Son 5 yıldır klasik rutinim olan bir Pazar sabahı yine Cihangir'deki kafeme gitmek için yola çıkmıştım. Tuhaf ama son 5 yıldır ilginç hiçbir olayla karşılaşmadım. Belkide 40 yaşına gelmenin verdiği ağırlıktı üzerimdeki. Eskisi gibi etrafımda yaşanan hiçbir olaya heyecanlanmıyordum artık. Erkek olsam durum farklı olabilirdi. Galiba kadın olmanın ekstrem bir olgunluğu var. Ruhunuz hep bir 5-10 yıl ileride yaşıyor.
Damla sakızlı Türk kahvemi içip, kafenin meşhur falcısına fal baktırmak beni eğlendiriyordu. Şu ana kadar tek bir dediği çıkmadığı halde yine de baktırıyordum. Ufaktı Özlem, üniversiteye gidiyordu. Yol parasını çıkartmak için haftanın iki günü buradaydı. Aslında tam zamanlı çalışmak istiyordu ama mimarlık bölümü dediğine göre bu isteğe pek elverişli değil. Ödevlerden başımı kaldıramıyorum deyip dururdu. O gün yan masaya iki çift geldi. Önce sevgili ya da evli olduklarını düşündüm.
Kulak misafiri olduğumu itiraf etmeliyim. Hasta ve doktoruydu. Sohbet koyulaşınca o gün fal baktırmadım Özlem'e. Uyku sorunu vardı adamın. Doktora verdiği ilaçların onu tembelleştirmekten başka bir işe yaramadığını söylüyordu. Çok solgun görünüyordu. Uyuyamamanın tek faydası olarak verdiği 20 kilo olduğunu ifade etti. iyice meraklanmıştım, elimdeki kitaptan daha heyecanlı bir muhabbet dönüyordu. "Sabret" dedi doktor. "Sabrın dengesi, süresiyle yoğunluğunun birleşimidir. Şu anki durumum ise, içimdeki yaranın genişliğiyle derinliğinin birleşimi" dedi.
Adama baktım, çok karakteristik bir suratı vardı. Kemikleri çıkık, ince dudaklı, iri çekik gözlüydü. Dişleri bayağı sarıydı ama. Alkol ve sigaranın etkisi olduğu epey belliydi. 30 yaşlarında olmalıydı. Zihnimde mesleğini merak ederken senarist olduğunu öğrendim. Sohbet devam ederken hem tanımadığım birinin hayatına tanık olmak garibime gidiyor hem de ilerledikçe üzüldüğümü fark ediyordum. Adamdan gerçekten etkilenmiştim.
Adı Alperdi. Güzel isim Alper. Hiç bu isimli bir tanıdığım olmadı. En son senaristliğini yaptığı filmin başrol oyuncusuyla bir aşk yaşamış. Film aynı zamanda ilk yönetmenlik deneyimi imiş. Kadının kim olduğunu öğrenemedim. Orospu deyip durdu saatlerce. "Öldüreceğim o orospuyu da sevgilisini de." Düğünleri varmış eski sevgilisiyle aynı filmde oynadığı diğer başrol oyuncusunun. Klişe dizi senaryoları gibi bir gerçeği seyrediyordum resmen.
Yıllardır ilk defa burada bir saati aşkın kalmıştım. "Sayemde ünlü oldu" dedi. "Bana yardım et" diye yalvarıyordu doktora resmen. İçimde unuttuğum bir şefkat duygusu kabarıverdi o anda. Ben de başka bir klişe olarak o saçlarını okşayacak iken son anda vazgeçen merhametli kadındım galiba. Doktor ısrarla tavsiyelerde bulunuyordu. O kadar bayat bir konuşması vardı ki beni bile baydı.
"Siktir git" diye bağırdı Alper. Kabalaşmayın filan derken ağlaya ağlaya gönderi doktoru. Bir hışımla Alper de kalktı. Hesabı ödeyince tutamadım kendimi ben de kalktım, takip etmeye başladım onu. Bir yerde durdu önce, direğe yaslandı, olduğu yere çöktü, başladı ağlamaya. Böyle bir ağlamak ancak bebeklerde olur diye düşündüm. Gidemedim yanına. Pişmanım ama yine olsa gene de gidemezdim.
Yağmur yağmaya başladı. Sırılsıklam olmasına karşın umurunda değildi dünya. "Neden ya" dedi. SENİ SEVMEKTEN BAŞKA NE YAPTIM BEN SANA. Ben de ağlamaya başladım. Ona değil ama kendime. Kimse beni böyle sevmemişti. Halime üzüldüm. Hani bir şarkı var ya, pek tarzım değil ama her dinlediğimde hayıflanırım. "Ah be" derim içimden.
"Ağladığın geceleri, kalbindeki acıları, çekinme gel bana getir. Sen tükenme beni bitir."
Artık oradan ayrılmam gerekiyordu. Madem yardımcı olamıyorum. Ne halt etmeye dikiliyordum ki? Kafamı çevirir çevirmez. Tek el silah sesi duydum. Farkında değildim. Kitabım elimdeymiş. Düşüverdi, arkama bakmaya çekinsem de ağlamaklı dönmüş bulundum.
Baktım karşımda bana dik dik bakıyor. Havaya atmış ateşi. "Bana yardım et" dedi. "Önce iste" dedim, telefon numaramı kitap aralığıma yazdım, verdim. Bir daha aramadı. Bir hafta sonra gazetede öldüğü haberini öğrendim. Eski sevgilisinin düğün gecesi kendini çatıdan atmış. Buzlu kahve yaptım, televizyonu açtım. Herkes ölüyordu...