22 Haziran 2014 Pazar

Kimse "Neden?" diye sormadı

Tam 6 yıldır her günüm aynı geçiyor. Görme engelli birinden farkım yoktu aslında. O sadece siyaha alışmış ben dört duvara. İlla ki bir renk vermek gerekirse gridir herhalde tonu. Geçtiğim koridorlar, gidip geldiğim bahçe, her hafta beklediğim ama hiç gelmeyen ziyaretçilerim, özlemlerim, düşlerim, yollanmayan mektuplarım, hayallerim... Bugün daha farklı, diğer günlerden ayıran özgürleşeceğim zamanlar. Birkaç saat sonra veda edeceğim bir hapishane. Gerçekten de mapus yata yata bitti en sonunda. 

Nasıl desem öyle farklı bir hayat ki buradaki, han anlatsam ben utanacağım. Tecavüze, tacize uğramak bir insana belli bir süreden sonra ne kadar normal gelebilir? "Sen hiç en azından orospu olsaydım yattıktan sonra denizi görür kendime gelirdim" dedin mi hiç? Ya da bir parka otururdum, düşe kalka büyüyen çocukların en büyük derdinin kanayan dizleri olduğunu, ne bilim orospu da olsam 3-5 dostum olurdu herhalde. Becerildikten sonra ağlanacak halimize gülüp br rakı sofrası kurardık kendimize Müslüm Gürses de patlattık mı...

Çektiğim ceza yetmiyormuş gibi bir de gardiyanıydı, müdürüydü ağız kokularını çekmek. Bazen bir sigara bazen de bir esrar için yapardım bunu. Utanıyor muydun diye sorarsan yahu cinayet işlemişim, ben kızımı öldürmüşüm henüz 6 yaşındayken daha neyine utanayım yaptıklarımdan. O  gece aklıma geldiğinde unutmak içn her türlü ahlaksızlığı yapabilecek haldeyim. "Hadi yarın özgürsün zilli" diyen gardiyan Halil'in o yüzüme bakarken ki "hadi son defa" tavrı hayatım boyunca unutamayacağım ve bundan sonra yaşayacaklarımın ifadesiydi aslında.

Özgürlük derken? Yani ne bekliyorsun ki! İş bulup hayatıma sıfırdan mı başlayacağım? Yine aşık olup ikinci bahar mıydı beni bekleyen? Belki bir kız evlat daha doğururum ha, kaybettiğimin yerine sonra hayat onun da canını almama neden olur. Hayat işte... Arafta kalır gibi ne cehennem, ne dünya, ne cennet. Onlar da var mı bilmiyorum. Tanrı varsa onun da bizi cezalandırdığı kesindi. Orada unutulmuştuk çünkü, eskiden namaz kılarken beni severdi sanki. Ne bileyim istediklerim daha kolay gerçekleşiyordu ya da bana öyle geliyordu.  

Vakit geldi, güneşe farklı bakmanın, eksoz dumanı duymanın, kalabalığa karışmanın zamanı şimdi. Dışarı çıktığım an ilk hissettiğim şey korkuydu. Kapının önündeki askeri öldürüp tekrar içeri  girmek istedim. Yok gerçekten istedim daha ki beni bekleyen eski dostu gördükten sonra. Önce hayal sandım, sonra rüya çok gelmesini dilediğim için gerçekle düş karıştı sandım bir an. İnsan içerideyken bu duruma çok alışıyor. 


Seneler önce izlediğim "Yol" diye bir film vardı. "Şuna bak katil gibi çıkmışım fotoğrafta" diyordu çocuk. Yanındaki "senin suçun ne idi?" diye sorunca "cinayetten" deyip gülememek idi benim sorunum. Herkes suçladı, ailem evlatlıktan reddetti. Eski eşim kendi kabahatine bakmadan "işte bu katil olduğu için kaçıp gittim evden" diye kendince rahatlattı olmayan vicdanını. Başka kadına aşık olmasını kaldırabilirdim ama verem olan kızımla beraber bizi yapayalnız bırakmasını, evladımın her babasını sorduğunda farklı yalanlarla karşılık inanmayışımızı asla unutamazdım. 

Eğer bu hayatta çok kötü bir şey yaparsanız bu etrafınızdakilerin aklanmasına neden olur. Ben cinayet işlemişim o hak yemiş. Ben suçuma bakıp "dünyada neler var, benim yaptığımda ne ki!" diyecek o kadar insan var ki şu dünyada. İlla komik olan bir şey varsa o da bu olayın duyulduğu andan bu yana kimsenin "neden?" diye sormamasıydı.


- Meltem, geçmiş olsun

- Sağ ol, neden geldiğini sorabilir miyim

- Yaanii düşündüm ki seni karşılayacak biri olsun. Biliyorum kendince kızgınlıkların var. Böyle ayaküstü olmaz. Bir yerlere gidip biraz dertleşelim.

- İnci bunun için 6 yıl geç kalmadın mı sence de. İşin düşmüş ondan dertleşmekten konuya usul usul girer gibisin. Pekala konuşalım.

