22 Mayıs 2016 Pazar

Düşteydim, Gafil Avlandım

Çocukluğumdan beri vapurları çok seviyorum. Kendimi ne zaman yalnız hissetsem vapura binerim. Özellikle gün batımından sonra. Karanlık çökünce vapurların havası bir başka olur. Sanki onlarda yalnız da arkadaş gibi, eşlik eden yabancı gibi, konuşmadan anlaşabilen iki insan gibi oluruz. 

Fırat evlenmişti. Biraz mutluyum biraz da hüzünlü. Ne hakaretler etmişti aynı diğer erkekler gibi. "Hayatımı paramparça ettin" dediğini dün gibi hatırlıyorum. "Tanıdığım tüm hayatlar zaten paramparça. Abartılacak bir şey yok" dediğimde tam tokat atıyordu ki son anda öfkesini bastırdı. Haklıydı, keşke dudağımın kenarını kanatacak kadar sağlam bir tokat atsaydı diye düşündüm. 

Babam çok dövdü de erkek arkadaşlarımın bir fiske vurduğunu hatırlamam. Ömrü hayatında benim kadar bencil bir insan görmemiş. Öyle demişti Fırat. Karısı nasıl acaba? Ama bana aşık olma nedenin bu bencilliğim idi. Bunu söylemedim ama yüzüne. Yeterince zayıftın karşımda. Tıpkı diğer harcadığım hayatlar gibi seni de tüketmiştim. İyi ki gittin, gidebildin. 

Bazıları senin kadar cesaretli olmadı. Mustafa öldü mesela. Duyduğumda kendime gelmem bir haftamı aldı. Sonra mı? Sonrası koca bir hiçlik. Bencilim ben, nasılsa öleceğiz. Benim yüzümden hayatına son vermen de senin sorunundu aslında. Mustafa'nın ölümüne değil ama ailesinin evlat acısına çok üzülmüştüm. Evet bazen ben de çok üzülebiliyorum. 

Yani nasıl anlatılıyor bilemem ama öyle işte. Ben de böyleyim. Elimden, ayağımdan, yüreğimden ya da kalbimden yani sana hangisi lazımsa hiçbir şey gelmiyor. Özellikle insanları kırmak gibi bir hobim yok. Uzaktan baktığımda bu halim bana gerçekten zevk vermiyor. Sadece çok fazla bencilim. Bencilliğin sınırlarını çizmediğin zaman insanın başı sıkışıyor. 

Koşuyorum koşuyorum çıkmaz sokaktaki düz beton yığınına çarpıyorum. Canım yanmıyor ama. Burnum bile kanamadan kendimi geriye atıp yere düşüyorum yalnızca. Belkide kendimi biraz açabilseydim karşımdakine... Bir kişi bile olsa yeterdi. 

Kocaman kocaman yüklerim var benim. Kalbim ağrıyor bazen, üzerime bir ağırlık çöküyor. Her yer kararıyor sonra. Kör oluyorum. Öyle şehir yaşamının caddelerindeki gibi de olmuyor. Yeşil ışıkta kimse karşıya geçmek için yardım etmiyor bana. Düşüyorum kalkıyorum yine düşüyorum yine kalkıyorum. Yaralarım var yani geçmiyor hemen öyle. 

Hiçbirinize anlatamadım... İnsan bir kişiye geç kalır, sonra kimse için acele etmez. Bunu diyemedim hiçbirinize. Despot baba figürü gibi tüm erkeklerimi uykusunda sevdim. Üşümesinler diye üzerlerini örttüm, saçlarını okşadım, horladıklarında yastıklarını düzelttim. 

"Biliyor musun, bu elem keder hep bir ağızdan ve hiçbir şeye hiçkimseye değmez" diye kulaklarına fısıldadım. Umarım güzeli yaşamak hepinize kalır. Evlenenler oldu aralarında, çocukları olanlar hatta ikinci üçüncü sonra ölenler de oldu. Benimle beraber çoğunuzun büyüdüğünü düşünüyorum biraz da unutulmayan kadın olduğumu. 

