boş musun diye soruyor. Kusura bakma elçiye zeval olmaz." Hey allahım sen beni mi sınıyorsun. Bize gelince "İsmail'den borç aldım bak pazar parasını haftaya siz verin" demek elin orospularına gelince... Of ne diyorum ben ya.

- Ya bir siktir git, konsomatris miyim ben?

- Tamam ya ne kızıyorsun

- Hişttt fıstık sen gel bakayım şöyle. Bir rakı ısmarlayalım.

Ahan da sıçtık. Hemen kaçmam lazım. Tam giderken ayağım yerdeki kablolara takıldı. Konser veriyoruz sanki bu kadar kablonun yerde ne işi var. Tabii konumuz bu değil. Peçemin kalçam ile beraber yere temas etmesi, ardından babam ve saz arkadaşlarının ağızlarına aldığı son yudum rakıyı da şaşkınlıktan yüzüme püskürtmeleri. 

Sonra ne mi oldu? Bir hafta katıksız dayak yedim, evden dışarı çıkamadım, dans bitti. Annem de bana kızgınlığından babamın sefa pezevenkliğine "erkektir yapar, yapmasa zaten erkek değildir" temasıyla görmezden geldi. Bu kadar. Ama demiştim "trajedi değil ama trajikomik bir hikaye" diye.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Badem al badem çok severim ben bilirsin

Saat ben diyeyim 14.00 sen de 16.00 inan ben de hatırlamıyorum. Sen gittikten sonra hiçbir şeyi çok hatırlayamaz oldum zaten. Bir gece evvelsi çok içtiğimi biliyorum sadece o. Ha bir de ikinci 70'liği gördükten sonra masaya çıkıp "bu amcık bende tamam mı siz değil ben sizi sikerim" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Hatırlanmayacak gibi de değil ki. Bir içtiğimde bir de çok sevdiğimde engel olamıyorum dilime. 

Anlatıyor ya Orhan Gencebay "Dil Yarası" diye. Gerçi pek sevmem. Müslüm, Ferdi daha içten bence. Neyse konumuz bu değil. Ne diyordum ha evet sevdiğimde engel olamıyordum dilime doğru. Aslında sevgi de değil. Aşık oldum lan. Köpeğin oldum, gurursuz oldum, babamın geç saatlerde eve geldiğinde sabahın 04.00'ünde kapının önündeki sarhoşları kovalarken dediği "it oğlu it" oldum ben. Daha önce başıma gelmemiş ki temkinli davranayım. 

Ben sana kızıyordum. Sen hiçbir şey olmamış gibi bana bakıp gülüyordun. Nasıl yapıyordun lan onu. Piç ya, öyle bakılır mı hiç? Sonra neye kızdığımı unutuyordum o an. Önce yüzüm gülüyordu sonra o bilim kurgu filmlerindeki sahnelerden birinde olup herkesi dondurup beni içine almanı istiyordum. Beni böyle kızdırıp ardından neye kızdığımı unutturup, bu kadar güzel baktığın için deli gibi sevişmek istiyordum, sevmek istiyordum seni. 

Tenimi iyice bellemeni istiyordum mesela. Bir gün gidecektin nasılsa özle ki hayatın sikilsin istiyordum. Rakı sofrasında sohbetin, bardaki kaltakla tuvalette sevişirken arkadan yap ki yüzünü gördüğünde benim suretimle karşılaşmaktan kork istiyordum, kimi yatağa atsan gözlerini kapatıp tüm gece benimle sevişiyormuş gibi hayal kur, sabah yanımda ben varmışım gibi mutlulukla uyan hayalinle gerçeğin denk düşmediğini anlayınca üzüntüden geber istiyordum. 

Mesela porno filmlerdeki, o kocaman memeli kadınları düşünerek mastürbasyon yapmaya kalktığında bir türlü boşalama ama beni düşündüğünde karşında olsam ancak bu kadar zevk alırdın durumun olsun istiyordum.

İşte böyle piskopat oldum ben. Değil kadınlarla erkeklerle bile paylaşamıyordum seni. Kadın muhabbetleri dönecek ve senin aklını çelecekler sanıyordum. Zaten pezevengin tekisin bir de aldatmanı istemiyordum. Evet klasik bir kadın olarak sendeki özelliklere aşık oldum, daha sonra da onları değiştirmeye kalktım. İyi bok yedim. O kadar enerji doluydun ki yani nasıl desem aslında hiç de tipim değilsin. Dünyada bir sen bir ben kalsak 50 amım olsa bir tanesine giremezdin diyeceğim bir erkektin sen. 

Ama çok güzel kokluyordun ha. Bir de bakıyordun. Ayrıca çok iyi öpüşüyordun. Bir sarılman vardı, yer yerinden oynasa bana bir şey olmaz sanırdım. Sen gün geçtikçe güzelleştin, sen ne kadar güzelleştiysen ben o kadar çirkinleştim. Biliyordum senin de beni köpek gibi sevdiğini. Ancak sen daha korkaktın. Aşık olduğunu çok geç kabullenmiştin örneğin. Daha önce de hakaretler savurmama rağmen aşık olduğunu bana itiraf ettikten sonra ilk sövmem de "senden bayağı soğudum" dedin.

