Çocukluğumdan beri vapurları çok seviyorum. Kendimi ne zaman yalnız hissetsem vapura binerim. Özellikle gün batımından sonra. Karanlık çökünce vapurların havası bir başka olur. Sanki onlarda yalnız da arkadaş gibi, eşlik eden yabancı gibi, konuşmadan anlaşabilen iki insan gibi oluruz.
Fırat evlenmişti. Biraz mutluyum biraz da hüzünlü. Ne hakaretler etmişti aynı diğer erkekler gibi. "Hayatımı paramparça ettin" dediğini dün gibi hatırlıyorum. "Tanıdığım tüm hayatlar zaten paramparça. Abartılacak bir şey yok" dediğimde tam tokat atıyordu ki son anda öfkesini bastırdı. Haklıydı, keşke dudağımın kenarını kanatacak kadar sağlam bir tokat atsaydı diye düşündüm.
Babam çok dövdü de erkek arkadaşlarımın bir fiske vurduğunu hatırlamam. Ömrü hayatında benim kadar bencil bir insan görmemiş. Öyle demişti Fırat. Karısı nasıl acaba? Ama bana aşık olma nedenin bu bencilliğim idi. Bunu söylemedim ama yüzüne. Yeterince zayıftın karşımda. Tıpkı diğer harcadığım hayatlar gibi seni de tüketmiştim. İyi ki gittin, gidebildin.
Bazıları senin kadar cesaretli olmadı. Mustafa öldü mesela. Duyduğumda kendime gelmem bir haftamı aldı. Sonra mı? Sonrası koca bir hiçlik. Bencilim ben, nasılsa öleceğiz. Benim yüzümden hayatına son vermen de senin sorunundu aslında. Mustafa'nın ölümüne değil ama ailesinin evlat acısına çok üzülmüştüm. Evet bazen ben de çok üzülebiliyorum.
Yani nasıl anlatılıyor bilemem ama öyle işte. Ben de böyleyim. Elimden, ayağımdan, yüreğimden ya da kalbimden yani sana hangisi lazımsa hiçbir şey gelmiyor. Özellikle insanları kırmak gibi bir hobim yok. Uzaktan baktığımda bu halim bana gerçekten zevk vermiyor. Sadece çok fazla bencilim. Bencilliğin sınırlarını çizmediğin zaman insanın başı sıkışıyor.
Koşuyorum koşuyorum çıkmaz sokaktaki düz beton yığınına çarpıyorum. Canım yanmıyor ama. Burnum bile kanamadan kendimi geriye atıp yere düşüyorum yalnızca. Belkide kendimi biraz açabilseydim karşımdakine... Bir kişi bile olsa yeterdi.
Kocaman kocaman yüklerim var benim. Kalbim ağrıyor bazen, üzerime bir ağırlık çöküyor. Her yer kararıyor sonra. Kör oluyorum. Öyle şehir yaşamının caddelerindeki gibi de olmuyor. Yeşil ışıkta kimse karşıya geçmek için yardım etmiyor bana. Düşüyorum kalkıyorum yine düşüyorum yine kalkıyorum. Yaralarım var yani geçmiyor hemen öyle.
Hiçbirinize anlatamadım... İnsan bir kişiye geç kalır, sonra kimse için acele etmez. Bunu diyemedim hiçbirinize. Despot baba figürü gibi tüm erkeklerimi uykusunda sevdim. Üşümesinler diye üzerlerini örttüm, saçlarını okşadım, horladıklarında yastıklarını düzelttim.
"Biliyor musun, bu elem keder hep bir ağızdan ve hiçbir şeye hiçkimseye değmez" diye kulaklarına fısıldadım. Umarım güzeli yaşamak hepinize kalır. Evlenenler oldu aralarında, çocukları olanlar hatta ikinci üçüncü sonra ölenler de oldu. Benimle beraber çoğunuzun büyüdüğünü düşünüyorum biraz da unutulmayan kadın olduğumu.
İnsanlara neredeyse hem de herkese unutulmak koyar. Oysa ben hepinizin yaşamında silik olmak istedim. "Hımm neydi o kadının adı..." Ama hiç de böyle olmadığına eminim. Adımı duyduğunuz anda tüylerinizi diken diken yapabiliyorum hala. Dönmemi çok beklediniz. Merak etmeyin içiniz rahat olsun ben de bekledim döner diye tek bir kişiyi. Gidenler dönmez ki...
Gerçekten giden dönmez. Ama insan sevince acısını dindirmek için umut etmek istiyor. Farkında olmadan da acımızı daha çok deşiyoruz. Sonradan biraz geç olsa da öyle olmadığını fark ediyoruz. Yine yine yapıyoruz aynı şeyleri ama.
Hepimizin yaşamları birbirini tekrar ediyor. Mekanlar ve isimler değişebiliyor. Hatta bazen onlar bile aynı kalabiliyor. Milyonlarca Sinem var örneğin dünyada. Ne güzel bir şarkı o: Dünle beraber gitti cancağım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Benim de beklediğim vardı dönmedi demiştim ya. Bazen kulağınıza bu şarkıyı fısıldardım. "Bana yardım edin" diye haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Ölen gelmiyor galiba. Ben dirilir diye çok bekledim. Belki bir gün, ölümden sonra yaşam var ise o zaman. Belki ama...