İnsanlara neredeyse hem de herkese unutulmak koyar. Oysa ben hepinizin yaşamında silik olmak istedim. "Hımm neydi o kadının adı..." Ama hiç de böyle olmadığına eminim. Adımı duyduğunuz anda tüylerinizi diken diken yapabiliyorum hala. Dönmemi çok beklediniz. Merak etmeyin içiniz rahat olsun ben de bekledim döner diye tek bir kişiyi. Gidenler dönmez ki... 

Gerçekten giden dönmez. Ama insan sevince acısını dindirmek için umut etmek istiyor. Farkında olmadan da acımızı daha çok deşiyoruz. Sonradan biraz geç olsa da öyle olmadığını fark ediyoruz. Yine yine yapıyoruz aynı şeyleri ama. 

Hepimizin yaşamları birbirini tekrar ediyor. Mekanlar ve isimler değişebiliyor. Hatta bazen onlar bile aynı kalabiliyor. Milyonlarca Sinem var örneğin dünyada. Ne güzel bir şarkı o: Dünle beraber gitti cancağım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Benim de beklediğim vardı dönmedi demiştim ya. Bazen kulağınıza bu şarkıyı fısıldardım. "Bana yardım edin" diye haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Ölen gelmiyor galiba. Ben dirilir diye çok bekledim. Belki bir gün, ölümden sonra yaşam var ise o zaman. Belki ama...


1 Mayıs 2016 Pazar

Bütünüyle Anlamak Bambaşka Bir Şey

Sıradan biri değilsen sonunda bir şeyler başarmadan insanlar senin deli olduğunu düşüneceklerdir. O başaramayanlardandı. Gülsem teyze bizim mahallenin tabiriyle "Aklı Kıt Gülsüm" idi. Pis, eskimiş yırtık kıyafetleriyle sokaklarda dolaşırdı. Bol küfürlü ağzıyla kimseyle konuşmazdı. 

Kimse konuşmayı da denememişti. Beyaz saçlarının arasındaki siyah telleri sayabilirdiniz. Yaşlanmıştı da artık. Bir meslek değildi ki onunki. Ne zamandır deliydi? Emekli olma yaşı gelmemiş miydi daha? Geçmişini hatırlamıyordu. İnsanların onu görünce yolunu değiştirmeleri Gülsüm teyzeyi daha da yalnız yaptı bu hayatta. 

Yalnız yaptığı yetmezmiş gibi insanlardan nefret eder bir hale de getirdi. Rivayete göre gecenin sonlarına doğru tecavüz eden sarhoşlar, kendisiyle alay eden gençler derken iyice aklını yitirmiş. Kömür karası gözleriyle nasıl güldüğünü merak ederdim. Bir gün evlenme teklifi alacağımı sandığım gecenin hazırlıklarını yapıyordum. 

3 yıllık bir ilişki, şık bir mekan, özel bir buluşma (Ferit öyle bir özenliydi ki o gece ne bileyim kadın aklı ben de öyle sandım). İstanbul'u temelli terk edeceğini söyledi o gece bana Ferit. İlişkimiz mecburen bitiyordu. Bittiğine ilişkin en ufak bir hüzün tanesi göremiyordum gözlerinde. Aksine ışıl ışıl hayallerini gerçekleştireceğinin müjdesini veriyordu. 

Hep bencildi Ferit zaten. Çok şaşırmamak lazımdı. Masadan kalktım, taksiye bindim. Gözlerimden akan rimeller bembeyaz elbisemi kirletmişti. Umurumda da değildi. Taksiden inerken Gülsüm teyzeyi gördüm, kaldırımda oturuyordu. 

Gazeteye sarılmış iki şişe vardı kollarının arasında. Bir sağındakine "Alınma seni de içiyorum işte piçlik yapma", bir solundakine "Allahsız iki saattir dikmiyor muyum seni" diye kavga ediyordu. İstemsiz kahkaha atıvermişim. Bana baktı, tanıyormuş gibi seçmeye çalıştı.

- Mahallemizin avukat hanım kızı da gelmiş. Kim ağlattı seni diyeceğim de. Orospu çocuğunun tekidir kesin.

- Yok ağlamıyorum ben. Ferit de orospu çocuğu değil ayrıca. 

- He he öyledir kesin. İççen mi? Bak bu rakı, adı İsmet. Bu da bira, onun ismi de Osman.

- Teşekkür ederim. Eve geçsem iyi olacak. Size iyi geceler, afiyet olsun.

- Bir şarkı var bildin mi?

"Kadehinde zehir olsa 
Ben içerim bana getir 
Dudakların mühür olsa 
Ben açarım bana getir 

Ağladığın geceleri 
Kalbindeki acıları 
Çekinmeden bana getir 
Sen tükenme beni bitir 

Aşk bağının gülü olda 
Dikenini bana batır 
Bakma canım yandığına 
Sorma benim halim nedir"

- Bu şarkıyı neden bana söylediniz şimdi?

- Şimdi eve gidip yüzüne bakacaksın, acizliğine. Sonra bir duş alırsın, biraz daha ağlar uyursun. Önce kendini iyi hissedersin. Biraz zaman geçecince özlemeye başlarsın. Neden biliyor musun? Sıcağı sıcağına iken acını yaşamaktan kaçtın da ondan. Neden güçlü olmak için bu kadar uğraşıyorsunuz. Sal gitsin be, koyver ağla ne olacak.

Yanına gittim. Kaldırma çömdüm, elindeki birayı bir rakıyı diktim. 

- Oh be rahatladım. O kodumun pezevengi var ya, o ne benci o. Hayatında kendinden başkasını düşünmez. Bekle bile demedi Gülsüm teyze. Peki ben? Salak ben de evlenme teklifi alacağımı sandım biliyor musun? Sabahtan beri hazırlanıyorum. O göt için.

- Aman be ne bozuk ağzın varmış senin de.

- Sinirlendim de azcık.

- Böyle bağırınca da olmaz ama. Saklı gizli tutamıyorsan içindekini gözlerini kapat. Bazı insanları güzel görmek için gözlerini kapalı tutman gerekir. Onu kötü hatırlamanın yararı kime? Beş dakika sonra ölmeyeceğinin sözünü kimse veremez sana. Ama bir sana bir de bana bak. 

Hayatını güzel yaşaman için çok alternatifin var. Bunu bozma, üzülmekten de korkma. Lakin asla nefret etme. Benim geleceğim yok, bu yüzden sürekli günleri hesabını karıştırıyorum. Çoğuna göre de delinin tekiyim.

Gülsüm teyze herhangi bir düşünceye sahip olmayacak denli sarhoştu. Ama bir sonuca varabilecek türde düşünecek kadar da ayıktı ve haklıydı. Ferit bencildi ama çok güzel zamanlarımız oldu. Kendimizce sevdik birbirimizi. Sadece sevgili değil çok yakın arkadaştık da. Birbirimizin üzerinde çok hakkımız vardı düşününce. 

Eksik olan bir şeyler vardı. Geçmişimiz... Biz olmadan önceki yaşantımızı, biz olana kadar geçtiğimiz yollardan haberimiz yoktu. Eğer biri sevmiş ise, geçmişini dosdoğru anlatmalı insan. Doğru olan budur. Birini sevmeden önce öbürlerini kafadan silip atmanın tek yolu bu, aramızdaki herkes çekip gider ve odamızda baş başa kalırız böylece.

Gülsüm teyze geçmişini hatırlamıyordu. Ama ben hatırlıyordum. Herkesin derdi kendine, bedenimdeki şişkinlik için biraz sabır gerek, iyileşmek için bok gerek, gübre yani, yalnızlık gerek. Ertesi gün izin alıp tek başıma tatile çıktım. Yuvamı da unutmadan uzaklara sürekli seyahat etmeliydim. Oradan oraya plansız, zaman kısıtlaması olmadan. 

Dünyanın en temel problemi anlayışsızlıktır. Gerçekte birini anlamak, bütünüyle anlamak bambaşka bir şey. Bu seyahat bana iyi gelecek, Ferit'i de Gülsüm teyzeyi de anlayacağım ve bunun karşılık muhasebesini yapmadan yaşamaya devam edeceğim. Belki de mutluluğun formülü budur. Nasıl olduğunu anlatamam ama bu hiç mutlu olmadım ya da olmayacağım demek değil ki...