- Evet anlat seni dinliyorum. Elimde bir dosya var ve sen bunun aksine hiçbir suçunun olmadığını iddia ediyorsun.
- Çünkü yok! Arkadaşım güzel bir şey yapmak istedi. ilk başta bana da akıl dışı geldi ama sonradan ona destek oldum. Zaten Güzel çok inatçı bir kızdı. Ben yardım etmeseydim de yapacaktı. Onun talihsizliğine geldi. Hesap edemedik bazı şeyleri. Hem böyle bir şey nasıl hesap edilebilir ki. Bir anda olayın içinde bulduk kendimizi.
- Hanımefendi, hesap edemediğiniz olay arkadaşınızın canına mal oldu.
- Farkındayım.
- En baştan tüm detaylarına kadar eksiksiz anlatmanı istiyorum. Hatta Güzel'den de bahset biraz.
- Peki. Güzelle üniversiteden arkadaşız. 5 yılımız beraber geçti. Hazılıktan beri tanırdım onu. Sonra aynı eve çıktık. Hukuk sınavlarında çok yardımını almışımdır. Sayesinde bitti okulum. O zaman tıpta okuyan bir çocukla beraberdi. Çocuk Siirtli, bilmediği şey yok. Tarihi yalayıp yutmuş. Hep derdik, "Sen hukuk okumalıymışın" diye. "Okusam aç kalırdım" derdi o da. Güzel, tarihi, hukuku çok iyi bilir ama çok siyaset yapan biri değildi. Yani gündemi bile gelişigüzel okurdu. Sevgilisi Can da aksine nerede eylem nerede dernek mernek hepsine üye.
Yalnızca Kürt hakları değil tesettürlüsünden gay protestolarına kadar hepsine katılırdı. Hani şu Türkiye'de 'öteki' dediklerinden. Güzel'in de zamanla algıları değişti tabi. Kaç defa gözaltına alındılar, dayak yediler. Can bir şekilde paçayı sıyırdı da Güzel okuldan atıldı. Ailesi evlatlıktan reddetti sonra onu. Öğretmen anne babası var kızın. Tam Kemalist ikisi de, gözünün yaşına bakmadılar kızın. Annesiyle yine telefonda görüşüyordu ama zamanla o da kesildi.
Babası duymuş dövmüş kadıncağızı. Annesi de daha cesaret edememiş aramaya. Güzel de korktu zaten sonra, aramadı bir daha hiç. Can okulunun son senesi Güzelle nikah masasına oturdu. Güzel'in ısrarıyla ama, yani ortada bir evlilik teklifi filan olmadı. Can o gün, nikah günü memura 'hayır' cevabını verdi. Güzel'den de özür dileyip çekti gitti. Yapamazmış, babası muayene açacakmış ona. Psikoloji okuyordu, ailesinin çevresi de geniş, zenginler de üstelik.
Güzel, dımdızlak kaldı ortada. Ben tek başıma eve çıkmıştım o zaman. Sayesinde okulum bitmiş, bir işim varsa en çok onun emeği vardı üstümde. Hiç lafını bile yapmadım kapımı açtım. Bu arada Can da o eyle olaylarını filan bıraktı ama Güzel aksine bir de bağımsız bir gazeteye girdi. Fikir ayrılıkları yaşadılar çıktı. Parasını da alamadı. Oradaki arkadaşlarıyla beraber ortak bir şeyler yapmaya çalıştılar. Ne yaptıklarını hiç anlamadı.
Komiserim gazete desen değil örgüt desen dilim varmıyor. Anlamadım yani. Ne zaman sorsam "İnsanlık için savaşıyoruz" deyip durdu. Bir gün sinirlendim ben de, dedim, "Hem insanlık hem savaş nasıl oluyor?" Kötü kavga ettik az daha gidiyordu. Uzun bir süre konuşmadık o günden sonra. Çok uzun bir süre hem de. İyice sessizleşti Güzel. Yemek yemiyor, konuşmuyor, konuşmaya çalışıyorum ağzından kelimeler çıkmıyor. Sanki dün annesini kaybetmiş üç yaşındaki çocuk komiserim.
Bir gün geldi dedi, "Ben bu dünya düzenine ayak uyduramıyorum. İnsanlar delirmiş. Tepki-etki-empati diye saçma sapan konuşuyorlar. İnsanlar mermere dönmüş. Ha onun yüreği ha kaldırım taşı. Küçücük çocuğun ölümü üzerinden siyaset yapıyorlar. Adına da 'vicdan' koyuyorlar. Siyasette merhamet olur mu hiç? Herkes kendi bildiğini çok iyi bilir olmuş, bildiğinden de değil he. Diğerlerini de salmış. Sonra diyor ki, SAYGI! Ha siktir oradan. Sen onu dedene sakla. Yanında topla bacaklarını, onun dışında gerisi, onların tercihleri umurunda olmasın artık.
İşine gelince nasıl da bencilsin. Yine yapsana! Dayanamıyorum ben. Sloganlarından, fotoğraflarından, sokak sanatı diye annesini normal hayatına döndüremeyen sözde sanatçılarından. Bıktım!!! Bir planım var. Bir eylem yapacağız ve siz beni öldüreceksiniz. Öleceğimden değil. Ama insanlar beni öldü sanacak. Suçu da devlete atarız. Son sözüm, "Annemin tekrar kendi hayatına dönmesi için ne olur beni sloganlaştırmayın" olacak. İnsanlar hemen gaza geliyor. Bir şeyler anlatabiliriz. Böylece bu huylarından vazgeçerler."
Aynen böyle dedi başkomiserim. Artık gerçekten kafayı yediğine inandım. Haftalarca yalvardı yakardı. Ne ısrarından vazgeçti ne de ben onu ikna edebildim. En sonunda pes ettim. O gün toplandık. Sözde Cumartesi Anneleri içindi. Önden arkadaşları gitti. Kalabalık ortamı sağladılar. Kenan Evren de yeni ölmüştü. İyi denk geldi yani. Bir caz vardı orada.
Tam önünden geçerken oranın sahibinin Suriyeli iki çocuğu tartakladığını gördük. Dileniyorlarmış. Güzel delirdi birden. Ne yapıyorsun ne ediyorsun demeye kalmadan herkes etrafımıza toplandı. Bizim arkadaşlar da tam karşımızda. Polis gelmiş tartışmışlar. Gerçekten bir anda nasıl öyle oldu yani herkes birbirine karıştı anlamadım. Kavga dövüş kim kime vuruyor neden vuruyor ne ben biliyorum ne onlar. Güzel çocukları bir apartman dairesine sakladı o sırada.
Sonra havaya iki el ateş etti. Silahı olduğunu gerçekten bilmiyordum. O ateş açınca polisler de karşılık verdi. Yanda tavşancı vardı. Gerçi mesleklerini bilmiyorum da hani niyet çekiyorsun ya ondan. Hemen koştu tavşanı aldı Güzel eline, panik oldu. Bir el daha ateş edildi. Bizimkiler mi polis mi göremedim. Tavşana geldi. Güzel'in yüzü kan revan. Bir hıçkırmaya başladı, bir çığlık. "Hayvan heriiif" diye bağırmasıyla polisi alnından vurması bir oldu. Güzel tavşanları çok severdi. Belki çocuklardan bile daha çok.
Manyak bir gün zengin olursa tavşanı alıp estetik cerraha götürecekmiş, kendisini ona benzetsin diye. Deli işte. Köyde teyzesinin tavşanları varmış eskiden. Bu yedi yaşında mı ne o zamanlar. Teyzesi önce sevdirmiş sonra yedirmiş. Tavuk sanmış önce sonra o beyaz kırmızı renkli tavşan olduğunu duyunca günlerce ağlamış. Ondan tavşanlara karşı hep bir mahçup hissederdi kendini. Ne zaman yolda tavşan görse bir yarım saatimiz yolun ortasında geçer. Lan dedim bir gün, yeğenini sevmedin böyle. Bu kadar komiserim. Şimdi ne olacak?
- Arkadaşlar seni nezarethaneye götürecek. Mahkeme gününe gelene kadar oradasın üzgünüm. Saladabilirler, cezaevine gönderedebilirler. Ama çok yiyeceğini sanmıyorum. Şimdi çıkıyorum, polis memurları alacaklar seni.
- Komiserim
- Ha
- Tavşanı vuran belli mi?
- Can. Şu nikah masasında Güzel'i bırakan. Aslında o işleri bırakmamış. Parayı tercih etmiş sadece. Bir yandan da Güzel'i kollar dururmuş senelerdir. Artık buna ne kadar kollamak denirse...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder