"Bir ben miyim bu kadar az
Bu yoksulluktur
Ne haram yedim ne eğildim
Bu yalnızlıktır
Ya çok sevdim unutuldum
Ya birinde çok şey buldum
Bir gecede aşka durdum
Ağlama gönlüm
Gönlüm ağlama
İnsan diyorlar aslıma
Aslımız topraktır
Bu gönül bir aşktan anlar
Ömrüm bir seraptır
Ne doğruyum ne de eğri
Yaşadığım nereden belli
Bu garipliğim az şey mi
Ağlama gönlüm gönlüm ağlama"
Bu sabah dilime takıldı. Nazan Öncel ne de güzel söylemiş. Bu ara etrafımda iki çeşit insan var. Her iki kesimde aynı duruma hizmet ediyor. Bir taraf fazlaca söz veriyor. Sürekli iki lafından biri söz vermek üzerine. Diğerleri de hep dertli hep hüzünlü. İnsanoğlu kederi sever, bahar da gelse yaz da gelse içimiz hep bir "Hoşça kal ülkesi" çünkü. Benim hayıflandığım nokta bu kadar elemli kederliysen madem, ne herkesin diline dolandırırsın?
Bir sırrı herkese yaymak demek (kendi sırrından kendi dilinden bahsediyorum), vicdanını rahatlatmak demektir. Söz vermeler de böyle. Ha dersen ki, "Derdim büyüktür, paylaştıkça azalsın isterim", işte orada ihtiyacın olan sen anlatmadan seni anlayan iki çift göz ve ruhuna teselli ilacı olan bir tek omuzdur. Dostun yoksa taşa anlat, ağaç bul kavuk aç ona bağır. Yüksek sesle haykır içinden geçenleri, kirlilerini, dilinin varmadıklarını ve günahlarını...
"Doubt" diye şahane bir film izlemiştim. Orada kadın genç bir kıza iftira atıp, papazdan günah çıkartmak için yardım istiyordu. Papaz da kendisini bir çatıya gönderdi. Bir kuş tüyü yastık al dedi ona. Delik deşik et ve sal semaya. Kadın dediklerini yaptı, affedilecek sandı. Papaz bu sefer o tüyleri git şimdi topla dedi. Dağılmıştı tüm tüyler, savrulmuştu hepsi, biraz yağmurdan biraz rüzgardan. İşte dedi papaz, dedikodu da böyle bir şeydir. Bir kere dağıldı mı daha da toparlayamazsın.
Şimdi insanlar ne yapıyor biliyor musun? Hem arkasından konuşuyor hem de yüzüne söylüyor. Bunun adını da dürüstlük koyuyor. Doğru insan böyle olmalıydı çünkü. Dedikodusunu yapardı ama yüzüne de demekten çekinmezdi. Güzel huy ne demek bilir misin sen. Güzellik, evlat sevmek gibidir. Yaramazlık yapınca kızan hatta cezalandıran ama başkasının asla elini bile kaldıramayacağı.
İnsan dediğin değer verdiğine de böyle davranmalı. Bağırmalı, çağırmalı, küfretmeli gerekirse ama ortalık yerde onu savunmalı. Hoş değer denilen şey de menfaat işi artık. Ne kadar verirsen o kadar istiyorsun. Asıl manasını kaybedince anlıyorsun. Bu da değerin anlamını kavrayamayacak kadar bilinçsiz ya da ne kadar güzel bir duygu olduğunu göremeyecek kadar kör olmak demek.
Bir diğeri de, "Kaç" diyor. Kaçan her zaman kovalanırdı ya da siken sevilir sevilen sikilirdi. İnsan gerçekten aşkı bulmuşsa eğer ama karşılıklı ama karşılıksız, beklemeyi bilmeli. Kaçmak korkakların işi. Kendine güvenmeyen kaçar. Sen bekle, ömür bu. Belki 20 sene belki 2 dakika sürmeyecek. Sevmezse senelerim ziyan olur da deme.
Hakiki bir aşık bunun hesabını yapmaz. Millet olmuş vicdan muhasebesi, sen gönlüne düşen bu duyguya sıkıca sarıl. Sevmezse kısmına takılma, "Ya severse" de. Baktın başkasıyla mutlu olmuş sonradan. Kendi hayalinin bir başkasında gerçekleşmesine tebessüm et. Eyvallah deyip istersen yoluna bak.
Hakiki bir aşık bunun hesabını yapmaz. Millet olmuş vicdan muhasebesi, sen gönlüne düşen bu duyguya sıkıca sarıl. Sevmezse kısmına takılma, "Ya severse" de. Baktın başkasıyla mutlu olmuş sonradan. Kendi hayalinin bir başkasında gerçekleşmesine tebessüm et. Eyvallah deyip istersen yoluna bak.