18 Temmuz 2015 Cumartesi

İç Sesler

Bazı anlar vardır içinde insan olmayan ama yüreğini telaşlandıran. İlk bakıştaki etkilenme haline benzer. Ben uzun yolculukları hep buna benzetir. Kalbim kıpır kıpır olur böyle zamanlarda. Bavul hazırlamak sonraya attığım en son şeydir. Bir daha ne zaman gideceğimi bilmediğim o yeri zihnimden silmek istemem. Arada böyle saçma sapan bir anda ya da tam da sana ihtiyacım olduğu dönemde aklıma gelsin ki birilerine dil dökmek zorunda kalmayayım. 

İnsan konuşmaktan yoruluyor bazı bazı. O yüzden önce bilet işini hallederim. Kesinlikle gece saatleri olmalı. Gün batımından sonra hafif serince belki. Sonra şarkılar seçerim kendime. Uzun bir otobüs yolculuğu beni bekliyor. Aslında trenleri daha çok severim. Ama onların bir hasret tarafı vardır. Gitsem de dönsem de hep ağlayasım gelir. Hüzün bana her zaman iyi gelmez. Şu an otobüs olsun istedim. Yolda konuşmayı sevmem ama olur ya erdemli bir amca oturur yanıma.

Dünyada az bulunan cinsten. Benim ilk defa gittiğim yer, onun memleketidir. Çocukluğundan başlar anlamaya, hiçbir kitapta yazmaz anlattıkları. Bak işte o zaman dinlerim o dili. Dinlemelere doyamam da ses etmem lakin beni konuşturmasınlar. Konuşmayı hiç sevmem. Yolculuğun kendince yorucu bir tarafı var zaten bir de sesim beni yormasın. Yol sisli olsun isterim. Çamurlu patikalardan geçelim, sanki ölüme gidiyormuşuz da son anda ıskaladık gibi biraz heyecanı da olsun. 

Yağmur yağsın mutlaka. cama şıp şıp çarpsın ki uyumayayım. Bir kere böyle bir anım olmuştu. Sevgilimin yanına gidiyordum. Öğrenciyim o zamanlar. Özlemiş beni, saat-hava mı dinlerim hemen çıktım evden. Sonra kavga edip ayrıldık. Hayat tuhaf şey, bilseydim gitmezdim. Gece öyle sert geçince varacağınız yer bir kasaba ve mevsimlerden yaz ya da baharsa eğer, sabahıne güneş bir yakar ki insanı sorma. Yere ayak basar basmaz, gökyüzü hayatın kısaca özetini sunar. İşte yaşam bu kadar. 

Ölmediysen her gecenin bir sabahı olduğunu unutma ama buna da alışma gece seni yine bekler. Her tatile bir yaz aşkımı bulma umuduyla başlarım. Ne bileyim filmler, müzikler, kitaplar filan öyle değil mi? O serin tatlı yaz veya bahar akşamlarında insan birinin bakışlarını üzerinde hissetmez mi? Derler ya, havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez başka zaman olsa hayatta etkilenmeyeceğin kadın/adamdan etkileniverirsin o anda işte. O yüzdendir ki kısa sürer zaten yazın aşkı. Bende genelde çocuklar engel olur böyle tatlı kaçamaklara. 

Muhakkak bir çocuk görürüm ama bir hafta ama bir ay, tüm zamanımı ona ayırırım. Kim bilir yaşayacağım kaç hayatı es geçmişimdir. Ne yapayım çok seviyorum çocukları. Sevmeme rağmen anne olmak istemiyorum. Katı bir kural değil bu hayatımda. Korkuyorum sadece. Ona yetemezsem diye, ya anlayamazsam? Çocukları sevmek başka anne olmayı hakkıyla yerine getirmek başka. Hepsi bir yana ya ondan önce ölürsem? 

Yeterince öksüz yetim çocuk varken kendi çocuğumu nasıl annesiz bırakırım. Bu yüzden senelerdir evlat edinmek istiyorum. Ona da yetemem diye daha cesaret edip de gidemedim bir yetimhaneye. insan ne kadar cesur olduğunu sansa da bir yerleri ne kadar tırsak. Ben kafamdaki bu soru işaretleriyle uğraşırken Dalyan'a gelmişim bile. Sazlıklardan havalanan bir bir Muğla beldesi. Fotoğraflarından daha ufak olan küçük bir butik oteldeyim. Çok şirin sayılmasa da temiz bir yer. Farkında olmadan yolculuk yormuş beni. Uzun zamandır uyku problemi çekiyorum aslında. 

Kuan diye bir grup var. İyi geliyorlar bana. Onu açtım uyumuş gitmişim sonra. Uyandığımda saat 17.00'ye geliyordu. Sonra ne oldu biliyor musun, gözlerimdeki çapakları çıkartmak için yüzümü yıkadım. Bundan sonrası basit. Çok basit ya karnım acıktı bir şeyler yemek için restoran aramaya çıktım. Hem gezmiş de olurdum. Bu yani bu kadar. Gezerken karnımın o kadar acıkmadığını fark ettim. Daha doğrusu hemen yemediğim için açlık hissim gitti. Zaten sıcak insanın canı bir şey istemiyor. Buz gibi bira istiyorum. Rakı olsaydı iyiydi de insan iki kelam edecek birini arıyor. 

Şart değil tabi ama yalnızlığımı yüzüme vuruyor ve şu an tatildeyim kendimi kötü hissettirecek her şeyden uzak durmak istiyorum hem de her şeyden. Bir hafta da olsa. Nasılsa döndüğümde kiramı geciktirdiğim için kapıyı daha sert vuran bir ev sahibi, veresiye defterini biraz daha zorlarsak ansiklobedi yapacak bir bakkal ve kendini uzun zamandır buzdolabı gibi hissetmeyen, akranlarının kapısı yiyecekten kapanmıyorken bizimkinin yeni bir tür hayvanla her an karşılaşabileceği gerçeği beni bekliyor. "Tamburuna, kemanına, defineee sen de katıl" diye bir şarkıyla uyanıp barda çalan "Had gel buluşalım köprünü naltında kimseler görmesin" şarkısıyla geceye devam etmek biraz ilginç olmadı değil. 

Sonra onu gördüm. Yeni sipariş vermiştim, içkiden bir yudum bile almadım. Sarhoş olmadığımdan onun 'o' olduğuna eminim. Barıştı o vallahi de o. Hemen önümü döndüm. Biramı içmeye başladım. Çaktırmadan karşımdaki aynadan kendimi süzdüm. Ne kadar berbat görünüyorum. Tatildeyim ama gündüz sere serpe uyuyunca denize giremedim tabi. Süt beyaz tenim maşallah yerli yerinde. Makyajsız soluk ve yüzü gözü şiş bir surat. Sen o kadar adama hayranlık duy bir de tatilde karşılaş tipe gel. Offf bu bedevilik sülalede bir bana mı özgü ya. Bir dakika biri yanıma geliyor. Gölge görüyorum yan profilimden. Hayır şu an değil. Daha fazla içmem lazım.

- Yağmur naber?

- (İyi bok yedin. Sırf sen beğen diye 300 TL verdiğim kırmızı elbisemle yanıma bile yanaşma şimdi gel...) Aaaa Barış, naber yaa, ne işin var burada. Dünya ne kadar küçük (inş cnm yha da de iyice klişeye vur Yağmur afferin sana. Dünya küçükmüş geri zekalı ya)

- Gerçekten öyle. Demek aynı anda izin kullanmışız. Senin yıllık iznin olduğunu bilmiyordum. Aslında tam bir yılım dolmadı haklısın. Ama yaz gelince rica ettim. 2 ay için kalbimi kırmadılar sağ olsunlar. İdare ediyor arkadaşlar. Yeni gelen de işi bayağı öğrendi. Gözüm arkada kalmadı yani. Sen nelere yapıyorsun? Dalyan nereden çıktı? Sen pek Türkiye'yi gezmezsin, malum yurt dışı senden sorulur (Yağmur ne saçmalıyorsun sen ya, adamı resmen sorguya çektin. Şu an var ya iticiliğin tarihini yazıyorsun)

- Olur mu çok gezdim Türkiye'yi de. Gerçi bu seferki biraz farklı. Hem gezmek hem iade-i ziyaret. 

- Nasıl anlamadım?

- Kız arkadaşımın ailesi burada yaşıyor. Daha önce de gelmiştik. Bu defa biraz daha kalabalığız. Kız istemeye geldik yani

- (Kız istemeye geldin de ne sikime buradasın) Ah ne hoş, çok sevindim senin adına. Demek...hım...Gelin hanım kim? Tanıyor muyum?

- Bildiğini sanıyordum. Başak, bizim iletişim koordinatörü

- (Hiç anlamadım ya. Orospu Başak'a bak sen. Hayır salak da o kadın. Tuvalette onu gördün mü sen hiç? Bir şey diyorsun, aynaya  bakarak yanıt veriyor. Kendini süzmekten memelerini yicek bir gün endişe ediyorum). Bilmiyordum ama iyi kadın bulmuşsun. Çok doğru bir tercih gerçekten. Hayal ettim de inanılma yakışırsınız (topukluyla yürüyememesine rağmen ısrarla giriyor ya hayal ettim de, koluna girince inşallah ikiniz de düşersiniz yolun ortasında)

- Sen kiminle geldin?

- Tek geldim aslında erkek arkadaşımla gelecektim de onun işleri çıktı. Yarın burada olacak inşallah (iyi salladın he, bazen kafan çalışıyor)

- Süper. Eee yarın birlikte takılalım. Rakı balık yapacağız bizimkilerle. Siz de gelin, muhabbet olur.

- (Yaaa parayla tutarım birini gelirim artık) Bir gelsin de söz vermeyeyim şimdi. Yorgun olur filan ona sormadan kesin geliriz diyemem.

- Tamam bak bu numaram, yarın yazarım sana ona göre konuşuruz yine olur mu?

- Tabi tabi olur

- Ben kaçtım o zaman, hadi görüşürüz umarım yarın.

- Umarım

Ya ben ne yapacağım şimdi. Cidden adam mı tutsam gerçekten. Yok ya bir de ona mı para vereceğim. Zaten ne işim var orada. Bu ne mazoşistlik. Bile bile acı mı çektireyim kendime

- Bence de uğraşma

- Sen kimsin be. Beni mi dinliyorsun sen?

- Özel bir çabam olmadı şahsen. Yanımdasın, konuşuyorsun diye "Sus bir beynimi siktin" diyeceğime dinlemek daha kibar bir yaklaşım gibi geldi.

- Aman çok marifet sanki bana

- O adamla sen olamazdınız zaten

- Bak sen, nereden belliymiş?

- Saat gecenin 02.00'si hala kafasında güneş gözlüğü olan adamla ne yapacaksın Allah aşkına. Çocuk olma, tuğlanın ötesindeki duvarı görmek için yeterince büyümüş olmalısın. Psikolojini bu kadar etkileyecek kadar adamın büyütleecek bir şeyi yok inan.

- Kimseyi büyüttüğüm filan yok benim bay çok bilmiş

- Ben bayan desem "Bayan değil kadın" diyecek bir kafanız var sizin. Bunu da gayet büyütebilirsin. O kapasite var sende. Çok düşünceliyiz diye geçinip duruyorsunuz da her şeyin ayrıntısına inmekten basit olanı da zora sokuyorsunuz. Bak bunlar hacetteyken gazete okumamanızdan kaynaklanıyor. 

Zihninizi boşaltır, daha geniş bakarsınız olay ve durumlara. Görünmeyen peçeler takıyorsunuz suratınıza. Bir boşluk olmayagörsün hemen yangın yerine çeviriyorsunuz ortalığı. Yahu ne gerek var. Sana bir şey diyeyim mi, tüm bu insanlar hiç bir yere ve her yere ait. Kafanın sakinleşmesine izin ver. Buraya gelmeden önce de buradaydın, ayrıldıktan sonra da burada olacaksın. Gidiyorum ben, daha bir sürü işim var.

- Hey adın ne?

- Bak hala aynı şeyi yapıyorsun. Adımı merak edeceğine anlattıklarımın üzerinde dur biraz. De ki, Ahmet de ki; Mehmet ne fark eder? Diline ne kolay geliyorsa o ismi tak bana. Bu arada adam kazağını omuzlarına atmış. Gerçekten çok itici bir görüntüsü. Yatı olan 60 yaşındaki 18 yaş bağımlısı sübyancı şairlere benziyor. 

5 Temmuz 2015 Pazar

Kırmızı Gözlü Beyaz Tüylüyü Severdi Güzel

- Evet anlat seni dinliyorum. Elimde bir dosya var ve sen bunun aksine hiçbir suçunun olmadığını iddia ediyorsun.

- Çünkü yok! Arkadaşım güzel bir şey yapmak istedi. ilk başta bana da akıl dışı geldi ama sonradan ona destek oldum. Zaten Güzel çok inatçı bir kızdı. Ben yardım etmeseydim de yapacaktı. Onun talihsizliğine geldi. Hesap edemedik bazı şeyleri. Hem böyle bir şey nasıl hesap edilebilir ki. Bir anda olayın içinde bulduk kendimizi.

- Hanımefendi, hesap edemediğiniz olay arkadaşınızın canına mal oldu.

- Farkındayım.

- En baştan tüm detaylarına kadar eksiksiz anlatmanı istiyorum. Hatta Güzel'den de bahset biraz.

- Peki. Güzelle üniversiteden arkadaşız. 5 yılımız beraber geçti. Hazılıktan beri tanırdım onu. Sonra aynı eve çıktık. Hukuk sınavlarında çok yardımını almışımdır. Sayesinde bitti okulum. O zaman tıpta okuyan bir çocukla beraberdi. Çocuk Siirtli, bilmediği şey yok. Tarihi yalayıp yutmuş. Hep derdik, "Sen hukuk okumalıymışın" diye. "Okusam aç kalırdım" derdi o da. Güzel, tarihi, hukuku çok iyi bilir ama çok siyaset yapan biri değildi. Yani gündemi bile gelişigüzel okurdu. Sevgilisi Can da aksine nerede eylem nerede dernek mernek hepsine üye. 

Yalnızca Kürt hakları değil tesettürlüsünden gay protestolarına kadar hepsine katılırdı. Hani şu Türkiye'de 'öteki' dediklerinden. Güzel'in de zamanla algıları değişti tabi. Kaç defa gözaltına alındılar, dayak yediler. Can bir şekilde paçayı sıyırdı da Güzel okuldan atıldı. Ailesi evlatlıktan reddetti sonra onu. Öğretmen anne babası var kızın. Tam Kemalist ikisi de, gözünün  yaşına bakmadılar kızın. Annesiyle yine telefonda görüşüyordu ama zamanla o da kesildi. 

Babası duymuş dövmüş kadıncağızı. Annesi de daha cesaret edememiş aramaya. Güzel de korktu zaten sonra, aramadı bir daha hiç. Can okulunun son senesi Güzelle nikah masasına oturdu. Güzel'in ısrarıyla ama, yani ortada bir evlilik teklifi filan olmadı. Can o gün, nikah günü memura 'hayır' cevabını verdi. Güzel'den de özür dileyip çekti gitti. Yapamazmış, babası muayene açacakmış ona. Psikoloji okuyordu, ailesinin çevresi de geniş, zenginler de üstelik. 

Güzel, dımdızlak kaldı ortada. Ben tek başıma eve çıkmıştım o zaman. Sayesinde okulum bitmiş, bir işim varsa en çok onun emeği vardı üstümde. Hiç lafını bile yapmadım kapımı açtım. Bu arada Can da o eyle olaylarını filan bıraktı ama Güzel aksine bir de bağımsız bir gazeteye girdi. Fikir ayrılıkları yaşadılar çıktı. Parasını da alamadı. Oradaki arkadaşlarıyla beraber ortak bir şeyler yapmaya çalıştılar. Ne yaptıklarını hiç anlamadı. 

Komiserim gazete desen değil örgüt desen dilim varmıyor. Anlamadım yani. Ne zaman sorsam "İnsanlık için savaşıyoruz" deyip durdu. Bir gün sinirlendim ben de, dedim, "Hem insanlık hem savaş nasıl oluyor?" Kötü kavga ettik az daha gidiyordu. Uzun bir süre konuşmadık o günden sonra. Çok uzun bir süre hem de. İyice sessizleşti Güzel. Yemek yemiyor, konuşmuyor, konuşmaya çalışıyorum ağzından kelimeler çıkmıyor. Sanki dün annesini kaybetmiş üç yaşındaki çocuk komiserim.

Bir gün geldi dedi, "Ben bu dünya düzenine ayak uyduramıyorum. İnsanlar delirmiş. Tepki-etki-empati diye saçma sapan konuşuyorlar. İnsanlar mermere dönmüş. Ha onun yüreği ha kaldırım taşı. Küçücük çocuğun ölümü üzerinden siyaset yapıyorlar. Adına da 'vicdan' koyuyorlar. Siyasette merhamet olur mu hiç? Herkes kendi bildiğini çok iyi bilir olmuş, bildiğinden de değil he. Diğerlerini de salmış. Sonra diyor ki, SAYGI! Ha siktir oradan. Sen onu dedene sakla. Yanında topla bacaklarını, onun dışında gerisi, onların tercihleri umurunda olmasın artık. 

İşine gelince nasıl da bencilsin. Yine yapsana! Dayanamıyorum ben. Sloganlarından, fotoğraflarından, sokak sanatı diye annesini normal hayatına döndüremeyen sözde sanatçılarından. Bıktım!!! Bir planım var.  Bir eylem yapacağız ve siz beni öldüreceksiniz. Öleceğimden değil. Ama insanlar beni öldü sanacak. Suçu da devlete atarız. Son sözüm, "Annemin tekrar kendi hayatına dönmesi için ne olur beni sloganlaştırmayın" olacak. İnsanlar hemen gaza geliyor. Bir şeyler anlatabiliriz. Böylece bu huylarından vazgeçerler."

Aynen böyle dedi başkomiserim. Artık gerçekten kafayı yediğine inandım. Haftalarca yalvardı yakardı. Ne ısrarından vazgeçti ne de ben onu ikna edebildim. En sonunda pes ettim. O gün toplandık. Sözde Cumartesi Anneleri içindi. Önden arkadaşları gitti. Kalabalık ortamı sağladılar. Kenan Evren de yeni ölmüştü. İyi denk geldi yani. Bir caz vardı orada. 

Tam önünden geçerken oranın sahibinin Suriyeli iki çocuğu tartakladığını gördük. Dileniyorlarmış. Güzel delirdi birden. Ne yapıyorsun ne ediyorsun demeye kalmadan herkes etrafımıza toplandı. Bizim arkadaşlar da tam karşımızda. Polis gelmiş tartışmışlar. Gerçekten bir anda nasıl öyle oldu yani herkes birbirine karıştı anlamadım. Kavga dövüş kim kime vuruyor neden vuruyor ne ben biliyorum ne onlar. Güzel çocukları bir apartman dairesine sakladı o sırada. 


Sonra havaya iki el ateş etti. Silahı olduğunu gerçekten bilmiyordum. O ateş açınca polisler de karşılık verdi. Yanda tavşancı vardı. Gerçi mesleklerini bilmiyorum da hani niyet çekiyorsun ya ondan. Hemen koştu tavşanı aldı Güzel eline, panik oldu. Bir el daha ateş edildi. Bizimkiler mi polis mi göremedim. Tavşana geldi. Güzel'in yüzü kan revan. Bir hıçkırmaya başladı, bir çığlık. "Hayvan heriiif" diye bağırmasıyla polisi alnından vurması bir oldu. Güzel tavşanları çok severdi. Belki çocuklardan bile daha çok. 

Manyak bir gün zengin olursa tavşanı alıp estetik cerraha götürecekmiş, kendisini ona benzetsin diye. Deli işte. Köyde teyzesinin tavşanları varmış eskiden. Bu yedi yaşında mı ne o zamanlar. Teyzesi önce sevdirmiş sonra yedirmiş. Tavuk sanmış önce sonra o beyaz kırmızı renkli tavşan olduğunu duyunca günlerce ağlamış. Ondan tavşanlara karşı hep bir mahçup hissederdi kendini. Ne zaman yolda tavşan görse bir yarım saatimiz yolun ortasında geçer. Lan dedim bir gün, yeğenini sevmedin böyle. Bu kadar komiserim. Şimdi ne olacak?

- Arkadaşlar seni nezarethaneye götürecek. Mahkeme gününe gelene kadar oradasın üzgünüm. Saladabilirler, cezaevine gönderedebilirler. Ama çok yiyeceğini sanmıyorum. Şimdi çıkıyorum, polis memurları alacaklar seni.

- Komiserim

- Ha

- Tavşanı vuran belli mi?

- Can. Şu nikah masasında Güzel'i bırakan. Aslında o işleri bırakmamış. Parayı tercih etmiş sadece. Bir yandan da Güzel'i kollar dururmuş senelerdir. Artık buna ne kadar kollamak denirse...