Koskoca ömrüm yarım hikayelerle dolu. Başlamadan biten yıkıntıları kimse de onarmaya kalkmadı. Kalksaydı da izin vermezdim sanırım. Çocukluktan kalma, kendimi sürekli güçlü gösterme ihtiyacı hissediyorum. Dik durunca hayat benden korkuyor da teğet geçiyor sanki. Hiç öyle olmasa da kendimi buna inandırmayı seviyorum galiba.
Bence herkesin kendini kandırmaya ihtiyacı var. Yalanı da sevmek gerekir. İstesen de istemesen de her gerçeğin güzel olmadığı aşikar. Hatta acıtma gibi kötü bir de tarafı var. Hepsinden bunaldıysan ölebilirsin. Ama dedim ya güçlü göstereceğim diye bir yerlerimi yırtıyorum. Ölmek bana çok kolay geliyor.
Dalgınım bu aralar. Kafam sürekli bir yerlere gidip gidip duruyor. Nasihat verenleri görüyorum. Herkesin ne çok fikri var. Ben kendimi bilmeden bu kadar fikir üretemezken, insanların kendilerine faydası olmazken, başkalarına ne de çok çözüm üretmeyi seviyorlar. Şimdi benim mutsuzluğum tüm çevremi üzüyor mu yani?
Geçiniz efenim geçiniz bu işleri. Eğlenmenize, hayatınıza, dünyanın amına koymanıza bakınız. Tanımlanan soyut kavramlara inanmıyorum ben. Kardeşlik, annelik, babalık, aile, dostluk, kardeşlik... Ben ölümün gerçekliğine inanıyorum mesela. O kadar acı bir gerçek ki, üryan geldik üryan gideceğiz bu yeryüzünden. Kim olacak yanımda o zaman?
Hadi şimdi kıyamet kopsun, herkes kendini kurtarmayacak mı? Tüm bunlar aile nedir hiç tanımadığımdan mı kaynaklıydı acaba... Kime sorsam herkes ailenin, dostlukların öneminden bahsediyor. Bir 70'lik içeriz geçer ağrın diyorlar. Anne şefkati başkaymış öyle söylüyorlar. "Sevdadandır dedi annem aldırma. Aldırma gel yanıma."
Böyle şarkılar var mesela. Baba hele bir değişikmiş. Kız evladıysan tüm erkekler baban gibi olsun istermişin. Böyle tuhaf tuhaf şeyler anlatıp duruyorlar bana. Ben abla kelimesini bilirim bir tek. Gülten ablamız büyüttü bizi. Bazen kızar bazen de güldürürdü. 18 yaşına bastıktan sonra kendi ayaklarımın üstünde durmayı o öğretti.
Yetimhaneden ayrıldıktan iki yıl sonra öldü dediler. Gitmedim hiç mezarına. Anlamsız geldi gitmek. Üzerine toprak atmışlar, göremiyorum ki o güleç yüzünü. Hayal ediyorum evet ama bunun için mezarlığa gidip dua etmem şart değil bence. Böyle düşündüğümü duysa "edepsiz seni" deyip terliği şaplatırdı götüme.
Başka da kimseye yakın olmadım bu hayatta. İnsanların sürekli kendinden bahsetmesinden bıktım usandım. Kocaman kocaman dertleri var hepsinin güya. Biri şehir yaşamından bıkmış, diğeri aşk acısından ha öldü ha ölecek, öbürü zenginlere küfür etmekten bunalmış. Kent hayatından bıkana fikrimi diyecek oldum, "Eee bu senin tercihin" deyiverdim. Benden kötüsü olmadı o an. Haaa dedim muhabbetin de bir adabı var demek.
Aynı fikirde olman lazım karşındakiyle ya da susup dinleyeceksin. O anlatacak anlatacak, artık çenesi yorulana kadar. Aşk acısından çekeni hiç anlayamadım zaten. Aynı yerde kalmaya hiç alışmadığımdan mı "seni seviyorum" kelimesini hiç demeyip az duyduğumdan mı ben de bilemiyorum.
Bazen aklıma gelir. Her şey güzel olacak... Havayı içime çekerim. Hayat güzel be, güneş ne güzel batıyor, ertesi gün ne güzel doğuyor. Sonra cam silen ufacık omuzlu bir çocuk görürüm. Dünya böyle olduktan sonra hayat bana güzelmiş neye yarar.
Köprünün kenarında duruyorum. O filmdeki gibi bazen diyorum. Sanki kötü şansımdan başka hiçbir şeyim yok. Sonra sal kendini diyorum. İstediklerimizin, umduklarımızın, umutlarımızın yeri değil burası.
Köprünün kenarında duruyorum. O filmdeki gibi bazen diyorum. Sanki kötü şansımdan başka hiçbir şeyim yok. Sonra sal kendini diyorum. İstediklerimizin, umduklarımızın, umutlarımızın yeri değil burası.