- Deniz kıyısı olsun gideceğiz yer. Kokusunu genizlerime kadar çekmek istiyorum.

- Peki

- Çay bahçesine benzeyen nazik bir kafeye oturduk. Tahta masanın üzerinde düşen susamlara bakarken dalıyorum öylesine. İnci'nin "Meltem" demesiyle yerimden sıçrıyorum.

- Ha dalmışım. Eee anlat, neler yaptın bunca sene. Hayat seni yeterince memnun kıldı mı?

- Kıldı aslında mutluyum. Biraz tekdüze ama yani kötü olmaktansa. Sen?

- Bilmem. Genel bir iyilik hali değil ama diğer günlere göre bakılırsa daha iyi olduğu söylenebilir. 

- Aslında birçok defa gelmeyi düşündüm yanına. Ama işte sonradan nasıl desem olmadı.

- Yeterince istememişsindir de ondan.

- Yani tabii keşke öyle olmasaydı.

- Neden yaptığımı merak ediyorsun değil mi hala?

- Şimdi konuşmak zorunda değilsin. Daha zamanımız var. Şimdi bize geçeriz, şöyle güzel bir duş alır kendine gelirsin. Bir de güzel uyku çekti mi

- Evine bir katil alacaksın. İki çocuğun var. Korkmuyor musun onları da öldürmemden.

- Meltem ne diyorsun ne korkması. Bak her şey çok güzel olacak.

- Ben otee gideceğim bir yandan da iş bakacağım simitler için sağ ol.

- Dur bir dakika nereye?

- Ne duymak istiyorsun Meltem. Kızım verem olmuştu. Küçücük bedeninde her gün kan kusuyordu. Sizden ne para istedim ne yardımınızı. Cüzam hastasıymış gibi yaklaştınız kızıma. Önce Rıdvan terk etti bizi. Kızına bakarken iğreniyordu. Tek başıma mücadele etmekten hiç yorulmadım. Her gün gülümseyerek uyandım belki bugün güzel bir haber alırım umuduyla. Bir gün yalvardı bana evladım


"Anne ölmek istiyorum artık". Doktorların yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Canı o kadar yanıyordu ki. Yemek yiyemiyor, konuşamıyor sanki bir şey söylemeye kalksa her an cezalandırılacakmış gibi kusmaktan korkuyordu. Önce gözlerimi kapadım.

- İnci tamam sus

- Ne oldu? Pek bir hevesli gelmiştin. Meraktan çatlıyordun, dinle o zaman bir daha da beni arama.

Bir yastık aldı elime. Böyle bir işkence yok, Tanrım affet ya da etme ben kendimi affetmedikten sonra... Ben ağlıyorum ama onun gözlerinde bir sevinç vardı. Kurtuluyordu artık çünkü. Dinecekti birazdan acısı hiç dayak yememişti ama bilirdi dayak yese de annesi canını yakmazdı asla. Ne güzel bir ölümdü bu onun için. Keşke her ölüm böyle olsaydı. Gözlerini kıstı, aynı bana uyuyormuş gibi yaptığı hallerdeydi. Gözleri titredi öyle yaptığında. 

"Haydi anne"dedi. Bir daha öksürmemesi için acele etmemi istiyordu. Hastane yastıklarında birini geçirdim elime. "O değil" dedi. Eliyle işaret ederek "bu". En sevdiği çizgi kahramanların resmiyle bezeli mevresimi olan yastığı istiyordu. Sonrasını hatırlamıyordum. Kendimin farkına vardığımda bir polis arabasının içindeyim. O günden kalan kolumdaki tırnak iziydi.

Canı yanmış mıydı acaba çok aklımda hep bu soru. Ölüsünü bile göremedim, mezarına gideyim öyle atın nereye atacaksanız dedim dinleyen bile olmadı. Madem buraya kadar geldin beni kızımın mezarına götür.

- Peki, gel.

Taksi bilmediğim garip bir mezarlığın başında bıraktı bizi. Bir toprak yığını gösterdi bana. Hani ne bekliyordum ki zaten ben de bilmiyorum ama öyle işte garip. Nefret etmişimdir zaten bu mantığa. Güzel bir bedenin bu kara toprağın içinde ne işi vardı ki. Ah benim meleğim ah benim kuzum ah benim canım. Minik ellerini bu toprakların içinde ben mi çürüttüm. Özür dilerim, konuş benimle. Affettiğini söyle, söyle ki içimdeki yangın sönsün artık. Yok üzülme ama annen alıştı bu yangına sadece rahat olduğunu bileyim.

Ne? Gerçekten bilmek istiyorsam yanına mı gelmeliyim. Uzatsana minik ellerini bak yağmur yağıyor. Geliyorum kızım

- İnci ne yapıyorsun? O silah nereden çıktı, dur Allah aşkına

- Git buradan

- Kardeşim yapma ne olur dur

Bir el silah sesi duyuldu, kuşlar havalandı, yağmur dindi, gök kuşağı belirdi. Belki başka bir yerlerde başka insanlar öldü, belki birileri doğdu. HAYAT HER YANIYLA YİNE DE "DEVAM" DEDİ...

























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder