20 Eylül 2015 Pazar

Taksi

Önyargı üzerine türlü laflar duyarsınız. "Barış" kelimesini herkesin diline dolaması gibi. Kardeşlik de  olabilir. Dünyada barış, hepimiz kardeşiz, önyargılarını kır. Asla insanlara karşı önyargısı olmadığını söyleyen bir insan bana biraz yalancı gelir. Biraz diyorum çünkü ufak bir yanı henüz bunun bilincinde değil. Yalanına kendisi de inanmış. 

Mesela benim önyargım veliler, hayranlar, öğrenciler ve taksiciler. Ne güvenirim ne de severim bu kesimi. Bu taksiye binmediğim anlamına gelmesin sakın. Zaten sık kullandığımdan sevmiyorum ya. İki gün önce de öyle oldu. İş çıkışı yorgunluğumu iki birayla atmak istedim. O kadar halsizdim ki bir bardakla resmen şişmiştim. Mekandan çıkıp ilk taksiye atlayacağım sırada karşımda onu gördüm. Taksinin kapısını aynı anda açmıştık. 

Birbirimize baktık, geri çekildim. "Taksi senindir" tepkisiydi bu. Birden yağmur yağmaya başladı. İkimizde reflekslerimizin kurbanı olup aynı anda taksiye biniverdik. Taksicinin "Nereye?" sorusuna tek benim sesim çıktı. Göz ucuyla ona baktım, onun da bana baktığını fark edince hemen gözlerimi kaçırdım. Ne oluyordu şimdi? 

- Ne işe yarar bilmiyorum ama özür dilerim.

- Hıh, özür? Seni ne nasıl hatırlıyorum biliyor musun, adını duyduğumda filan değil. "Şimdi ne yeri ne zamanı" her denildiğinde hangi vakit duysam aklıma sen geliyorsun. Düşün aklımda böyle kalmışsın. Yersiz adamsın vesselam.

- Sen de kendi tabularınla insanları yargılamaktan keyif alan bir kadındın. Görüyorum da hala öylesin.

- Ne yani önyargılı mıyım ben? Bunu mu ima ediyorsun?

- Etmiyorum doğrudan yüzüne söylüyorum.

- Önyargılı olduğumu söyleyene bak hele. İnsanların kusurlarıyla alay eden kim acaba?

- İnsanlar değil canım. Senin dar dünyalı arkadaşlarındı onlar. Erkek arkadaşlarına göre karakter değiştiren kadın çevren. Her tatile gittiğimizde birbirimizden sıkıldığımızı itiraf edemediğimizden senin şahane fikrin "Ay Nalanla erkek arkadaşı da gelsin, kalabalık oluruz" deyip, eğlenmeyi gürültüye çeviren arkadaşların.

- Bir kere "Gelmesinler" demedin ama. Birey gibi davransaydın o zaman. Her fikrime katılma çaban kendine olan saygınla ilgili bir sorun. Düşün bu şikayetini yeni öğrendim.

- Biz ona aşık olmak diyoruz. Sen her tartışmamız için arkadaşlarından fikir almak yerine beni anlamaya çalışsaydın durum çok daha farklı olurdu.

(Taksici)

"- Abla geldik

- Devam edin, ben dur diyene kadar istediğiniz yere sürün. Anlaşılan birilerinin kendine gelmesi gerek."

- Ben gayet kendimdeyim. Kendine ait kurduğun bir dünyan var senin. Hiçbir zaman çizgilerinin dışına çıkmak istemedin sen. Fikir dinlemeye bile tahammülün yok. Çünkü her zaman en iyisini sen bilirsin.

- Ben hiçbir zaman böyle bir şey iddia etmedim. Senin bankacı benim de avukat olmama sende her zaman kompleks duygusu yarattı. Edebiyata olan ilgime bile katlanamıyordun. Çevremdeki sohbetlere katılamıyorsun diye arkadaşlarımı çirkin çirkin eleştirmene hiç gerek yok.

- Çok kitap okumak, bir ahlak ölçütü değil. Yoksa tüm şairler insanlık abidesi olurdu. Sen ve senin çevren, bilgiyi hava civa olsun diye götümün kenarının entel diye geçinen gerizekalılarıydı.

- Sözlerine dikkat et.

- İnsanı sert cümleler değil kırıcı kelimeler yaralar. Bağırmakta bir şey yok. Bence sessiz kelime seçimlerin için sen biraz daha dikkatli olmalısın.

- Sen de tehditkar konuşma istersen benimle! Güya özür diledin, konuşma nerelere geldi.

- Yaşanılanların üzerinden seneler geçti. Hala kin duyduğunu düşünmüyorum. Affettim diyebilirdin.

- Seninle ilgili ne varsa sildim attım ben. Şimdi evliyim ve kocamı çok seviyorum. Özrünün herhangi bir kıymeti yok benim için.

- Demek kocanı seviyorsun...Ama şu an benim yanımdasın.

- Ne diyorsun sen be! Senin yanına gelmedim ben, yanında oluyor olmam bu anlamı taşımıyor.

- Bağarma lütfen bu aynı zamanda özeleştiriydi. Çünkü benimde bir kız arkadaşım var.

- Allah kolaylık versin o kıza. Gerçek yüzünü görür yakında.

- Bir yıldır beraberiz, gerçek yüzümden kastın neyse olsa görürdü herhalde. Gördüğünü seviyor o, senin gibi değil.

- Ya sen ne saçmalıyorsun. Bırakıp gittin beni, bir gün ortada hiçbir sorun yokken,"Ben Amerika'ya gidiyorum" dedin. Seninle bir hayat kurmuştuk biz. Yoktan var ettik, sen ideallerin uğruna sildin attın beni.

- Ben seni terk ettim. Eksik anlatıyorsun. Sana benimle gel dedim.

- Gelemeyeceğimi biliyordun.

- Hayır bilmiyordum. sevmediğim huyların vardı ama ben senin cesaretine aşık olmuştum. Hayranlığım vardı sana. Sen resmen bir korkak gibi davrandı. Tutturmuşun bir düzen de düzen diye.

- Ne meraklısınız bırakıp gitmelere. Gemileri yakmak dediğin şey benim 10 yıllık birikimimdi. Boyun eğmelik muhtaçlıklar yaşadım yeri geldi sabahlara kadar uyumadım, ağladım zırladım. Sen üzülme diy hiçbirini sana anlatmadım bile. Ama sen sırf kendi geleceğin için benim hayatımı yok saydın. Hafife alıp sanki gezmeye gider gibi "Benimle Amerika'ya gel" diyebildin.

- Gitme deseydin

- Öyle güzel parlıyordu ki gözlerin. Bana hiç öyle bakmadığını fark edince gitmeni istedim. Yoksa hep kursağında kalacaktı. Beni suçlayacaktın, yüzüme her baktığında kaçırdığın fırsat olarak kalacaktım.

- Haklısın. O yüzden şimdi unutamadığım kadın olarak kaldın. Birkaç sefer haber aldım senden. Sonra kesildi, uzun süredir neredesin ne yapıyorsun bilmiyorum. Bilerek öğrenmek istemedim. Evlenebileceğini biliyordum. Çocuğun  var mı?

- Hamileyim. Yani ben de bugün öğrendim. Kocama da bugün söyleyeceğim.

- O istiyor muydu? Çocuk?

- Emin değilim. Biraz gerginim aslında. İstereyek hamile kalmadım.

- Akıllı kadınsın sen. Gözlerinden bunu anlarsın.

- Hislerim kuvvetli evet. Bu kötü  bir şey. Kavga  etmeden, tartışmadan sürekli kırılıyorsun kendi içinde. Karşındakine de diyemiyorsun, yalan söyleyeceğini bildiğinden kalbin daha fazla hasar alsın istemiyorsun. Pilot biliyor musun. 

O yüzden evlendim biraz da. Kendimle kalmaya izin verecek bir evlilik istiyordum. Aynı zamanda sahiplendiğim de biri olmalıydı. Bir  insanın yanımda sürekli olmasına dayanamıyorum. Senden sonra böyle oldu. Bir daha her şeyimi paylaşacağım bir birliktelik istemedin. Şimdi gelmişsin özür diliyorsun ya, sen beni değiştirdin. Bambaşka  bir benle yaşamak zorunda kaldım. Boş ver unut gitsin nasıl dememi bekliyorsun? Ölene kadar bununla  yaşamak zorunda bıraktın beni.

- Seninle zoru başardık ama uzun süre yerimizde saymaya başlamıştık. Gelecek böyle kurulmaz ki? Bir şeyler sürekli yenilenmeliydi. Amerika'da bambaşka bir hayat bekliyordu bizi.

- Bizi değil seni. Ben çevremden, bakkalımdan, kahvecimden kopamam. Boğulurum oralarda, beni mutsuz ederdi. Ömür boyu aynı eşyalarla yaşayabilirdik. Biz farklı şeyler yapardık. Evlenirdik, seyahat ederdik, çocuk yapardık, sonra ona kardeş derken herkesin hayatı neredeyse böyle. Ha Amerika ha Afrika oraya yerleşince atomu parçalamıyorsun.

Dünyanın neresinde olursan ol her şey aynı işliyor. Ben o gün beni düşündüğüm kadar sevmediğini gördüm. Yanlış anlama hesaplama değil bu sadece yerimi hatırlattın bana. O yerde kalamazdım. Bak seni görmek güzeldi ama artık gitmem lazım. Aynı şeyleri tekrar hatırlamak istemiyor.

- Radyoda ne çalıyor, bak

- Müslüm Gürses, Nilüfer...

"Zamanın eli değdi bize 
Çoktan değişti her şey 
Aynı değiliz ikimiz de 
Zaaflarına bir gece 
Hatalarına bir nilüfer 
Sevgisizliğine bir kalp verdim 
Artık geri ver 
Geri veremezsin aldıklarını 
Artık geri ver 
Geri verilmez hiçbir yanılgı 
Yokluğuma emanet et 
Sende benden kalanları 
Her şeyi al 
Bana beni geri ver 
Bir şansım olsun 
Başka yer, başka zaman 
Sensiz ömrüm olsun"

- Bunu al, ben konuşursam sevimsiz olur belki. Giderken dinle olur mu?

- Müslüm Gürses bu da. Çok dinlerdik seninle rakı sofrası kurup

- Peki...Hoşçakal

- Hoşçakal

"Eğer seni kırdıysam 
Darıl bana 
Ama bir gün beni ararsan 
Bak ruhuna 

Birden gecem tutarsa 
Güneşi çevir bana 
Sevgilim bağışla 
Biraz zor olsa da 

Affet beni akşamüstü 
Gölgem uzarken 
Öğleden sonra affet 
Ne zaman istersen 

Affet beni gece vakti 
Ay doğmuş süzülürken 
Sabaha kalmadan affet 
Tam ayrılık derken 

Çünkü sen çölüme yağmur oldun 
Sen geceme gündüz oldun 
Sen canıma yoldaş oldun 
Sen kışıma yorgan oldun"

6 Eylül 2015 Pazar

Yazamamak

Bir cümle okudum bugün. "Sonunda ne olursa olsun yazın" diyordu. Buna benzer birkaç cümle daha okumuştum. Yazmak üzerine bir sürü şey. Tanıdığım çoğu insan da yazıyordu. En azından şimdi olmasa da hayatının bir döneminde bir şeyler karlamıştı herkes. Ne kağıdı ne kalemi ne de o bilgisayardaki word dosyasını sevebildim. 

Daktiloyla hiç tanışmadım zaten. Ailede başlıyordu aslında her bir şey. Bizimkiler patırdıyı sever. Öyle kavga kıyamet değil. Ne bileyim annemin telefonda konuşması bile bağıra çağıradır. Babam desen kapıyı alacaklı gibi çalmadan giremedi evin kapısından. Kardeşimi sürekli kulaklıkla bangır bangır müzik dinlerken bulurdum. Yani şöyle kendimi dinleyebileceğim bir anım olmadı doğru düzgün. Hatta bir keresinde çok yazmak istedim. Bizim Serap var komşu. 

Yeni taşınmıştı karşımıza. Evli gerçi ama bu yeşil gözlerinden bahsetmeyeceğim anlamına gelmiyor. Ama ne göz, ona ilk gördüğümde gözüme bir şey batırdılar sanki, öyle keskin. Böyle gözleri ben belgesellerde dünyanın öbür ucundaki hayvanlarda gördüm yemin ederim. Neyse o gün dedim yazacağım oğlum. Annem biraz hastalıklı bir kadın. Dünyayı ekstra katlanılmaz hale getirmek için bayağı çaba harcıyor. "Tatile mi çıksak" desen, "Aaayyy nasıııl olcaaaak, ay ben nasıl hazırlayacağım bayramüstü şimdi bavulu, temizliği.." böyle uzar gider mevzu. Tatile çıkana kadar dinlersin annemi. Evham, olayları büyütme, telaş, endişe. Aniden olan her şey tam anneme göre. 

Kardeşim koltukla ayak parmaklarına oje sürmeye kalktı. Eee döktü tabi bizim krem renkli koltuklara. Allah belanı versinden çıktı bizi (evet beni de kattı içine. Hiç de oje sürmemiştim hem de). Sonra olan senin yeşil gözlerine oldu. Anlatamadım, kendim için kendi güzelliğim için yazmak istedim. Hani güzellik gören göze aitmiş ya işte o hesap. Ne yakışırdık birbirimize. 

Tek sorunumuz çift kişilik yatak sıkıntısı olurdu galiba. Pek bir yemeyi seviyoruz. Ben zaten öyleyim de senin de iştahsız olduğunu sanmıyorum. Öyle durmuyorsun yani. Uzun süre göremedim seni. Sonra kocandan boşanıp evi terk ettiğini duydum. Bu altıncı annenden kocanın yanına dönüşünmüş. Dövüp duruyormuş seni. Takılmış kadının birine tam ayrılacakken kocanın babası ikna etmiş seni. Adam varlıklıymış, başka ev tutmuş size. Bizim mahalleye gelme nedeniniz de kocanın o ortamdan uzak kalması içinmiş. Değişmemiş tabi adam, sen de kaçıp gitmişsin bir gece. 

Keşke gözlerini yazabilseydim. Çok denedim ama olmadı. Senin ardından biri girdi hayatıma. Özlem'i nasıl anlatsam sana. Garip böyle, mevsimlik bir kadındı. Mevsime göre şekil alan bir karakteri vardı. Valla bak öyle yani. Bir yıl geçirdim onunla. Aynı olaylara yazın başka kışın başka baharda bambaşka tepki verdiğine şahit oldum. Ayrıldık, yürütemedik. Olmazdı da zaten. 

Bir gün yine yazmayı denedim. Bu sefer de kafamda bir sürü "Onu nasıl etsem bunu nasıl oldursam" diye diye boş ekrana bakmaktan başka bir şey yapmadım. Evet hala yazamadım. Yazı üzerine çok okuyorum. Nasıl yazılır? Başlamak için ne yapmak gerekir? 

John McPhee idi sanırım, "Yazabilecek havaya girene kadar vakit öldürürüm, bütün gün çay yaparım." Üç gün düşündüm üstüne yine de yazamadım ama. Umarım bir gün yazarım. Bu yazdığım mı? 

- Beni duymuyor musun?
- Hayır duymuyorum...demek gibi bir şey