Gece bitti, güneş açtı. Kış bitti, bahar geldi. Başım değil beynim ağrıyor. Kuş cıvıltıları, çiçek açan ağaçlar, artan insan sesleri hep bu zamanlarda kendini gösteriyor. En sevmediğim zamanlar işte. Şimdi havalarda ısınmaya başlayacak. Ne çaydan ne kahveden tat alabileceğim. Bu anların tek sevdiğim tarafı soğuk bira.
Oysa sonbahar, kış öyle mi. Kahvemi alır, yağan yağmur eşliğinde filmimi izlerim. Perdeleri açarım, hava zaten soluktur sonbaharda. Yağmur damlaları şıp şıp pencereme tıklarken bir şarkı açarım. (en sakininden) Yağmurun sesi, insan sesini bastırır o vakitler. Zaten yağmurdan kaçmaya çalıştıklarından pek sesleri de duyulmaz. Yağmur sanki bayılıyor onlara.
Gökten nimet yağar da kimse fark etmez. Islanınca ne oluyorsa artık bir ben miyim deli gibi yağmurun altında bekleyen? Ama işte şimdi bahar da geldi, sonra yaz denen illet mevsim. Hala yataktayım, sanki yatak beni içine çekiyor gibi. Ben kalkmaya çalıştıkça o geri geri alıyor beni.
Uykum olduğundan değil aslında. Zaten sabahın köründe başlayan gürültüyle nerede uyuyacaksın. Aç da değilim, olsam da ne yiyeceğim? Bu sıcakta taze börek de çekilmiyor. Böreksiz kahvaltı mı olur? Ah annem yaşasaydı rahmetli, bak onunkini yer idim.
Artık kalkmam lazım. Bir an önce şu doktor mudur neyse işte görüşmem gerekiyor. Hayatım boyunca psikologlarla dalga geçen, meslekten bile saymayan ben ellerine düştüm iyi mi. Her şey, hayatta kalmama sebep olan kızım için. Ona söz verdim. Doğduğu günden beri hiç iyi bir baba olamadım. Ne ona ne de annesine söylemedim ama bir çocuğum olmasını da hiç istememiştim zaten.
Doğduğunda hemşire elime verecekti, hiç unutmuyorum kaçıp bir bira alıp içmiştim. Kendime gelemedim o sırada. Babalığın sorumluluğu ağır geldi bir an için. Hani diyorlar ya, "doğduğunda ilk eline aldığın an, insan değişiyor." Yok ben öyle olmadım. Kızımı büyüdükçe sevdim. 2-3 yaşlarında, sevmeye yeni yeni başlamıştım.
Kızımı seviyordum ama sevmek yetmiyordu. Annesiyle kavgalarım, alkole düşkünlüğüm, ilgisizliğim beni sorumsuz bir baba haline getirdi. Kızım İrem, büyümeye başlayınca doğru yanlışı da ayırt etmeye başladı. Bana kızıyordu, çok düşkündü ama kırgındı. Şimdi 10 yaşında, bilmiyorum benim ilgisizliğimden mi yoksa zamane çocukları hep mi böyle ama olgun bir kız oldu.
Bir gün beni karşısına aldı. "Babacığım senden bir şey isteyeceğim" dedi. Bir rahmetli babamı böyle ciddiye almışımdır herhalde. Korkudan mı ne, babam başladı mı konuşmaya ayağa kalkardım. Ne isteyecekti ki benden bu küçücük kız. Doğru düzgün babalık da yapmamıştım. Neredeyse "emrin olur" diyecektim.
- Elbette bir tanem, ne oldu? Bir sorun mu var?
- Yok değil de. Aslında var. Baba, sorun sensin. Annem de ben de çok üzülüyoruz bu haline. Çok fazla içiyorsun. Eskiden de içerdin ama şimdi beni görmüyorsun.
- Kızım olur mu hiç öyle şey. Ben seni nasıl görmem. Babanım ben senin. Annenle olan sorunlarımızı mı dert ediniyorsun?
- Baba, ben kaça gidiyorum?
- Nasıl bir soru bu böyle? İlk okula gidiyorsun işte
- Kaçıncı sınıf ama?
- Şey...İşte 5'e geçtin bu sene
Kocaman kara gözleri doldu bu cümleyi söyleyince. Minicik elleriyle yüzüme dokundu. Baba, "3'e yeni geçtim" dedi.
- Bak ben sana kızmıyorum ama sadece denesen. Annemle araştırdık. Psikoloğa gitsen de yeter. "Sana hastaneye yat" diyen de yok. İstersen yatarsın da. Her gün ziyaret ederim seni.
- Bu kadar çok mu istiyorsun bunu?
- Evet, çok
Bu sohbetin ardından işte şimdi yoldayım. Küçücük kızın yaptıklarına bak sen. İşe yarar mı bilmiyorum gerçi ama söz verdim bir kere. Gidip göreceğiz, konuşacağız. Sanırım ilk defa elle tutulur bir işe giriştim.
- Merhabalar, ben Aydın Tüzün. Melda hanımla randevum vardı.
- Biraz bekleteceğim. Buyrun lütfen, Melda hanımın hastası var. Birazdan sizi alacağız.
Beş dakika sonra Melda hanımın odasına girdim. Boydan boya bembeyazdı oda. İnsanın içini ferahlatıyordu. Gerginlğim geçmiş gibiydi. Melda hanım da orta yaşlarda, sarışın, güler yüzlü bir kadındı. Şimdilik her şey güzel gibiydi.
- Aydın bey, hoşgeldiniz. Oturun lütfen.
- Merhaba, teşekkürler. Sanırım mevzuyu biliyorsunuz. Eşim aracı olmuş, ben de gelip görüşmek istedim. İşe yarar umarım
- Evet. Eşiniz Pelin hanımla geçen hafta görüştük. Alkol sorununuzdan bahsetti biraz. Öncelikle sizin bu bağımlılığı bırakma isteğiniz olmalı tabi. Ama ben bir de sizden dinlemek isterim. Neden bırakmaya karar verdiniz mesela?
- Kızım öyle istedi çünkü
- Siz?
- Yani elbette ben de istiyorum tabi ki
- Alkole kaç yaşında başladınız?
- Hım... Epeyce zaman oldu desek. Tam hatırlayamıyorum ama lise çağlarında diyebilirim.
- Bağımlılık hali hangi zaman diliminde oldu?
- Bilmem. Zaman hesabını tutmadım hiç
- Aslında şunu öğrenmek istiyorum. Ben de alkol kullanan bir insanım. Ama her şeyin fazlası zarar misali, siz neden bu kadar çok tüketiyorsunuz? Mutsuzluk mu sebebi? Hayat mı? Ya da evlisiniz ama başka bir aşk acısı filan mı? Merak etmeyin burada konuşulan burada kalacaktır. Emin olabilirsiniz.
- Hayır. Karımı seviyorum kendimce. Onun istediği gibi olmasa da seviyorum onu. Nedeni, aslında tam tarif edemiyorum ama kendimi yalnız hissediyorum. Her yerde.
Yanımda kim olursa olsun sanki yoklarmış gibi. Ne konuşmaları dinleyebiliyorum ne de ben anlatmak istiyorum. İnsanlarla ilgilenmiyorum. Zerre kadar ne sorunları ne de dünya umurumda. Savaş mı çıkacak, çıksın bana ne. Ben böyle biri değildim.
Gün geçtikçe daha çok duyarsızlaşıyorum. Vicdanlı bir insan mıyım ondan bile şüpheliyim. Beynim uyuşmuş gibi. Yanımda adam öldürseler bir bakar sonra tekrar bakar yoluma devam ederim. Gamsızlığı sevmeye başladım. İnsan insanı yorar. Beni çok yordular. Daha doğrusu ben kendi kendimi yordum.
Herkes mutsuz, kimse mutluluğunu paylaşmıyor artık. Paylaşan da abartıyor sanki dünyadaki en mutlu insan oymuş gibi. Birkaç ay sonra zaten yine mutsuz oluyor. Mutluluk, kalıcı bir şey değil biliyor musun. Herkes kalıcı olacakmış gibi yaşıyor. Saçma! Ne bu şimdi anı mı değerlendiriyorlar. Bence kendilerini kandırıyorlar. Sonradan üzülmektense hiç mutlu olmamayı tercih ederim.
Gerçek bir şey var şu dünyada. Tek gerçek, o da ölüm. Ben kaybetmekten çok korkuyorum. Kendi gitmese eceliyle gidecek nasılsa. O yüzden herkesi, "bir gün gidecek" duygusuyla severim. Buna karım da kızım da dahil.
Kızım da ölecek bir gün. Ölümün ihtiyarı genci yok ki. Ya benden önce ölürse? Ya da ben ölsem ne olacak? Kendimi çok sevdirirsem çok üzülecek. Alkol, işte bana tüm bunları unutturuyor. Midem ne kadar alırsa o kadar içiyorum.
- İnsanları fazla önemsiyorsunuz
- Artık değil. Ahmet Telli'nin bir lafı vardır: İnsan, yorulur bazen insan olmaktan. Ama alkolü kızım için bırakacağım. Sanırım bu şekilde görüşmelerle olacak bir iş değil. Benim hastanede yatıp tedavi görmem lazım
- Buna sevindim. Bence de en iyisi bu ben de ziyaret edeceğim sizi sık sık. Her şeyin bir orta yolu vardır.
İnsan olmanın da aynı şekilde. Dostunun, annenin, karının ve kızının sorunları olacaktır. Hatta sizinle sorunları olacaktır. Buna duyarlı olmak, üzülmek çok insani bir şey. Fakat fazlası, ne size ne de karşınızdakine iyi gelir. Düşünmek, kafa yormak güzel elbet. Lakin kararında olduğunda bunun faydasını görürsünüz. Daha çok sohbet edeceğiz.
Sizden bir günlük yazmanızı isteyeceğim. "Bu sabah şunu yedim, akşam bu oldu" şeklinde değil. Onları da yazın ama daha çok duygu değişimlerinizi merak ediyorum. Mesela zamanla siz de alkolü aramayacaksınız.
Bu ne zaman nasıl olacak, onu ölçeceğiz. Hem süreci de hızlandırmış oluruz. Siz de kızınıza geri dönersiniz. Eski hayatınıza. İnanın bana seviliyorsunuz. Sizi özleyenler var...
- Teşekkür ederim, her şey için. Kendime geleceğim. Söz verdim, babaların sözü kıymetlidir. Kızımı hayal kırıklığına uğratmayacağım. Eğer bunun üstesinden gelemezsem, kızım bunu hiç unutmayacak. Böyle bir maziyi kızıma yaşatamam. Size iyi günler diliyorum. Görüşmek üzere