Eskiden de kıyafetlerime kızardın. Ama o kıyafetlerle aşık olmuştun bana. Bayılırdın daracık giyinmeme. İnce belimin aksine hafif irice olan göğüslerim seni deli ederdi. "Bunları evde yalnız kaldığımızda giy", "tek beni azdır kimse görmesin", "seni kimseyle paylaşamam", "bak erkek mantığını bilmiyorsun", "katil edeceksin bir gün beni" diye diye gidiyorduk tepetaklak. Ama sen ne zaman aşık olduğunu fark ettin sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 

Kıyafet konusunu artık yüzüme farklı bir şekilde vurmaya başlamıştın. "Geriyorsun beni, iş yapar gibi düşündüm ve karışmıyorum sana" dedin. "İyi" dedim. "Seni yaradana kurban olayım" yerine "tatlı olmuşsun" demeye başladın. Ki bunlar da zamanla azaldı. "Çok özledim" dedim. "hehe deli, akşam görcez ne kadar özlediğini" dedin. Sana bakmak istedim, gözlerini kaçırdın. Oysa ki dünya umurunda olmazdı. Dokunmak istedim en kalabalık zamanlarda. Bayılırdık olmayacak yerlerde olmayacak işler yapmaya. "Dur şimdi" deyip yüz çevirdin.

Anlıyordum aslında. Zaten yüzüme de demiştin. Ama farkında olmadığın bir şey vardı. Hani gecenin bir yarısında sokağın ortasında yarı sevişir halimiz vardı ya. Sen buna cesaret diyordun. Öyle cesurduk yani. Hayır! Sen deliydin ben cesur. Aşkı kaldıramayacak kadar korkaktın sen. Nedenleri niçinleri vardı elbet. Beni üzmekten korkuyordu bir yanın. Halbuki ben sana aşık olduktan sonra kendi kendimi üzmeyi gayet iyi başarıyordum. 

Ömür boyu sürmesini ben de beklemiyorum da insan öyle pat diye gider mi? Evet iş gibi düşünmüştün bunu. Aynı elemanını kovar gibi önceden alttan ayarı verip "kendine iş bak istersen" demiştin bir nevi. "Çünkü o lafların aslında beni bayağı soğuttu." Amına koyayım seni özledik sen başkasının koynundasın. İçmişim de, bağıra bağıra ağlarken aklıma ne geldiyse söyledim. Ya ama vallahi sevdiğimden. Ben sana kıyabilir miydim hiç. 

Ayrıldıktan sonra sürekli WhatsApp'ına bakıyordum. Aslında tamam ya ayrılmadan önce de bakıyordum. Ne zaman uzun süre çevrimiçi olmasan kesin sevişiyor diyordum. Sonra Müslüm, Sezen az Sıla derken ağlaya ağlaya sızıyordum. Evde çok içemiyordum ondan şarkıların sarhoşluğu yetiyordu bana. Aileyle yaşayınca pek piskopata bağlayamıyorsun. Hayatımda ilk defa o zaman sevinmiştim bu duruma. Manyağın tekiyim çünkü. Seni unutmak için her şeyi yapabilirdim. Kendimce bir şeyler yapıyorum şimdi. Unutmaya çalışıyorum. Daha az yemek yiyip daha fazla müzik dinliyorum. Çok alkol alıp fazla dans ediyorum. Pek konuşmayıp dinlemeyi tercih ediyorum, arada ayıp olmasın diye gülüyorum ama. 

Bir gün dayanamadım ağlarken annem yakaladı. Onunla her şeyi konuşabilirmişim. Bir anlatmaya kalksam kalpten gidecek . Nereye her şeyi anlatıyorsun. "Yok anne ya iş güç, orospular benle uğraşıp duruyorlar." Hemen güzelliğime bağlardı annem böyle durumlarda. "Sen şimdi güzelsin yaa, seni çekemiyorlar..."

Senin yanında çok ağlamazdım. Bir kere ağlamıştım o da aile sorunlarımla ilgiliydi. Ama sana duyduğum aşkın acısını yanında ağlayarak göstermedim hiç. Kadınlar bunu çok iyi becerirdi aslında. Erkeklerin topu ağlayan kadınlara dayanamayan öküz olduklarından (ağlatmamayı deneseler), karşısındaki kadını sevmese bile sırf ağlıyor diye ilişkiyi sürdürürdü. Hatta öyle ağladı diye vicdan yapıp sevgililerini terk edemeyen birçok erkek arkadaşım oldu. Ben yapamadım hiç. Sezen Aksu'nun şarkısı var ya "sen ağlama dayanamam, ağlama göz bebeğim sana kıyamam, al yüreğim senin olsun ben de kalırsa yaşayamam." Bencilin tekiydin de o kadar yalvardım ettim almadın yüreğimi kaldı ben de. Yaşamakta çok zorlanıyorum be güzel adam. 

Bu aralar çok kuruyorum bu cümleyi. Geleceğin yok biliyorum ama ben küçükken de böyleydim. Bir dönem istediğim bir şeyin 40 kere söyleyince gerçekleşeceğine o kadar inanmıştım ki. O gün bugündür bir 40'ı tamamlarım. Cuma namazına giden babalar gibi, "ben gittim ya o gün cumaya, dedim kızım iş bulsun. Bak o gün iş buldun ondan beri namaza gidiyorum ben." Ben de hani sen gittin ya. Bir türlü yapamadığın o ayrılık konuşmasını yaptın ya. Son zamanlarda "bugün senden 3 defa ayrılmayı düşündüm ama yemedi" derdin. En sonunda götün yedi ki herhalde açıkladın kendince. 

"Bir 5 yıl bırakmayı düşünmüyorum" demiştin bir kere. Hani gideceğim ama bayağı sürer. Sonra sikindirik bir hayatla ben yaşarım zaten. Ben biliyordum yani defolup gideceğini de. Ya baksana çok özledim he. Aaa dur bak radyoda ne çalıyor. Dur sesini açayım seversin sen. Gelirken biranın yanına çerez almayı unutma. Badem al badem çok severim ben bilirsin.