2 Aralık 2017 Cumartesi

Yol

Hayatımın 35. yılını yaşıyorum. Eski sevgilim geldi aklıma. 20'lerimdeydi o sıra. Bir sofra kurmuştuk. Yanında en sevmediğim erkek arkadaşı Mert ve onun artık kaçıncı tanıdığım ve bir kere gördüğüm bilmem kaçıncı kız arkadaşı. 

Bazen insanların yüzüne yüzüne demek istersin (o kadar içmiştik ki o gece kızın yüzüne önce dedim sonra kustum) "O beyinle bu yaşa kadar nasıl geldin bebeğim." Kız 38 yaşında mıydı neydi hatırlamıyorum ama "kadınlar 35'e geldi mi çöpe at" diye bir cümle kurmuştu. 35'ten sonra... 35!

Amaaaa evleniyoruuuuum!!! Eveeeet! Tanrım hep korkardım evlilikten ama şimdi hayatımın aşkı diyemesem de bir ömür beraber bir hayat yaşamaya ikna oldum sanırım. Evet çok netim şu anda, kesinlikle evet.

- Ah aşkım geldim geldim. Telefonum sessizde kalmış, nasıl oldu bilmiyorum ama bavulun içine karışmış:)
- Tamam bitanem acele etme geldim ben aşağıda bekliyorum.
- Hayaaatııııım. Bavullar:)
- Canım bunlar ne böyle. Sadece bir hafta kalacağız annemlerde. Hatta tanışma faslı malum. Sıkılırsak döneriz.
- İşte dönmezsek diye ben her ihtimale karşı ne bileyim. Bakma öyle!
- Tamam hadi cadı bin arabaya.
- Yol müziklerini dün akşam ayarladım. Kaç saatti buradan İzmir
- Kasarsam dört saate varırız. Sorun olmaz.
- Süper bu şarkılar fazla fazla yeter bize.
- Hadi bakalım patlat bir tane
- Jefferson Airplane-White Rabbit ile başlıyor güneşin batışıyla ki bu İzmir'e vardığımız anlamına geliyor. David Sylvian-Messenger ile yolculuğumuzu bitiriyoruz erkek güzeli.
- Şarkılar enfes ama son dediğin başka bir hoşuma gitti. Bir öpücük?
- hımmm...
- Bal gibi dudakların...
- Bence bu tat damağında bir hafta kalsın yoksa kaza yapacağız. Annenlerin evinde de no sevişmek! En hanım halimle çıkacağım karşılarına. Sonra cadoloz gelin olup burunlarından getireceğim :))
- Manyaksın
- SENİ SEVİYORUM
- SENİ SEVİYORUM
- Ama acıktım da:)
- Hayatım çok güzel sandviçler yaptım. Poğaça da var:) en sevdiğinden peynirli-patatesli karışık yaptım. Şu torpido gözüne koyuyorum acıktığımızda yeriz. Yolda kahve de alırız. Şehirden çıkmadan bi Starbucks yapalım bence.
- Kesinlikle aşkım. Ayakta durmam lazım.
- Of bu neden açılmıyor.
- Dur ben de deneyim.
- Dur dur sen tutukluk yapmış. Yola bak sen açarım ben.
- Hop işte bu kadar açıldı. Şuraya koyuyorum. Burası çok karışmış aşkım ya. Ne bu bir dakika... Bu ne ya?
- Ne ne anlamadım??
- Berk bu toka kimin
- Bilmiyorum kimin ki
- BERK!
- Gerçekten bilmiyorum ya. 
- O kızın mı??
- Offf taktın o kıza. Bak o konuyu kapattığımızı düşünüyorum. Lütfen bir toka için... Ayrıca onunsa da onun unutmuş demek ki ne bileyim ben.
- Unuttu mu sen mi saklıyorsun?
- Hayatım benim toka takacak saçım mı var da saklayacağım.
- Berk sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ben ne diyorum sen ne diyorsun ya. Atıyorum camdan
- Dur ya
- Dur???
- Yani kalsın.
- Ne oluyoruz Berk.
- Tamam Ayşegül at bunalttın gerçekten.
- Neden sinir yaptın ki bu kadar sen şimdi.
- Ayşegül at dedim tamam? Bitti! At işte
Gözlerindeki soğukluğu gördüm o an. Çok anlıktı ama... Bilmediğim ne vardı o kızla ilgili? Annem geliyor aklıma. Babamı hiç sevmeyişi, gözü dışarıda hafif meşrep annem. Yeterince büyüdüğümde umarsızca yanımda arkadaşlarıyla ölmüş babamın arkasından konuştuğunu hatırlıyorum. "Çok iyi adamdı da fazla yumuşaktı." 

Herkesin hayattan en az babam kadar korkuyordu ama çoğu insan belli etmez. Bu bir oyun. Kendine güvenmelisin. Babam asla kendine güvenmezdi. Belkide güvense annem ona koşarak gidecekti. Berk hayatımın bu kısmını hiç bilmedi. Babamla alakası olmayan bir adamla evleniyorum. Fazla egolu, yeterince dik hatta çok çapkın. Ama benimle evlenmek istiyor. Aşık mı bana?
- Aşık mısın bana?
- Bu nereden çıktı şimdi.
- Doğru cevap bu değildi.
- Tabiki aşığım.
- Emri vaki yanıtlarda bugün.
- Senin canın kavga mı etmek istiyor? Yoksa benimle evlenmek istemiyor musun? Eline bir neden mi vermemi istiyorsun.
- Fazla kurnazca fikirler bunlar. Evlenmek istemesem direkt yüzüne söylerdim.
- Derdin ne o zaman? Sabah sabah gerdin beni bir toka yüzünden.
- Söylesene o kızla seviştin mi? Benden iyi mi?
- Offf var yaa Ayşegül şu an tam bir Türk kızısın.
- Sen de vasat cevaplarınla çok iyi yalan söylediğini söyleyen fakat daha da çok batıran klasik Türk erkeğisin.

Ne yapıyorum ben? Belkide haklı.  Evlenmemek için bahane üretiyorum ya da aslında nasıl bir erkek olduğunu bilmeme rağmen salak ayağına yatıyorum. Sonuç odaklı kadınlardan olmak istemiyorum ben. "Ben yine aynı hep affedici" ev kadını hayatı bana göre değil. Annem gibi olmayacağım ben!

Başım Tanrım avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum durdur şu arabayı diye. Sadece hava temiz hava. Camı açmam lazım. Bir tohum uyanıyor saklı yerimde. Bulutları süzüp yağmur bekleyenler, inip yürümek istiyorum. Bu yürüyüşümün bir izi olsun istiyorum, bana bir şey olsun istiyorum. 

Anlıyorum sen o değilsin. Gitmem lazım, hızla koşmam lazım. Bu ana kadar neredeydim ben? Neden her şeye karşı bir sus halindeydim ki. Bir toka mı yani beni bu hale getiren veya uzun bir yol mu gerekirdi yeterince düşünmek için? Günün hakkını verdiğimizi, eğlendiğimizi sandığımız zamanlar aslında her ikimizin kendine ait olan gününü kurtarmaktı. Aşk bu değil, sırılsıklam olmadım henüz.

Şimdi hiçbir şey söylemeden uzaklaşsam, o hiçbir şey demese keşke. Çıktığım kapılar umurumda değil nicedir. Şu girdiğimiz sokağa annemin sesi aksa ya. O kadar çok yanımdaydı ki Berk birden kendime en son kimsesiz kalıp da bir kahve söyleyemediğimi fark ettim. 

Oysa kahve benim ne büyük bir keyifti. Ben Berk'in hayatını yaşıyorum? Onun sevdiği yerler, onun yedikleri, onun arkadaşları, onun zevki. Kıyafet alırken bile fikrini sormadan bir şey deneyemez oldum. Biz birbirimizi hiç özgür bırakmadık ki. Saçlarımın dipleri yangın yeri sanki. 

- Ne düşünüyorsun?
- Hiç
- Yavaşşşş, ne yapıyorsun o fren neydi öyle. Delirdin mi sen öldürecek misin ikimizi de.
- Arabaya bindiğinden sorun yaratıyorsun. Derdin toka filan değil senin. Önce ailemle tanışacağın için normal olarak gergin olduğunu düşündüm ki, bu gerçekten çok normal bir durum. Bak yarım saat sonra bizim evin önüne geleceğiz. Eğer vazgeçtiysen....
- ....
- Ayşegül! Lütfen ağlama.
- Sanki aydınlanma yaşıyor gibiyim.
- Ne demek bu şimdi?
- Aydınlanma... yıkıcı bir süreç yani. Daha iyi ya da daha mutlu olmakla ilgisi yok. Sahteliğin uf ufak olması. Oyunlardan oluşan cephenin arkasını görmek, doğru olduğunu sandığım her şeyin kökünden yok edilmesi... İşte aynen böyleyim.
- Seni terminale bırakayım.
- Özür dilerim
- Hıh :)
- Ben de böyleyim, hep de böyleydim.

10 Ekim 2017 Salı

İnsan "her neyse"dir

Karanlık kutu gibi bir oda, tepemde sarı bir ampul, saat başı yediğim tokat ve göbeği masanın üzerine yığılmış, ağzı leş gibi kokan adama derdimi anlatmaya çalışıyorum. Gerçi dün de ağabeyimden tokat yemiştim ama hiç tanımadığın hele de karşındaki polis olunca insana korku basıyor biraz. 

Korku da demeyim de, hani sevdiğin kızın babası vursa yığılsan kalsan tek laf edemezsin ya keşke öyle bir durumda olsaydım şimdi. Elifim ne yapıyor acaba? En büyük kızım, anasına benziyor hiç konuşmaz ama sayar beni. Sevip sevmediğinden şüpheliyim. 

Diğer iki kızım daha küçük olduğundan henüz babasının hayırsızlığını çözebilmiş sayılmazlar. Seviyor sayılırlar yani. Az büyüsünler anaları dolduruşa getirir, onlar da sevmezler artık beni. Üniversitedeki aşkımdan sonra iyi bir koca olamayacağımı biliyordum, ki bunu evlenerek kanıtladım fakat hep iyi bir baba olmak istedim onu da beceremiyorum. 

- Komiserim ne oldu yanından sorgu odasından ayrılmışsınız.

- Bu kodumun ibnelerini bize sayıyla mı veriyorlar lan? Sabahtan beri saçma sapan laflar ediyor. Şiir kitabını hatim etmiş de gelmiş pezevenk sanki. Hayatımda bildiğim atasözleri, onu da kaynanamın arkasından söylerim. Lan bu kavadın dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Elim morardı adamı vurmaktan bu puşt hala serenat. Sana bir şey diyeyim mi aklı olan polis olmaz. Bak yemin ediyorum. Şerefsizim bıktım.

- Amirim telefonunuz çalıyor.

- Alo kızım Zeynep? Babacığım unutmadım tabi, sabahtan beri sana hediye bakıyorum. O dev bebeklerden işte dedin ya ondan alacağım diye İstanbul'da gezmediğim yer kalmadı. Birazdan geleceğim eve. Parasını vereyim artık sen alsan olur mu meleğim? Tamam canım kızım benim, baban hemen gelecek...

- ?

- Ya Ali bizim kızın doğumgünüydü bak bu serseriler yüzünden gene unuttum. Artık çocuk üzülmüyor da, "peki baba, tamam baba" dedi kapadı. İçerlendi kesin. Ben eve geçiyorum. Siz de şu Sedef hanımı çağırın. Baksın şunun icabına. Bu psikologlar da deli zaten. Ancak o anlar bunun dilinden. Sabah konuşuruz. 

- Haber verdim amirim gelir birazdan. Hah geldi. Sedef hanım buyurun lütfen.

- Merhabalar. Kusura bakmayın geciktim biraz.

- Rica ederiz. Bu amirimiz Sadık bey, psikoloğumuz Sedef hanım.

- Merhaba Sedef hanım, memnun oldum. Sabahtan beri bu adamla uğraşıyoruz biliyorsunuzdur olayları bir konuşun, ne yapın edin itiraf ettirin. Artık yaşlandım da yemin ederim elimde kalacak.

- Siz merak etmeyin. Bundan sonrası bende. Ben sorgu odasına geçeyim. İyi geceler.

Psikolog Sedef ve katil Adnan...

- Adnan bey merhaba ben Sedef. Psikoloğum biraz konuşalım mı?

- Katil olduktan sonra şimdi de deli damgası mı yiyiyorum?

- Ben sadece sizinle konuşmak istiyorum. "Belki iyi gelir" diye bir cümle vardır ya, ya da onun gibi bir şey. Öyle bakın lütfen siz de. Olay, durum belli aslında. Siz de inkar etmiyorsunuz ama her şeyin bir nedeni ya da nedenleri var değil mi? Ben sizinle işte tam da bunları konuşmak istiyorum. Belki zamanında yeterince konuşabilseydiniz şimdi burada olmadınız.

- Evliyim ve çocuklarım var. Bunun dışında bir de yıllardır devam eden bir ilişkim vardı. Onunla evlenebilmek için senelerdir annemin ölmesini bekliyorum. Baktım öleceği yok ben öldüreyim dedim. Bu kadar! Artık ne yapacaksanız yapın ben çok sıkıldım çünkü.

- Bu kadar basit yani? Ben burada çocukluğunuza kadar inmeye gelmedim. Sadece olayı biraz daha açalım istiyorum. Katil olmak sizi doğrudan kötü yapan bir eylem değil. Önce kendinizi suçlamaktan vazgeçin. Konuşmaya böyle başlayalım isterseniz. Unutmayın ben de dahil her insan katil olmaya meyillidir aslında. 

Doğamızda var bu, bir yerde hayvanlardan farkımız yok. Onlar yaşamak için biz ise işte bilirsiniz her şey bir anda olur. Bu hedef bazen kendimize atılan bir kurşun bazen de sevdiklerimiz ya da tanımadıklarımız olabilir. Şimdi ilk "neden?" sorusuyla başlayalım.

Fakat deminki gibi basit bir cevap beklemiyorum sizden. İnsan annesini neden öldürür? İyice düşünerek yanıt verin. Korkmayın aksine korkunuzu sevin. O size kim olduğunuzu anlatacak. Önünüzdeki çay soğumuş sanırım bir şeyler içer misiniz? Kahve veya çay ya da herhangi bir şey?

- Çay soğuyunca ve biraz böyle kalınca aynı önümdeki gibi bayatlıyor. Birini beklemek de böyle, bayatlıyor artık ve soğuyorsun ondan. Benim bir şeyleri söylemek için çırpındığım gecelerde siz yoktunuz küçük hanım. Ama başlayalım bakalım. Benim sorunum yalnız ölmekten korkmak. Babam gibi çekerek ölmek de istemiyorum. Sürünmek istemiyorum. 

Hani bazı kadınlar vardır ya vakitsiz gelenler ölümlere karşı şu makyajsız gezmeyen. İşte bende de erkek versiyonu var. Sevilmeme, unutulmak mesela... Kimse beni unutsun istemiyorum ve çok yalan söylüyorum. Çok çok ama... bunlara kendimi inandırmaya başladıktan sonra iyi biri olduğuma da kendimi inandırınca etrafımda herkese nasıl hangi ara zarar verdim hatırlamıyorum. Çok kalp kırdım ama annemi öldürmek istememiştim. 

Kırkbeş günde evlenmeye karar verdim sonra bunu beceremediğimi, hayalimdeki kadının o olmadığına karar verdim. Tuhaf olan ne biliyor musun yine olsa yine onunla evlenirdim. Çok iyi bir kadındı, anneme benziyordu. Beni aldatacak biri değildi, iyi bir anneydi. 

Al evlen işte öyle bir kadın. Onu hiç hak etmedim, bunun için de uğraşmadım. Bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama her insanın özellikle de erkeklerin hayalinde bir kadın imajı vardır. Genelde hayaldir, hiçbir zaman da o kadını bulamayız. Bir kere bulmuştum ama. O kadar çok yaklaşmıştım ki...

- Bir dakika oraya daha sonra geleceğiz. Önce şunu anlayalım. Evlendiniz, mutsuz oldunuz sonra? Uzun yıllardır şu ilişkiniz olan kadın? O ne zaman girdi hayatınıza.

- Evlendikten iki yıl sonra filan. Evliliğimin en kötü zamanlarıydı. Bana çok yardımcı oldu. Sonra bir ilişki içine girdik. Sevdik, kavga ettik, ayrıldık, barıştık, değiştik. Sonra çok değiştik gerçekten. Ona hiç aşık olmadım. Sevdim ama gerçekten. Esas sevdiğim kadın üniversitedeki ilişkimdi. 

Onun ahını aldım galiba. Bir anda terk edip gittim. Tuhaftır annem yüzündendi bak. Annem istemedi onu hiç. Ben de ki etmeden kızı bir anda bıraktım. Boktan bir hayatı oldu. Onunkini de kendi hayatımı da siktim resmen. Evliyken olan ilişkimin en sevdiğim tarafı ise hep sabit olmasıydı. 

