4 Nisan 2015 Cumartesi

Unutmak Nedir Dila?

Onu o kadar çok seviyordum ki, ilk gördüğümde kekeleyip diyemediği kelimeyi bile hatırlıyordum. "Canım." Canım ne güzel kelimeydi. İçinde hem 'anı' hem de 'can'ı barındırıyordu. Ben de (içimden ama) sana "Ah ulan" demiştim, ne güzel bir kadınsın sen. 

Üç yıldır evliydik ve elimden gelse pencereden bile bakmana izin vermeyecek kadar kıskanıyordum seni. Bunu sana hiç belli etmedim. Etsem giderdin çünkü. Fakat anladım ki, etmemiş olmama rağmen sen yine de gidiyorsun. Evden ayrılmandan bahsetmiyorum. Uzun süredir her gün benden bir adım daha gidiyordun. Öyle yavaş yavaş. Halbuki nasıl da sakınırdım seni herkesten.

Bir keresinde belediye otobüsüne binip babana gidiyorduk (babana hiç 'baba' diyememiştim nedense ondan mı yoksa? Yan, bu gidiyordunların). Saçların koltuğun arkasından sarkıyordu. Güneş de nasıl vuruyor. Zaten güzel olan saçların daha bir parlaktı. Hemen sana belli etmeden kapşonunun içine sakladım onları, kimse görmesin diye. Öyle manyak seviyordum işte seni. 

Ortak bir yaramız vardı seninle. Belki de ondan bu kadar kıyamamalarım sana. Annemiz yoktu bizim. Ondan hiç kulağın delinmemişti senin. Küpen de yoktu. Diyemedim sana ama hep içimde kalmıştır sana küpe alamamak. Minik kulaklarının arkasına aldığın saçların, yüzüne böyle şık mı şık bir hava katardı kesin. İstesen deldirirdin aslında. Ama sen de istememiştin deldirmek. Tanıdığın her kadının annesi deldirmişti kulaklarını çünkü. 

Ama ruhuna sımsıkı sarıldığın en pahalısından bir kıyafet vardı senin. Bilirdim, gözün yükseklerdeydi. Merak ediyorum, şu günlerdir telefonda fingirdeştiğin pezevenk neden seni aramıyor da sen evden arıyordun. Hadi arıyorsun, ibne ödese ya telefon faturasını. Kerhane mi lan bu ev! Fahişenin bile bir fiyatı var. Hangi fahişe hem kendini siktirip hem de para verir. Bizim karı salaktı çünkü.  Madem bir bok yiyorsun bari parasını ye davarın.

Bilim insanıydı bana sanki. Bu orospularla bilim insanları aynı bok bak sana diyeyim. İkisi de hoşlandıkları şeyleri yaptığı için para kazanıyor. Bizim malak karı da kendini buluş filan yapıyor sanıyor. Ama ben de biraz geri zekalıyım. İlk başlarda dedim, üç yıl olmuş. Hatun soğuk davranacak tabii ne sandıydın. Bizden iki yıl önce evlenen askerlik arkadaşım Kazım'a da danıştım. O da aynı şeyi dedi. 

"Evlilik bu Hikmet, olur öyle arada. Hep bu dizilerden ama biliyon mu. Elin yakışıklı çocuklarını koyuyorlar ekrana. Bizim karılar da bir elinde kabak çekirdeği, ağzının suları akıyor. Sonra kilo alıyorlar, hay amına ya. Camış gibi oldu bizim ki. Sikcem ama nereye. Hatunu ters düz edemiyorum ki. Hareket etmekten bir deri bir kemik kaldım."

İşte Kazım böyle demişti. Doğruydu evlilikte arada olurdu böyle şeyler. Bazen sözcüklerin yerini farklı şeyler alırdı. O sözcükler de tozlanmasın diye özenle paketlenerek rafa kaldırılırdı. Ben ilk böyle sanmıştım işte. Ta ki beni karşına alıp itirafta bulunana kadar. Önce gözlerin doldu. Nasıl anlatacağını, söze nasıl başlanması gerektiğini bilememişsin.

İçimden cümleleri döktürmeden alışverişe mi çıkarsam seni dedim. Belki susardın. İşe yaramışlığı vardı çünkü. Olmasa da sen bilirdin işini. Ne zaman sokağa çıksak, kendimizi en pahalı caddelerde bulurduk. Senin gözlerini süze süze baktığın buruk bakışların, gün sonunda cebimi delerdi. Boş ver be, sana değerdi.

Ben aklımdan bunları geçirip saçmalarken, sen çoktan girmiştin bile konuya. Önce hiç istememişsin. Kaç kere demişsin, "Çıkma karşıma bir daha. Evliyim ben!." Eksik bir şeyler anlattığına o kadar emindim ki. Yine de salağa yattım. Evliyim ben dedikten sonra içinin aslında nasıl kıpır kıpır olduğunu bana diyemezdin tabi. Sonra anlamadan olayın içinde bulmuşsun kendini. Çok ağlamışsın, geceleri uyuyamaz olmuşsun vicdan azabından. 

Yav he he. Geceleri iki bacağının arasında giren siktendir o. Bize gelince neden yorgun olduğun şimdi anlaşıldı. Bir de gözlerini anlatırken dolu dolu yapmıyor mu böyle. İnsanız biz de, ne yapayım bu kadar şey anlatmana rağmen hala seviyordum seni. Yine işini biliyorsun değil mi zilli. Ağlamanın bir insanı olduğundan daha hızlı sevdirdiği gerçeğini daha çocukken öğrenmiştik hepimiz.

Hala devam ediyordun anlatmaya. Artık duymak istemiyordum. Ayrıntıları duymak her zaman güzel bir şey değildi. Görmek ise hepten ızdırap. Allah'tan yakalamamıştım sizi. Burnuma kokun da geliyor hay aksi. Hemen hayal kurmaya başladım. Seni dinlermiş gibi de yapıyorum ama bir yandan. Ne zaman zor durumda kalsam, hemen hayal kurarım ben. Çocukluğuma gittim bir. Babam geldi aklıma. Suratı hep iğretiydi bu adamın. Sonra güldüğünü görüyorum. Bir mutlu oluyorum sorma.

Bir sıcaklık geliyor ardından. Bakıyorum elimi tutuyorsun. "Affet beni" diyorsun bana. Öyle acemice kırmıştın ki kalbimi. Paramparça yapmayı bile becerememiştin. Dedim ya hala seviyorum seni. Böyle saçma dağıtmışsın yüreğimi. Toparlamaya kalksam aslında olacak o iş. Elekten geçen un gibi değil çünkü. Ama toparladığımda da kalpten çok her şeye benzeyen garip bir organ bıraktın bana.

"Unutursun sen de" dedin sonra bana. Şöyle bir baktım sana, son defa...

- Unutmak nedir Dila?

- Unutmak...unutmaktır işte ne bileyim.

- Unutmak, yanmadan affettiren bir yangın başlatmaktır Dila. Hadi siktir git şimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder