Çoğu kişi bir cenazenin tesadüfi, kuralsız bir olay olduğunu zanneder. Bu doğru değil. Cenaze mükemmel bir yüksek sosyete olayıdır. Bir cenazede hiçbir zaman sahneye çıktığını unutmamalısın. Akrabaların dağılmasını sabırsızlıkla beklemelisin. Tüm misafirlerin oturduğuna emin olduğunda sadece o anda aileye baş sağlığı dileyebilirsin. Bu şekilde herkes seni görecektir. Yas tutan kişinin elini tut ve kollarını onunkine yasla. Kulağına bir şeyler fısılda, otoriter bir tavırla söylenen rahatlatıcı bir cümle. Mesela: "O günler gelip de, boşluğu hissettiğinde bilesin ki, bana daima güvenebilirsin. "Kalabalık soracak "Jep Gambardella ne söylüyor?" kendi başına bir köşeye çekilmene izin verir. Sanki duyduğun üzüntüyü hissediyormuş gibi. Diğer bir mesele de açıkgöz davranmak zorundasın. Seçilen noktanın hem tenha olması hem de herkesçe görünür olması gerekir. Ayrıca, mahremiyet durumunda sahnelenen bir oyun işe yarar. Temel kural ise: kişi cenazede asla ağlamamalıdır. Ailenin yaşadığı kederi onlardan çalıyormuş izlenimi vermemelisin. Bu yasaklanmıştır, çünkü ahlaksızlıktır.
24 Aralık 2013 Salı
11 Aralık 2013 Çarşamba
Sıcak bir çorbayla başlayalım mı?
Şu anda en nefret ettiğim zaman dilimindeyim. Gün salı, saat:19.00, İstanbul ve mevsimlerden Kasım. İstanbul'da yaşamayanlar bilmez. En sevimsiz saattir 19.00. Eve gidememe telaşı içinde lüzumsuz trafik. İş çıkışına sevinemezsin bile. Ne yorgunluğunu atabilmişindir üzerinden ne de sıcacık evine gidip günü bitirebilmişindir. Hele de yoğun tempolu bir şirkette çalışıyorsanız son dakika aramalarına da maruz kalabilirsiniz. (eksikler, onaylamalar, imzalar, teyit almalar)
Allah'tan öyle bir işim yok. Sorsanız Türkiye'de %50'den fazlası öğretmenliğin ne kadar güzel bir meslek olduğundan bahseder. Bir işin tatili fazla olunca o meslek, dünyanın en güzel icadı gibidir çoğu insan için. Halbuki önemli olan tatil değildi, o tatili dolduracak bir şeyler yapmaktı. Tatil: boş zaman ise yaşam bir israftı. İşte ben de böyleydim.
İzin günlerimde bile muhakkak okula gelirdim. Hatta bir gün kar tatili olmuştu ve yine de gidip geceleri okulun alt katındaki yatakhane kalan hizmetli Ayşe teyzenin yanına uğramıştım. Bir kutu tuzlu kurabiye götürmüş, sağ olsun o da bir demlik çay demleyip sıcacık sohbetiyle güzel bir gün geçirmemi sağlamıştı. Yine de şükür hem yalnız hem de evsiz olmak da vardı. Karnım tok, evim sıcak iyi kötü geçineceğim bir yaşamım vardı. Yine de yaşamdan çok ölümü tercih ederdim.
Her zaman güçlü bir insandım. Kalbimi çalıştıracak pek kimse denk gelmediğinden belki de mantığım hep daha ön plandaydı. Bu yüzden yaşamdan o kadar nefret etmeme rağmen yine de intihar etmeyi hiç düşünmedim. Düşünmüş olsaydım bile her gün güneşin doğması bana umut verirdi. Güneş, 'umut'tu. Akşam karanlık olsa da, "her gecenin bir sabahı var" der gibi derdin neyse bunun elbet bir gün son vereceğini söylerdi. Derdim son bulacaksa hayatıma neden son vereyim ki?
Yine de sevilmek isterdim. Aşktan bahsetmiyorum yalnızca. Birileri tarafından sevilmek. Bir çocuk, bir arkadaş, bir kadın... Nefret de edilmiyordum sevilmiyordum da ne kötü! Kimse de duyguların en uç noktalarını yaşatmıyordum. Gerçi bende de yoktu ama bugün hayatımı kaybetsem benim için dua edecek kimsem yoktu. Ya da yas tutacak. Benim de birileri için dua ettiğim söylenemez. Hatta ben ömrümde hiç dua etmedim. Gerek görmedim galiba. Ne bileyim, ihtiyacım da olmadı, hiçbir zaman da bir şeyi çok istemedim.
Allah'a inanıyorum aslında. Bana iyi geliyor. Birisinin beni sürekli izlemesi, benim varlığımdan haberinin olması hoş. Bazen sohbet dahi ediyorum. Biraz kulağa delice gelebilir ama duat etmektense sohbet etmek daha samimi. Sadece dua edeceğin zaman hatırladığın şey çıkarcılıktır. Ben de kendisini merak ettiğim zamanlar da sohbet ediyorum yalnızca.
Bir gün her şey çok ağır geldi. Kasım, en soğuk gününü yaşıyordu sanki. Eve kapanmış tüm gün kitap okudum. Kitap okumak bana huzur verirken o gün sinirlerimi bozmaktan başka bir şey yapmadı. Başkalarının yaşamlarına öyle bir dalmıştım ki tüm zihnimi kibirle doldurduğumu fark ettim. Ben neyim? Ne amaçla yaşıyordum? Bir gün ölecek olsam, gazete manşetlerine "Evinde yaşamını yitiren adam 6 ay sonra fark edildi!" diye başlık olacağına eminim.
Paltomu aldım, dışarı çıktım. Rüzgar ölüyü diriltecek cinstendi. Hızlı hızlı yürümeye başladım. Bana acil ihtiyacı olan birine yetişmeye çalışır gibi davranıyordum. Hızlandıkça hızlanıyor bundan keyif alıyordum. Kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Hem ısınıyordum da. Derken yaşlılıktan mı sigaradan mı bilmem yoruldum biraz dinlenmek istedim. Banka oturacaktım ıslak olduğunu fark edince bir ağaca dayanmayı daha mantıklı buldum.
Deri ceketli, baştan aşağıya siyahlara bürünmüş bir kadın gördüm. Kafasında siyah beresi, ufacık suratı vardı. Teni gerçekten o kadar beyaz mıydı yoksa soğuk havanın mı azizliğine uğramıştı bilemiyorum. Siyahlığın içinde yemyeşil gözleri baharı andırıyordu. Ağacın diğer tarafına geçtim, çok yakınımdaydı başını çevirse beni görecekti. Bakmıyor adeta gözetliyordum. Bana benzemiyordu bir amacı vardı buraya gelmekle. Merak içinde gözlerimi kadına dikmiştim.
Ceketinin cebinden konyak çıkarıp bir dikişte içti. Gerçekten de bana benzemiyordu. Ben hızlı hızlı yürümeye çalışıp ısınırken o konyak içmeyi tercih etmişti. İçtikten sonra şişeyi ayağıyla tekme atarak fırlattı. "Amınıza koyayım hepinizin. Sen de bittin, param olsa sıraya girersiniz cebime girmek için değil mi! Kodumun içkileri" dedi ve kendini tam denize salıveriyordu ki son anda bir hışımla kurtardım. İkimiz de yere düştük. Ayağa kalkıp toparlanınca bir tane tokat attı.
- Ne yaptığını sanıyorsun be sen!
- Ben... birden öyle görünce kurtarmak istedim. Ölmek belki de sana daha iyi gelecekti. Ama işte bir anlık refleksle kurtardım sizi. Bir daha dene istersen ama yine kurtarırım
- Senden böyle bir şey isteyen oldu mu şimdi? İşine bak sen, haydi yol al
- Pekala
- Dur! Konyak var mı?
- Kullanmam
- Sigara
- Ah evet o var.
- Sağ ol
- Merak ediyorsun değil mi? Ne yaşadım da ölmek istedim
- Biraz
- Hiçbir şey. Hayattımda kocaman bir boşluk var. Hiçbir şey yok anlıyor musun? Her gün gördüğüm aynı suratlar, sesler, mimikler, aynı ev, aynı yol. Bu ceket bile 5 yıllık. Ne yarar ne zarar tüm gereksizliğiyle salı günü gibiyim. Ne haftanın ne ilk günü, ne sonu, ortası bile değil Salı işte. Pazartesinden sonra öylesine geçiştirmek için eklenmiş bir gün.
- Hahahahah. Pardon sinirlerim bozuldu. Gerçekten üzgünüm. Benim hayatım bu, aynı şeyleri ben de yaşıyorum ama hiç ölmek istemedim. Gariptir, gerçekten arzu etmedim.
- Adın neydi bu arada?
- Mustafa
- Ben de Elif. Sorun sadece bu değil Mustafa. Bana benziyorsun diyorsun ama ikimizin arasında büyük bir fark var. Sen belli ki benim kadar sorgulamamışsın. Denememişsin bile uğraşmayı. Ben bu duruma kafamı çok yordum. Kabuğundan çıkmak büyük cesaret. Öncelikle zarar göreceğini kendine kabul ettirmen gerekir. Ben bunu öğrendim. 30 yaşındayım ve bu zamana kadar fazla temiz kaldım. Zarar görmekten korktuğum için insanlardan hep uzak durdum. Eğer insanlar için vazgeçilmek olmak istiyorsan onlara dokunman gerekir. Benim ellerim çok temizdi, yapamadım, beceremedim. Senin için de benim için de çok geç değil. Biraz cesaret yalnızca
- Evden çıkarken bu durgunluğa lanet edip koşar adımlarla buraya kadar geldim. Birinin bana ihtiyacı var gibiydi. Seni kurtardığımda "o kadar hızlı adım atmamın sebebi meğer buymuş" dedim. Tesadüf, kader, şans üçlemesini sorgulamadan artık hangisiyse bizi burada buluşturan. Diyorum ki, bunlar nedeni değil sağlayıcısı olsun. Gel birbirimize dokunalım.
- "Yarası yarasına dokunan" diyorsun yani. Bilmem ki...
- Bilemezsin zaten. Öğrenmen için, öğrenmemiz için
- Pekala, aç mısın?
- Hem de nasıl
- Tamam, sıcak bir çorbayla başlayalım mı?
- BAŞLAYALIM...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)