Hayatımda durabilen tek şey oydu. Onu da çok aldattım, çok yalan söyledim gerçi. Affediyordu. Değiştik demiştim ya, o gerçekten çok değişti. Ben hep aynı piçtim ama o... ne bileyim... Yaşamayı seven biriydi. Parayı, lüksü, güzel yaşamaya fazla hayrandı.

Ben de elimden gelenin fazlasını yaptım ona. Çoğu kadına ama. Benim kadınları hayatımda tutmak için hep bir şeyler yapmam gerekti. O yüzden üniversitedeki o kız başkaydı. Beş parasızdım, öyle iyi de giyinmezdim ama beni severdi. 

Neyse bir gün şey oldu. Anlamadan oldu gerçi aşık oldum. Gerçekten hayalimdeki kadındı o, o kadar yaklaşmıştım ki... Her şeyi mahvettim. Onunla ilgili kalbe dahil ettiklerim benim mayamdı artık. Yalanla başladım. Çok yüce gönüllü bir kızdı. Saftı, şapşalın tekiydi hatta. Çok iyi bir yalancıydım ama zaten onu kandırmak çok kolaydı. 

Benden sonra ona çok dua ettim yine kandırmasınlar diye. Benden korkmasına gerek yoktu ama başkaları zarar verebilirdi. Çok güzeldi, böyle aktirislere benziyordu. Vücudu Fransız, yüzü Latin kadınıydı. Onu kaybetmekten çok korkuyordum. Ki malum bensem mevzu her şeyi paramparça edecektim elbette. Ama biliyor musun onda bile onu suçladım.

- Tam olarak neden ayrıldınız?

- Dedim ya yalan söyledim. Önce burada kırıldı. Benim de bazı yalanlarım vardı. O diğer kadınla ilişkim devam ediyordu. Önce onu idare etmesi konusunda bir sürü hikaye anlattım. Sonra yalanlar söyledim. Önce evli olduğumu öğrendi, ardından geçmişimdeki pisliklerimi. Aslında bir tanesini duydu ama öğrendimki birçoğunu de öğrenmiş. O da gitti. Ben savaşmadığı için ona hep kızdım. Size bir şey sorabilir miyim? Biraz kişisel ama...

- Sizce aşık insan savaşmaz mı? Bence o kız bana aşık değildi. Olsaydı kaçmazdı, kaçamazdı ki.

- Bu kadar anlattığın şeyi baz alırsak ve bunu onun da bildiğini düşünürsek sence sen açacağın onca belaya değer misin? Bir laf vardır, görülmemek için gözlerini kapayan çocuklar gibi yapma. İtaatsizlik günahını işledikten sonra Adem saklandı. Buraya gelmeden önce sosyal medyanı buldum. Biraz baktım da puro seviyorsun sanırım. Şapka puro filan ilginç. 

Senin gibi böyle adamların bir avantajı vardır. Nasıl hissettiklerini anlamak zordur yani. Dediğiniz şu aşık olduğunuz kız, sessizce gitmeliydiniz peşinden. Kalpleri bilinmeyene daha dayanıklı olur. Zira kalpleri olmasa daha çok dayanırlardı.

- Onun için neler yaptım ben. Bir aylık ilişki için kum saatini tersine çevirdim ben. O küçük orospu birden gitmeseydi. Ben de diğer ilişkime dönmezdim. Döndüm o da evlenme şartını koştu. Evlenemezsem o da giderdi. Hem giderse başkasıyla evlenirdi. O kadar yıllık emeği başka puşta yedirecek değildim. Egoluyum amına koyayım evet. 

Karımı da boşayasım yoktu. Evlat verdi o bana anlıyor musun?? Bana ait kadınlar benden kalmalı psikolog hanım. Her şey o küçük orospunun basit bir mesajla beni bırakmasıyla başladı. Şimdi anam da hayatta olurdu hem.

- Sürekli kendi hatalarınız için başkalarını suçlar mısınız böyle? Bu bir mizaç mı?

- Vicdan ağır yüktür, kaldırabilen daha da olmamıştır. Ne kadar onurlu, gururlu, merhametli gibi davranırsam o kadar yaşayabilirim. Yoksa çoktan dayanamaz intihar ederdim. Kızlarım var benim, bana ihtiyaçları var. Daha hata yapacak yaşa gelmediler. İntihar etme gibi bir lüksüm yok. Yöneldiğin kimsenin bilmediği bir çıkıştır. Bak! içime işleyen acıyı size değil bir suya bırakmayı öğrendim. Dal olmaktan vazgeçeli çok oldu. 

Bundandır ki ne bir ağacım var bana benden ne de çiçek açacak benden. Aşık olduğum kız öyle biriydi ki, desen birlikte dünyayı değiştirebileceğimize inanırdı. Öyle hayalperestti. Ah be yavrum giydiğin pelerin uçurmuyor seni diyemedim. Ben de onun gibi çocuklaştım. Çocuk oldum. Bu yaşlarda insan aşık olunca gençleşiyor cidden. Daha da olmazdı zaten ki şu andaki vaziyete bakınca artık olacağı varsa da olmaz.

- Yani sen başına gelen her şeyden o kızı sorumlu tutmaya devam edeceksin. Ne güzel nefret etmek için de adını "küçük oropsu koymuşsun." Haber aldın mı hiç ondan.

- Sosyal medyadan oradan buradan işte bazen. Yüzünü göremedikten sonra neye yarar. Bazı yazılarını okuyordum arada. Birinde şey yazıyordu: "Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.

Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda." Herhalde karşımda olsaydı onu gebertirdim. Bu konuda ciddiyim. Hangi pezevenge lan bu gönderme dedim. Benden başka kimi sevebilirsin sen?? Benim gibi seven kaç adam var lan dünyada??

- Olamaz mı olabilir. Hem ne güzel işte. Bitmişse bitmiştir. İnsanların hayatlarına devam etmesi senin için neden bu kadar sorun?

- Ben devam etmesinler demiyorum ki. Ama beni unuttukları tek günleri de geçsin istemiyorum. İşte benim sorunum bu anlamıyorsun. Yoksa bir yumruğu havada öpmek gibi hedeflerim var benim. Dövüşmemiz mümkün değil. 

- Ben gayet iyi anlıyorum da senin anlamadığın şu ki; aynı anda her şeye sahip olamazsın. Aynı anda her şeyi çok iyi yapmak gibi bir şey bu. Yapamazsın işte, olmaz yani. Hatta bazen öyle yalnız olmalısın ki, sabahları kendine uyan diye ısrar edip beş dakika diye nazlanıp az deli olmalı insan. Bazen ama her zaman değil. Bazen öyle hallerin de olmalı. İçinde hani üflediğinde altından ne çıkacağını bilmediğin bir toz yığını var. 

İnsan her neysedir aslına bakarsan. Öyle doğar yani. Belirsizliğinin içinde hem çöldür hem heves. Ötekinin değil ben'in hevesidir. Bu kadar yalanın yanında sen sana sadece o inansın istedin. Sevdiğin biri sana inanınca bütün dünya inanmış gibi olur çünkü. Kabalaşmak istemem şöyle bir haline bakınca hani B harfinden notalarla sütyen yapmaya da gerek yok.

- Hahahaha. Çok özür dilerim. Sizden böyle bir laf beklemiyordum. Hanım hanımcık gelmişsiniz karşıma garip geldi de. Biliyor musun herkes merdivenin başından bana doğru koşarken o en alt basamakta bekledi beni. Kırdıysa kırdı kalbimi biliyorum ki yanıma düştü. Bunu anlamam zaman aldı. 

İçten içe onun da bana aşık olduğunu biliyordum. Biliyor musun hiç evlenmedi. Ben ona bir umut sundum. Hikayeler anlattım. İnsana kaderini vaat eden kişiyle karşılaşır ve onu dinlerse ona inanır. Yaşam, sana sunulan bir şey değildir. Genel olarak onu zorla söküp alırsın. Hakkındır. Bunu bilecek kadar zekiydim ama çalışmıyordum. Serin bir rüyanın hatırınadır çektiğim dünya ağrısı.

- Sen mevzu istiyorsun.

- Bitsin mi artık bu konuşma? Belki daha öteye geçmek istemedi yanardı çünkü. Tüm bunları idrak etmem gerçekten zaman aldı.

- Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı?

- Sence?

30 Eylül 2017 Cumartesi

Ağzımda çiçek yetiştiriyorum

İnsan olmaktan çıkıyordum artık. Fonda Mark Eliyahu yanık yanık "Journey" çalıyordu. Sendeleyerek yerimden kalkıyorum, gücüm yok yeniden yerime oturuyorum. Her gün insan kendine "neden bana bunu yaptın" diye sorar mı kendine? Cevabını verebileceğini bilsem karşına çıkar derdim. Bir şey söyle inandır beni... 

Baştan sona yanılan ben olayım o kadar isterdim. Yılların yükünü bir anda sırtıma bindiler yine. İnsan her defasında haklı olmaktan yorulur mu? Artık haksız olmak istiyordum, ne bileyim bir kere de "yalan ne duyduysan hepsi yalan" deyip en yalandan savunmayı yapmak istiyordum. Sonra bu fevri halime bakıyorum da, bu kadar bozuk insanların içinde hala masum bir kalp taşıdığım için kendimi seviyorum birazcık.  

Sonra sevdiğim şeyleri düşünmeye başlıyorum ve neden sevdiğimi. En çok yalnızlığımı, ne zaman ondan ayrılsam döndüğümde beni kocaman kollarını açmış bir şekilde bekliyor oluyor. Hiç kızmıyor bana "bu zamana kadar neredeydin?" ya da "neden?" diye sormuyor. Anneme benziyor biraz. Sonra müzik, ah bu şarkıların gözü kör olsun gibi biraz biraz da ne bilim onlar da hiç konuşmadan birden ayağı kaldırabiliyor ya da daha çok çökmeni sağlıyor ki birden yükselesin. 

Konserlere gitmeyi bu yüzden seviyorum sanırım. İnsanlarla hem buluşmak hem de konuşmamak istiyorsanız konsere gitmek yapılacak en iyi şey. Uzaktan fesatça gelebilir ama beyaz yalan gibi düşünün. Birileri sizi ne kadar özlediğinden bahsedip sadece kendini anlatmak isteyecek ve siz de buna karşılık konser teklifinde bulunacaksınız. 

Lüzumsuz samimiyetlerden uzak durmak için "grip oldum hiç öpmeyeyim şimdi" demekle aynı. Bu iki pis (bana göre en doğrusu) davranış modelini seviyorum. Beş yıldır görüşmediğim arkadaşıma yaşadıklarımı anlattım. Şöyle bir baktı..."Üniversiteden beri hiç değişmemişsin. Senin anlayamadığın, bunları herkes yaşıyor ama kimse takmıyor. Sen çok önemsiyorsun." Gitme dedim gittin yani gönül öyle mi? dedim kendi kendime içimden. 

Bazı kararlar aldım. Ben yapamıyorum öyle çivi çiviyi sökerlerden, başkaları üzerinden ego yapmalardan ya da ne bileyim başka birisi gibi davranmalardan. Gerçekten şu hayatta en çok şaşırdığım kişi yine kendim. Bu çağda bu yaşta hala nasıl böyle kalabiliyorum bilmiyorum. Kendimi çok mu sakladım acaba? Bu kadar duvara ne gerek vardı? Bir şiir okudum demin:

"Vantilatörü açtım o kadar üzgünüm ki ağlayamıyorum
Allah'ın rüzgarı boynumdan nasıl esip geçip gittiyse
Eşyadan bildim tevekkül ettim çocuk öptüm
Boğazımı patlattım seni seviyorum bunu kutlayalım
Gel seninle Allah'ı kanıtlayalım komaya girelim
Daha şiirime "Sensiz yapamayacağım"ı koyacağım

Seni aksattım adamlar toplandılar ben çirkinim
Ben çirkinim uzat artık saçlarını müezzinler bitti
Bazen uyuduğumda ezanlar bitti özen gösterdim
İyi değilim kalk balkondan anlayalım rujun gülkurusunu

Merhaba ben ağlıyorum sen nasılsın?"

Bunu okurken yağmur yağıyor. Tek ses "çıp çıp", o sırada iyi ki Allah var, bu kadar şey yaratılmış. Gökyüzü, yağmur, bulut, ah kar... Kar yağsa artık, birbirimize zarar vermeden yol almanın nasıl mümkün olabileceğini gösterse...

İzliyorum seni adam... Görüyorum yaptıklarını ve yapabileceklerini şarkılar kadar ah bu sosyal medyanın da gözü kör olsun. O ne kadar ucuz dediğin kızlarla sözde flörtlerin... Yine başına saçma sapan işler alacaksın. Sen seviyorsun bunları, artık senden sorumlu değilim... 

Bana neyin ya da nelerin iyi geleceğini düşündüm de sanırım birkaç ay garsonluk yapacağım. Derse diye evden çıkıp her sabah minik heyecan katacağım hayatıma. İşte benim ufak dünyamdaki heyecan da anca bu kadar olur. Olsun ben seviyorum bu hayatı, çiçek sulamak gibi en büyük marifetim anca bu kadar. 

Zamanı gelince gerçekten derslere girmeye başlayacağım. Hayata tutunmaya garsonluktan başlama sebebim insanlarla iletişim kurmak zorunda olmam. Böyle olmayacak sanırım. İnsanları gözlemlemem, dinlemem onlarla tanışmam lazım. Yeterince keyif aldıktan sonra ders sezonunu açıp malum amacımla birlikte farklı insanlarla güzel şeyler ne bilim...

Ağzımda çiçek yetiştiriyorum üstadım,
öpersen acıyorum, öpmezsen zulüm

Allah'ım beni hala bu kadar güzel kılabildiğin için teşekkür ederim. Kıymet görmek istemiyorum, amacım cennet de cennet değil. Yaşıyorum işte öylesine hani diyor ya şarkıda;
"Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına 
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına 
Zerrece tamahım yoktur şu dünya varına 
Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem"

18 Eylül 2017 Pazartesi

Zamansız

Kendi halimde bir derdim var. Nasıl anlatsam kibar kibar. Duymaz sağır uydur bağır. Böyle başlıyordu şarkının sözleri. Hiçbir adama değil hiçbirinize değil dargınlığım kırgınlığım diye devam ediyordu. Kendi etrafımda dönüyordum (uzun süredir yapmıyordum, iyi geldi) Tam dönüyorum, "hiçbir adama değil" cümlesini duyunca bağırıyordum. 

"Hayır hiçbir adam değil, sadece ona" Yemek yemek istiyorum, bir de sürekli başım ağrıyor. Etrafımdakiler alt tarafı bir aylık derken ben bir günümüzü düşünmeden edemiyordum. Nasıl bir anda her şeyim olabilmişti anlamamıştım. Elimden kayıverdi dur diyemedim kalbime. Her şey o kadar güzeldi ki yalan da olsa inanırdım ne olacaktı ki sanki. Kokusu yeter diyordum hep içimden. Yeterince berbat bir durumdayım. "Bir de sen gitme" diyemedim. 

Aslında bir sürü şey yazmıştım. Yüzünü görünce yapamıyordum. Yapmıştım ama. Şimdi düşününce çok şey diyemediğimi anlıyorum. Paramparça etti kalbimi bakıldığında. Yine de benden çok onu bir de anası düşünür herhalde diye iç geçirdim kendi kendime. İlaçlarını almalıydı, kanından canından olanlara daha çok vakit ayırmalıydı, ayakta çok durmamalı mesela, yorgun olduğunda yola çıkmamalı, sağlıklı şeyler yemeli mesela (elimden kuru fasulye yedirmek çok isterdim ama kısmet değilmiş), eski sevgililerine dönme hepsi yalancı üzecekler seni...vs. diyemedim hepsini işte.

 "Hepsi yalancı" derken en büyük yalancının kendisi olduğunu düşünce bir gülme geldi ama olsun. Canı sağ olsun. Bir yerden sonra buna da klasik tecrübe ya da ne bileyim yaşayacağımız varmış deyip geçmek gerekirdi herhalde. Herkes öyle unutuyor sevdiğini. Ben çok aşıktım gerçi. Tamam sus aşığım hala. Ama geçecek... Bu "tamam sus" lafı da onun meşhur lafıdır. Çok hoşuma giderdi öyle deyince. 

Genelde sebepsiz kıskançlıkların da derdi. Kör kütük aşıktım, kıskanacağı hiçbir şey yoktu gerçi ama olsun yine. Geçecek ki biliyorum ben. Bu kokuyla çok uzun süre yaşayacağıma eminim. İnşallah o da beni sevmiştir gerçekten. O kadar yalan söyledi ki artık ne doğru ne gerçek ben hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bir insanın tahammül edemediği tek şey "yalan" olup da neredeyse hayatı yalan diyebileceğin birine aşık olmak hangi günahın bedelidir ki... 

Her yerim uyuşmuş gibi, sanki morga götürmüşler de nefes alıyorum ama sesim de çıkmıyor. Öyle ecelim gelmemiş de bırakın öleyim diyorum. Geberip gideyim artık ya valla hayat çok böyle aptal hani biliyor musun. Mala bağlamış gerçek hayat dedikleri. Onunlayken kendimi kocaman kanatları olan canavar gibi hissediyordum. Herkesten koruyan, herkesle savaşmaya hazır gibi. Kanadımı o kırdı. Acımadan kırdı hem de. Gözlerimin içine baka baka kanadığını gördü üstelik. 

Umurunda olmadığına yemin edebilirim. Bencildi, ne kadar bencil insanlardan nefret ettiğini söylese de severken bencildi. Ben ise o mutlu olsun, onun çevresindekiler mutlu olsun ben aşığım zaten ayrıca mutluluğa ihtiyacım yoktu ki gibi bakıyordum. Üzülmeye hazırdım çünkü. Ama hesap edemediğim kandırılmak duygusuydu. Bunu gerçekten hiç hesap edemedim. 

Yalan ağzına yuva yapmış birine inanmak kendini ateşe atmak gibi, intihar etmek gibi. Acayip bir şey insan kendine şaşırıyor. Kafamı çevirip baktığımda az bir zamanda olsa o kadar yaşadığım şeye vay be dedim. Vay be insan aşık olunca ne kadar çok değişiyormuş. Asla yapmam dediği şeyleri gözünü bile kırpmadan yapabiliyormuş. Güzeldi, öyle çok güzeldi ki şimdi cüzzam olsa ben yine aynı duygularla öpüşürdüm onunla. Onu öpmek dünyayı durdurmak gibiydi. 

Hep zamanı durdurmak istemişimdir. Onu öperken oluyordu işte. Bir daha öpemeyecek olduğumu düşününce kursağıma bir şey takılıyor, yutkunamıyorum. O dilin kopsun da bir daha kimseyi öpeme orospu diyorum içimden. Bu saatlerde Ahmet Kaya dinlemek ne kadar tehlikeli. "Seninle bir bütün olabilirdik. Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal canımın içi hoşçakal" Parmakları kanayana kadar seni yazabilecek birinin bileklerini kestin sen... Bu kadar...

23 Ocak 2017 Pazartesi

Seans

1. Seans
- Kocamın bu yöntemi neden tercih ettiğine dair en ufak bir fikrim yok ama, baştan söyleyeyim, kesinlikle onaylamıyorum. Psikolojik destek almanın herhangi bir faydası yok.
- Her konuda böyle misiniz? Yani bu kadar emin mi konuşursunuz?
- Bunun emin olmakla bir ilgisi yok. Ben düz bir insanım. Ne istediğimi de her zaman gayet iyi bilmişimdir. Çocuk sahibi olmak istemenin nesi kötü? Lütfen söyler misiniz?
- Elbette değil ama eşinizin dediğine göre kendi dünyanızı sadece bu istek doğrultusunda döndürmeye başlamışsınız. İnsanların sayısız isteği var bu hayatta. Yeni yıl dilekleri gibi düşünün. Herkes ne ister? Önce sağlık, iş, kariyer, para, aşk, evet belki çocuk... Oysa siz hayattaki tek sorununuzu her şeyin merkezi haline getiriyorsunuz. Biraz sağlıksız bir düşünme şekli olabilir mi? Yargılama gibi algılamayın lütfen. Bu yalnızca bir soru.
- Ben bir ailem olsun istedim. Benim doğumum annemin ölümüne sebep oldu. Onu hiç görmedim. Eşimi çok seviyorum. İlk görüşte aşka benzer bir şeydi ona baktığım zaman. İlk gördüğüm zaman yani. Deli gibi seviyordum. Hala da öyle, tabi zamanla heyecanın yerini olgunlaşma süreci oluyor. Daha manevi, daha değerli şeyler örtüyor üstünü. İşte o zaman aile olmaya başlıyorsunuz. Ancak çocuksuz bir aile olmaz ki... Olamaz yani. Eşimi dediğim gibi seviyorum. Ama bazen... evde öyle bir sessizlik oluyor ki, biri beni boğuyormuş gibi hissediyorum. İkimiz de yoğun insanlarız. Çoğu zaman eve iş getiriyoruz. Bilgisayarın başına geçti mi saatlerimizi harcayabiliyoruz. Neredeyse doğru düzgün bir iletişim kurmadan günü bitiriyoruz. Evde neşe denilen bir şey yok. Birbirimizden koptuğumuzu hissediyorum bazen. Robot gibiyiz, anlıyor musun? Tamam belli giderlerimiz için çalışmamız şart ama niçin? "Çocuklarımın geleceği için daha fazla çalışmam lazım" gibi cümlelerim yok. Yarın belki de öleceğim. Bu kadar çalışmanın gelirini birilerine bırakmalıyım.
- Bu kadar uzun cümleleri baştan kuramazsınız belki ama biraz sakince düşününce, içinde bencillik görüyor musunuz siz de?
- Nasıl yani anlamadım.
- Sizin yaşam biçiminiz ya da standartlarınız için dünyaya bir çocuk getiremezsiniz. Bu kararlar bu şekilde alınmıyor. Evet evde bir neşe, halıda gezinen bir bebek, ikinizin parçası... Bu tarif edilemez bir duygu ama mezun olduğunuzdan beri çalışıyorsunuz ve bunların boşa gitmesini istemiyorsunuz. Sırf bu yüzden de çocuk sahibi olmak istiyormuş gibi konuşuyorsunuz. Bu herhangi bir spor müsabakasında gümüş madalya yerine dünya şampiyonu olmayı istemek gibi bir şey. Bu kadar naif duyguların yani annelik gibi, böyle bir hırsın içinde yer alması size de tuhaf gelmiyor mu?
- Çocuğum olursa geleceğini düşünmek zorundayım. Bunun nesi tuhaf? Gerçi yapamıyoruz da. 10 yıllık evliyim. Denemediğimiz yöntem gitmediğimiz doktor kalmadı. Yine de...
- Aile olmak için birden fazla kişi gerekmez. Bazen insan sadece kendisinin ailesi de olabilir. Hayatınızda herkesi kaybetmiş de olabilirdiniz. Bu sizi eksik kılabilir ancak o zamana kadar yaşadıklarınız, anılarınız, bir eşya bile sizi ayakta tutar. Çocuğunuz olmuyorsa bu dünyanın sonu değil ki? İster kader deyin ister evrenin size verdiği mesaj, nasıl söylenir... Doğduktan sonra çok kötü bir hastalığa düşüp gözleriniz önünde eriyen ve sonra da ölen, ya da sizden bambaşka fikirleri olan sanırım halk dilinde 'hayırsız' demek daha doğru olur. Öyle bir evladınız olacağına şimdi yanınızdaki insanla mükemmel bir hayat sürdürebilirsiniz. Bu fırsatı dünyada olmayan bir çocuk için hayatınızı cehenneme çevirmek en çok size zarar verir.
- Bir arkadaşımın yakın zamanda çocuğu oldu. Hastaneye gittiğimizde daha yeni ellerine veriyorlardı. Görmek istemedi. Çok zayıf bir çocuk. Ki bu çok normal. "Daha sonra" dedi, pişman gibiydi. Sanki hayatından kocaman bir zaman dilimini çalmışlar ve bundan sonraki tek görevi anne olmak gibi hissediyordu. Onun yerinde olmak için neler vermezdim anlatamam. O anne olmayı hak etmiyor. O bu kadar hak etmezken ben neden anne olamıyorum? Sizce de bu büyük bir haksızlık değil mi?
- Belki de. Fakat bunu değiştirecek gücünüz yok. Sizi üzen bu odak noktasından ayrılabilirseniz her şey daha kolaylaşacak. Çünkü her durumu kötüye çeviriyorsunuz. Kibir gibi bir şey bu. Zamanla yer bitirir, anlamadan hem kendinizi hem de çevrenizdekileri tüketirsiniz.
- Ne öneriyorsunuz?
- Kalanı, yanınızdakini sevmeyi. Sizin bir aileniz var. Sizi çok seven bir eşiniz var. Aile her şeydir. Tekrar en baştan sevmeyi deneyin. Sevgi herkese iyi gelir.
- Bugünlük bu kadar yeter. İzninizle.
- Tabi. İzin sizin, görüşmek üzere.
2. Seans
- Karımı anlamıyorum. Sevgili olduğumuz zamanları hatırlıyorum. Öğrenciydik o zaman. Kış mevsiminde tanışmıştık. Her gün o beresini takardı. Üsten kar taneleri görürdüm. Kıskanırdım biliyor musunuz ilk tanıştığımız zamanlar. Ben ne zaman dokunacağım acaba onun saçlarına diye. Şimdi bakıyorum da, o dert miymiş. Bambaşka biri oldu. Anlamaya çalıştıkça şımarık bir çocuk gibi daha da anlaşılmaz oluyor karşımda. İşten çıkmak istemiyorum bazen. Sürekli ek işler çıkartıp eve geç gitmeye çalışıyorum. Onu güzel zamanlarındaki gibi hatırlamak istiyorum. Eve gidince donuk suratı... bütün günümü berbat ediyor.
- Siz de onun gibi çocuğunuzun olmamasına üzülüyor musunuz?
- İlk başlar için evet. Baba olamayacağımı anlamaya başladıktan sonra, daha doğrusu yeterince uğraşıp artık bu uğraşların boşa çıkacağını kavrayabildikten üzülmüştüm. Kabullenmem zaman aldı. Fakat ben karımı seviyorum. Çocuksuz da onunla bir ömür geçirebilirim. Gerçi ondan da emin değilim artık.
- Boşanmayı düşündünüz mü hiç?
- Son dönemlerde sık sık.
- Sonuç?
- Seviyorum... Hala deli gibi seviyorum onu. Onu kaybetmeye dayanamam. Sanırım dayanamayacağım için de başka bir şey yaptım. Hiç derdim yokmuş gibi bir de vicdan azabımla yaşamaya çalışıyorum. Arada acaba anlıyor mu diye düşünüyorum. Ya da fark etti de artık böyle şeyler onun için o kadar önemsiz ki tepki bile vermiyor gibi. Ki bu daha beter bir durum.
- Aldattınız yani.
- Hem de iki defa.
- Şu an kendinizi hissediyorsunuz?
- Aldattığımda yani her iki kadınla da eve giderken yolda yürüyorum. Bir gülme geldi. Uzun zamandır bu kadar kahkaha attığımı hatırlamıyorum. Şimdi de vicdan azabı çekiyorum ve bu iki sadakatsizliğin son bulacağını da sanmıyorum. Hayatımda gizli kapaklı bir oyun alanı gibi. Saklambaca benziyor bir bakıma. İçinde acaba karım biliyor mu şüphesini ve endişesini de barındırıyor. Sürekli gerginim bu yüzden. Bunun gizemi de hoşuma gitmeye başladı. Bir yerlerden küçük şeyler çalıp çöpe atma hastalığı gibi bir şey. Buradaki zevk, seks ya da ihtiras mı diyeyim artık neyse bunların hiçbiri değil. Bana en büyük zevk veren şey karımla sevişmek. Vücudu hala o kadar diri ki bazen uyurken seyrediyorum onu. Sanki ona dokunmam yapılmaması gereken bir şeymiş gibi yaşamaya başladık. Bunların hepsi sırf çocuğumuz olmadığı için. Size bir şey itiraf edeyim mi artık çocuklardan da nefret ediyorum.
- Peki şöyle yapalım.
- Bugünlük bir şey yapmayalım artık.
- Sakinleştirici vermemi ister misiniz?
- Hayır yeterince allak bullak olan kafamı iyice uyuşturmak istemiyorum. Teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
- Görüşmek üzere.