21 Nisan 2013 Pazar

Vakitsiz ölümler Tanrı ile aramı açar benim


Uzun süredir her günüm aynı idi. Bir gün önceden farkı; dünün yemeği yoktu sofrada, haberler daha iç karartıcıydı. Akşam oluyordu aynı tonda batıyordu güneş yine. 

Müzik dinliyordum, sesini açmıştım. Severim yüksek sesi, sanki tüm dünyayı susturuyormuş gibi. Bilmem ne dinliyordum. Jehan Barbur idi sanırım, belki de son zamanlarda fazla takıldığım Luxus grubuydu.

Telefon çaldı, önce duyamadım. Uzun uzun çalınca yetiştim. Bir kere daha böyle olmuştu. Son anda bakmıştım. Bir telefon uzun uzun çalıyorsa sakin olmalı, sonradan öğrendim.

Annem, "geç kalacağm siz yiyin" dedi. Bilindik bir cümle idi. Bazen gecikirdi, trafik, mesai derken akşam yemeğine yetişemediği olmuştu. Farklıydı bu sefer nedeni. 'Enişten' diye başladı konuşmaya. "Kalp krizi geçirmiş" dedi. Nasıl? Kalp krizi? Ses kesildi, kapandı telefon. Bekledim ama çok değil. Sonra bir telefon daha geldi.

Bu sefer uzun uzun çalmadı, fırsat vermedim açtım hemen. Babamdı, "duydun mu?" dedi. "Evet" dedim. "Kritik mi durumu?". "Ölmüş" dedi. Ölmüş, ölmüş, ölmüş, müş, müş...

Vakitsiz ölümler, Tanrı ile aramı açar benim. Kızarım, sorgularım, 'neden?' diye sorarım. Ne giden gelir ne de bu dediklerimin yanıtını bulurum. "Sırasıyla" diyorlar ama ben bundan hep, "yaşlanınca ölür insan" gibi saçma sapan anlamlar çıkartıyorum. Hani yaşlandı, anne-baba oldu, çocuklarının evliliğini gördü, torunlarını bile gördü. Ve dünya düzeni nedeniyle artık gitmesi gereken yere gitti. Bu işte bu kadar, daha fazlası değil.

Gencecik yaşta ölmek değil, iki evladını babasız bırakmak değil, karısını 'tek başına yaşayacaksın artık' demek değil. Bunların hiçbiri değil benim anladıklarım. Gerçek acı da, bu yakıyor insanı. Unutturmuyor, alıştırıyor. Ama en ufak bir hatırada önüne koyuveriyor, öyle ukala ukala. Her şeyin bir çaresi vardı hani? 

Ölümü neden hesaba katmıyorsunuz? Ben daha bu gerçeği kaldıramamış iken iki minikten nasıl beklenir bu gerçeğin kaldırılması? Gencecik yaşta yol arkadaşını kaybeden bir kadın görüyorum, anne yarımı görüyorum, elinde kocasının kazağını koklaya koklaya ağlayan bir anne görüyorum...

İnsan böyle anlarda yerin dibine gireyim de çıkmayayım istiyor. Öyle yetersizsin ki, dünyanın en gereksiz insanı gibisin. Konuşamıyorsun, sen de ağlıyorsun, ağzından bir kelime çıksın da iyileşsin istiyorsun. Ne o kelime? Başımız sağ olsun mu? Güçlü ol mu? Unutacaksın mı? Düşünüyorum, düşüyorum artık düşünmekten öte beynimi kemiriyorum. Belki içinden bir şey çıkar. 

Hani bir fikir, bir şeyler yapılır. Ölen geri gelmez de hemen yaz gelse mesela. Babalar günü geçse hatta yazdan da öte gidelim. Bir iki yıl geçse, şu ilk bayramları atlatsak. İlk ölüm günü de geçsin ama. Sürekli aynı şeyleri söyleyip ağlayan bir kadın gördüm çünkü ben. "Ceyda, biliyor musun, bugün hem onun doğum günü hem evlilik yıl dönümümüz hem de ölüm günü" Öyle bakıyorsun yüzüne, ey zaman geç ne olur geç. Ben dayanamıyorum o iki masum için geç.

Çok duyardım adını da görmek nasip olmamıştı. "Musalla taşı" diyorlar. Gencecik bir beden uzanmış, gitmeyi bekliyor. Son kez bakıyorlar, orada işte iyice anlıyorsun bir daha hayatında böyle birinin olmayacağını. Gitti, baktım. Bembeyaz bir yüz ama gülümsüyor. Memnun seferinden belli. Öptüm, buz gibi. Hani insanın, "donmuş bu battaniye getirin" diyesi geliyor da öyle işte susuyorsun. 

Babası yaşında aynı nedenden öldü eniştem. Onun da bir kız kardeşi var. Aynı kendi evlatları yaşında o da babasız kalmış. Nasıl bir kısır döngüdür ki bu? Ben sevmiyorum böyle vakitsiz ölümleri. Vakitsiz ölüm, geride kalanları eksiltir. Eksik bir yaşam verir senin o "kalanlar sağ olsun" dediklerin. Mezuniyeti, düğünü, anne-baba olacağı zamanları hep bir kişi eksik olarak geçirmek...Zor be çok zor

Eskiden ne zaman canım sıkılsa "Ne ağlarsın Zülfü Siyahım" türküsünü dinlerdim. Bu aralar artık kaç kere dinledim ben de bilmiyorum ama epeyce diyebilirim. Bir insan kaç defa aynı şarkıyı dinler? Hadi dinler de her defasında gözleri dolar mı bir insanın? Dolarmış dolarmış da taşarmış. 


  






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder