"İnsanlık olarak boktan her şeye çok meraklıyız. Kötü karakterlerin daha karizmatik olduğu, güzel kadınların kötü olduğu bir dönemdeyiz. Sabaha kadar içen, durmadan sevişen, bir de hayatın tokadını yemiş gibi gezen adamların saltanatı bu. Anlattığım kızların hiçbirisi ile sevişmedim. O ayyaşlar ile hiçbir zaman tanışmadım. Siz de sevişemezsiniz. Siz de tanışamazsınız. Yüzyılı bu yönde iten ve sahte burjuva anarşizmine sürükleyen çok bilen yazarlar da sevişmedi. İçimizde insana dair ne varsa hepsini kırarak sahte bir ütopya vaat ettiler öykülerinde. Üstüne basarak söylüyorum, bu kitap bir çöptür. Başarısızlıklarını satan insanların boş hayatlarıyla oyalanmayı kesip, kendi hayatınızı kendi kaleminizle çizin. Aşık olduğunuz kadınla sevişmenin, fileli çoraplı potansiyel fahişe ile sevişmekten çok daha büyük bir haz vereceğini unutmayın. Şimdi defolun yalanlarımdan, Kapatın bu kitabı, koşun sokağa. Gülümseyin insanlara ya da aşık falan olun ne bileyim..." Çöp - Denizhan Yıldız
25 Ekim 2013 Cuma
17 Ekim 2013 Perşembe
Hayat şaşırtmayı sever
6 yıldır buradayım, bu barda. Bir insanın her gün aynı saatte kalkıp, aynı mekana gelir de farklı hayatlar yaşar mı? Tanımadığım insanların yaşamlarına konuk oluyorum birkaç saatliğine. Alkol benim yaşama nedenim. O kadar çok insan tanıdım ki, hiçbir insana bağlanamadım. Denedim, ama yeterince istemedim sanırım.
Barmenlik garip bir meslek. Kuaförlüğe benziyor. Her gelen sana derdini anlatıyor. Öylesine gelişi güzel. Ve sen hep dinliyorsun, dedim ya 6 yıldır bu mesleği yapıyorum diye. 6 yıldır bir Allah'ın kulu, "eee sen anlat" demedi. Zaten anlatmazdım da ne bileyim insan bekliyor işte. Olur ya benim de anlatasım gelir bir gün.
O zaman anladım zaten insanlara bağlanılmaması gerekildiğini. Çiğ süt emdik tamam da, herkesin farklı kötü bir huyu olduğunu sanırdım. Evet öyle, ama tüm insanların ortak bir özelliği olduğunu bilmiyordum. Herkes bencildi, ama herkes... Kendi derdimden değil zaten severdim meredi iyice bağlandım alkole. Millet anlattıkça ben içiyordum. Güzel bir şey belki de bu. Onlarına adına üzülmek, biraz da olsa merhamet duygusuna sahip olduğumu gösterir.
Hepsinin derdi farklıydı da herkes aynı durumdan dert yanıyordu. Muhakkak bir cümlelerinde, "onun iyiliği için" lafına yer verirlerdi. Bazen cümlenin gelişini anlar, ben de aynı anda eşlik ederdim. Birlikte kahkaha atardık. Onlar da farkındaydı çok dert dinlediğimin. İşte insanoğlu, para verince sadece alkolünü değil derdini de dinleyeceğimize inandırmış kendini. Madem inanmış dedik, biz de hiç bozmadık.
Neydi o laf?, 'Onun iyiliği için'. Öyle mi dersiniz? Gerçekten karşındakini mi düşünüyorsun?. O kadar iyi biriydi ki, kıyamadım! Yoo kıyamamak değil ki bu, sen aşık olmaktan korktun, aşkın kör halinden korktun, bağlanmaktan ve hayatını özgürce yaşayamamaktan korktun. Onu da bir iki cümleyle oyaladın, gönderdin. İnanmadı ama inanır gibi yaptı ve buna kendini inandırdı.
Bunlar biraz da insanların kendilerini koruma biçimleri. Kırılmamak, zarar görmemek için üzerlerine bencillik tohumları serpiştiriyorlar. Bana iyi gelmediği söylenemez hani, dert dinlemekten kendi sorunlarımı unutmuştum.
Pek sorunum olduğu söylenemez işte sadece sabaha karşı eve yalnız gitmek, yalnızlığa evde devam etmek... 'Yalnızlık' idi derdim bir tek. Bakma öyle tek kelimelik anlatımına, bazen öyle yorar ki adamı ölümü beklersin artık. Amaçsız gelir yaşamak, paylaşmadan bir hayatı sürdürmek zordur.
Uzun zamandır dikkatimi çeken bir kız vardı bara gelen. Bir tek onu bekliyordum, derdini anlatsın diye. Benden içki bile almamıştı hiç. Sürekli farklı insanlarla her cumartesi gelir, içkisini beylere ısmarlatırdı. Her aynı şeyi içerdi, iki tekila bir şişe viski.
İçeri girdiğinde kokusunu mu alırdım ne hemen görürdüm. Hiç kokusunu duymamıştım. Gerçekten nasıl koktuğunu merak ediyordum. Göz göze gelmemiştik hiç, bara girer, her zamanki yerinde otururdu. Şansına hep de boş olurdu. Arkadaş grubu arasında en son gelen hep kendisiydi.
İncecik belli, kısa boylu hani kafasına bakmasan çocuk gibi bir şeydi. Fakat yüz hatları o kadar keskindi ki 20'li yaşların sonlarında olduğu belliydi. Sert mizahlı bir ifadesi vardı. Simsiyah uzun, ince telli saçları, iri çekik siyah gözleri vardı. Makyaj tarzı da aynıydı hep. Siyah sürme, kırmızı ruj. Allık tercih etmiyordu galiba ya da bana öyle geliyordu. Yüzü beyazlığından mıdır bilmem, çok solgundu. Yine de güzeldi, çok çekiciydi. Ufak göğüslerine rağmen nasıl bu kadar seksi olmayı başarabiliyor anlamak güçtü.
Bir gün perşembe akşamı geldi bara. Etraf daha sakindi cumartesine göre. Sesini ilk kez o zaman duymuştum. Tek bir kişiyle buluşmuştu bu sefer. Bara sinirli bir şekilde geldi. Zaten geldiği gibi de adamla kavga etmeye başladı. Müdahale etsem mi dedim, sonra şimdi tersler filan zaten tanışamadım. Benim hakkımdaki ilk izlenimi de bu olsun istemedim. "Siktir git lan, pezevenk" diye bağırdığını duydum. Sadece ben değil, bardaki herkes onlara baktı. Adam, "sen görürsün kaltak" deyip, ceketini aldığı gibi çıktı.
İşte o zaman yanıma geldi. Neredeyse kavga ettiler diye dua edecektim. İnançlı olsam ederdim herhalde. Elim ayağım boşaldı. Dilim tutulmuş gibi, "ne alırdınız?" diyeceğim ama çıkmıyor bir türlü. Gerçekten aptal gibi göründüğüme yemin edebilirim.
- Ne bakıyorsun öyle? Bir viski ver oradan
- He yok, pardon, tabi. Viski değil mi? Buz koyayım mı?
- Koy amına koyayım
- Buyurun, başka arzunuz?
- Hahahaha. Sen ne kadar kibar bir şeysin. Yok arzum filan
- Anladım, afiyet olsun
- Çok mu bağırdım?
- Yok, duymadım ben bir şey
- Bana "iyi yalan söyleyemiyorum" numarası yapma. Adam gibi yanıt ver! Çok mu bağırdım?
- Hayır dedim ya
- Ha şöyle, az kendin ol. İnsanları sinirlendirmeye bayılırım. Gerçek yüzleri ortaya çıkar.
- İlginçmiş.
- Hoş onun bile numarasını yapacak insanoğlu vardır da. Benim insan psikolojisine ayıracak vaktim yok. Merak etme derdimi anlatmayacağım sana uzun uzun. Bir film kesiti yaşamıyoruz. Bazen hiç tanımadığın birine, öylece hayatını dökü verirsin. Tanıdığın yargılar, amacı güya korumak. Ama yabancının umurunda olmaz. Pehh pehh, aman ne büyük trajedi
- Duygusuzsun!
- Değilim! Gerçekçiyim sadece. Dostum yoksa bu benim suçum değil. Yoksa da duvarlar var, sana mı kaldım.
- Ben anlatman konusunda bir istekte bulunmadım zaten.
- Sinirleniyor muyuz? :)
- Sinir yok. İyi böyle, keyfin bilir. Ben de meraklısı değilim. Her akşam dinliyorum zaten.
- Ne anlatıyorlar sana bahsetseneee. Bak mesela bir çocuk var. Cumartesi 12'den sonra geliyor. Sarışın, kız gibi temiz bir yüzü var. Hastasıyım, bahsetti mi hiç kendinden sana?
- Bilmem, kimden bahsettiğini çözemedim
- Offf, çok sıkıcısın
- O adam kim? Neden tartıştınız?
- Hayırdır? Sorgulanıyor muyum? Sana ne be
- Yok da, sen bilirsin. Peki
O gece sabaha kadar konuştuk. Derdini anlatmadı gerçekten, o adamın kim olduğunu da. O kadar eğlenceli biriydi ki, ilk defa onu gülümserken görmüştüm. İlginç bir kahkahası vardı. Sadece gülümsemesi insanda bir parça tebessüme yetiyordu. O gece zamanı hayatımda ilk defa durdurmak istedim. Yaşantımdan o kadar bunalmıştım ki, zamanın hızla akmasını istiyordum ve bir an önce yaşlanıp ölüp gitmek. (tabi hayat erken bir sürpriz yapmazsa)
Çok fazla içmemiştik. İkimiz de özellikle alkol almıyorduk pek. Belki yanlış hissettim bilmiyorum ama ertesi gün ne yaşandıysa hatırlamak, söylediklerimizden pişman olmamak istiyorduk. Saçmalamak istemiyorduk. Gizli bir flört vardı aramızda, bu net belliydi. Ama nedenini anlayamıyorduk. Gerçek olduğundan şüpheliydik. O gece barı birlikte kapadık.
- Ne oldu? Ne gülüyorsun?
- Ya biz birbirimizin adını bilmiyoruz farkında mısın?
- Hahahaha. Hakikaten hiç sormadık. Ben Sedef
- Ben de Saygın. Şey...istersen
- Olur sende kalırım bu gece. Gerçi sabah oluyor ama
- Bravo, beni zorlamadın.
- İnsanlar zora gelemez. Anladığım anda oradan yürürüm
- Pekala çok bilmiş. Buyurunuz, soldan gideceğiz. Pek mesafesi yok, genelde yürüyorum ama istersen
- Yürüyelim
Elimi tuttu. Vücudu gibi elleri de minicikti. Kocaman avucumun içinde minicik elleri kaybolmuştu. Sıcaktı, ama yine de sıkı sıkı sarmalamıştım üşümesin diye. Boyu benden bir hayli kısaydı. Gerçi neredeyse kapılara sığmayacak boyumun yanında herkes kısa durur da o daha bir minik gelmişti bana. Ona yukarıdan bakmak çok eğlenceliydi. Bıdır bıdır konuşuyordu. Tüm gece mantıklı konuşan insan saçmalamaya başlamıştı.
Farkındaydım, korkuyordu. Ne kadar rahat görünmeye çalışsa da, özgürlüğüne düşkünlüğünü çok sevdiği söylenemezdi. Korunmaya, değer verilmeye, birilerinin onun için endişelenmesine ihtiyacı vardı. Sadece cesareti yoktu. Her konuda düşünmeden karar veren, sonunu düşünerek kendini yıpratmak istemediği bir hayatı vardı. Ama o da sıkılmış daha doğrusu yorulmuştu. Şimdi evlenme teklifi etsem bu psikolojiyle kabul edeceğine yemin edebilirdim.
- İşte benim fakirhane de burası
- Her akşam gideceğin bir evinin olması... Fakirlik bu değil.
- Kapıyı sen açmak zorundaysan zenginlik olduğu da söylenemez.
- Her akşam gittiğin yer bir yuva ise boş ver. Neresinden tutarsan kâr. Onu bulamayanlar da var
- Anlayamadım
- Yağmur başladı, aç istersen kapıyı artık:)
- Ha evet. Ya misafir beklemiyordum. Ev biraz dağınık olabilir, kusura bakma lütfen
- Problem değil
Kapıyı açarken ne yalan söyleyeyim çok gergindim. Bu sefer ben tedirgin olmaya başlamıştım. Ev umarım düzenlidir. Sorun etmeyeceğine eminim ama olsun. Yanında iç çamaşırlarımı gelişi güzel elime alıp toplamaya çalışmak istemiyordum. Kapıyı açtım, umduğumdan daha güzel görünüyordu ortam. Lambayı açtım, salona davet ettim. Biraz ıslanmıştık. "Üstüne bir şey alır mısın?" dedim. "Gerek yok" dedi. "İçecek bir şey alır mısın?" diye sordum. "Bira varsa iyi olur" dedi. Mutfağa gittim, buzdolabını açarken, arkamdan incecik bedeniyle tüm vücuduma sarılamasa da sıcaklığını hissettim.
- Siktir et, vakit kaybetmeyelim.
İnsanların içki içeceği ve eğleneceği bir yerde çalışıyorsanız (bar gibi) sevişmek pek de zor değil. Hiç de geri çevirmedim. Bazen gerçekten çok yorgun oluyordum. Sadece eve gidip uyumak istediğim zamanlarda bile sırf birine sarılmak için seviştiğim çok oldu. Evin tek çocuğu idim. Kardeşim de olmadı. Annemin de babamın da benden pek hoşlandığı söylenemezdi. O yüzden hep birileriyle uyumak isterdim. Bir bebek, bir anne, bir sevgili...
Ama Sedef çok güzeldi. İlk defa ruhumla sevişmiştim. Teni çok yumuşaktı. O kadar güzel sevişmese ilk defa biriyle seviştiğini düşünebilirdim. Minicik göğüsleri diriydi. Ne istediğini, nasıl zevk vereceğini iyi biliyordu. Bahse girerim, yarım saatlik konuşmada her erkeğin yatakta nasıl olabileceğini çözen bilen biriydi. Boşalacağımı hissettiği anda kendini çekiyordu. Bunu nasıl yapıyordu anlayamıyorum. O da gece bitsin istemiyordu. En sonunda ikimiz de dayanamayıp günü bitirmiştik.
Deliksiz bir uyku çektiğimi hatırlıyorum. Ama yine de kafamda bir sürü şey vardı. Hem o kadar sakin bir uyku çekiyor hem de hayatımdan gitmesini istemediğimden ne yapabileceğimi kurmaya çalışıyordum. Ürkekti, gidecekti, biliyordum. İkna etmem gerekiyordu. Geçmişiyle, hatalarıyla ilgilenmiyordum. Geçmişinden o sorumluydu, bana düşen onu yargılamamaktı. Geleceğinin sorumluluğunu sırtıma yüklemek istiyordum. Bunun tarifini ona yapmak çok güçtü.
Gözlerimi açtığımda onu giyinirken gördüm. Evet, tahmin ettiğim gibi gidiyordu. Karanlık olduğundan dikkat etmemiştim. Göbek deliğinin tam altında minik bir ayak izi dövmesi vardı.
- Dövmenin anlamı ne?
- 500 TL, bu kadar uzun bir gece için başkası olsa daha fazla isterdim ama sana böyle olsun. Bir daha ki ne olanı isterim.
- Nasıl? Anlamadım?
- Neyi anlamadın. Gerçekten hayat kadını olduğumu bilmiyor muydun yani? Bardaki adam pezevengim, müşterinin isteklerine göre değil benim isteğime göre sevişirim ben. Bir müşterim olmadık şeyler istedi.
Kimsenin fantazisi ile uğraşamam. Ben de viski şişesiyle kafasına vurdum. Duymuş, kavga ettik. Buydu işte, çok meraklanmıştın. Neyse 500 TL'yi bırak da gideyim artık. Yeterince geç kaldım zaten
- İşte böyle bir şeyi hiç hesaba katmamıştım. Hiç de yaşamamıştım açıkçası. Belli bir ücret ödeyerek birisiyle ilişkiye girmenin kadın nezdinde gurur kırıcı olduğunu düşünmüşümdür. İhtiyacım da yoktu zaten. Ama gerçekten üzülmüştüm.
- Parayı masaya bıraktım, ondan önce evden çıktım. Cüzdanımı da evde bıraktım. Belki de daha fazlasına ihtiyacı vardır, alabilirdi.
O günden sonra bir daha hiç bara gelmedi. Ne adresi ne telefonu vardı. Bir tek adını biliyordum. Sedef...Araştırsam bulur muydum bilmiyorum. Ama bulmak istemedim. Yine bir gün bar çıkışı eve giderken canım sıkıldım geri döndüm. Sahil kenarında her zaman köfte satan bir amcamız vardı. Hem onu görmek hem da karnımı doyurmak için yanına gittim. Bayağı bir yol yürüdükten sonra Kemal amcanın, "ooo delikanlı artık başka köfteci bulduğunu düşündüm" lafıyla biraz da olsa kendime geldim
- Yok be dayı, işler güçler pek fırsat olmadı. Bu aralar sabah karşı çıkıyorum bardan. Bol soğanlı yarım köfte ekmek yap oradan, midem bayram etsin
- Emrin olur, aslanım. Geç sen, başım biraz kalabalık yanına gelirim birazdan. Konuşalım biraz canın sıkkın gibi. Yüzünü böyle görmeye alışık değiliz
- Tamam ağabey, ben bankta oturuyorum
Biraya karşı deniz kokusu gibisi yok. Can sıkıntım bitmez de işte iyi böyle
- Bir gün karşılaşacağımızı biliyordum.
- Sedef!
İşte buna gerçekten şaşırmıştım.
- Merhaba, kızgın mısın hala bana?
- Yok, yani bilmem. Şaşkınım biraz
- Anlıyorum. Telafisi yok ama yine de özür dilerim. İşten geliyorum. Biraz yürümek istedim. Seni görmek güzeldi. Uzun uzun konuşmak istemiyorum. Biliyorsun dert anlatmayı sevmem. Ama ilginç bir yaşantım yok. Bu hayat tarzını yaşayan herkes gibi oldu, böyle geldi ve geçiyor. Değiştirmeye de çalışmıyorum. Halimden memnun olduğumdan değil. Gücüm yok
- Sen bilirsin, hoşça kal
- Hoşça kal
- Sedef
- Efendim
- O dövmenin anlamı neydi?
Gece olmasına rağmen gözlerinin nemli olduğunu görebiliyordum. Zoraki bir gülümsemeyle. "Bebeğimdi" dedi. Anlaşılan bugün şaşırma günümdeydim. Bebeğin?
- Evet, yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğim bir bebek. Babasını bilseydim doğururdum. O zaman daha güçlüydüm. Ama küçük bir çocuğa ilk öğrettiğim şeyin bir yalan olmasını istemedim. Daha fazla soru sorma artık, konuşmak istemiyorum. Kendine iyi bak, güzel kal...
- Sen de...
Rüzgar daha da sert esmeye başladı. Sonbahar geldi artık. Hüzün mevsimi beni unutmamış. Başkalarının hikayelerini dinlerken demek bir gün ben de bu hikayenin bir parçası olacaktım. Yarım, bölük pörçük hatta paramparça anılar ne can yakıcılar. Ne kadar vaktim kaldı acaba? Cansız bir beden olarak yere yığılmak istiyorum. Ağlayan olmayacak, "samimiyetim yoktu, ama iyi adamdı" diyecekler. "İyi" lafı da ölünün arkasından kötü konuşmayalım diye. Yoksa kimsenin beni tanıdığı bildiği yok. 2 saat sonra sabah olacak ve ben yine aynı şeyleri yaşayacağım belki de biraz daha fazla şaşıracağım. Hey ölüm seni bekliyorum. Onca hak etmeyen insan varken, ölümü bu denli bekleyen biri olarak azrailciğim sana kapım her zaman açık
Barmenlik garip bir meslek. Kuaförlüğe benziyor. Her gelen sana derdini anlatıyor. Öylesine gelişi güzel. Ve sen hep dinliyorsun, dedim ya 6 yıldır bu mesleği yapıyorum diye. 6 yıldır bir Allah'ın kulu, "eee sen anlat" demedi. Zaten anlatmazdım da ne bileyim insan bekliyor işte. Olur ya benim de anlatasım gelir bir gün.
O zaman anladım zaten insanlara bağlanılmaması gerekildiğini. Çiğ süt emdik tamam da, herkesin farklı kötü bir huyu olduğunu sanırdım. Evet öyle, ama tüm insanların ortak bir özelliği olduğunu bilmiyordum. Herkes bencildi, ama herkes... Kendi derdimden değil zaten severdim meredi iyice bağlandım alkole. Millet anlattıkça ben içiyordum. Güzel bir şey belki de bu. Onlarına adına üzülmek, biraz da olsa merhamet duygusuna sahip olduğumu gösterir.
Hepsinin derdi farklıydı da herkes aynı durumdan dert yanıyordu. Muhakkak bir cümlelerinde, "onun iyiliği için" lafına yer verirlerdi. Bazen cümlenin gelişini anlar, ben de aynı anda eşlik ederdim. Birlikte kahkaha atardık. Onlar da farkındaydı çok dert dinlediğimin. İşte insanoğlu, para verince sadece alkolünü değil derdini de dinleyeceğimize inandırmış kendini. Madem inanmış dedik, biz de hiç bozmadık.
Neydi o laf?, 'Onun iyiliği için'. Öyle mi dersiniz? Gerçekten karşındakini mi düşünüyorsun?. O kadar iyi biriydi ki, kıyamadım! Yoo kıyamamak değil ki bu, sen aşık olmaktan korktun, aşkın kör halinden korktun, bağlanmaktan ve hayatını özgürce yaşayamamaktan korktun. Onu da bir iki cümleyle oyaladın, gönderdin. İnanmadı ama inanır gibi yaptı ve buna kendini inandırdı.
Bunlar biraz da insanların kendilerini koruma biçimleri. Kırılmamak, zarar görmemek için üzerlerine bencillik tohumları serpiştiriyorlar. Bana iyi gelmediği söylenemez hani, dert dinlemekten kendi sorunlarımı unutmuştum.
Pek sorunum olduğu söylenemez işte sadece sabaha karşı eve yalnız gitmek, yalnızlığa evde devam etmek... 'Yalnızlık' idi derdim bir tek. Bakma öyle tek kelimelik anlatımına, bazen öyle yorar ki adamı ölümü beklersin artık. Amaçsız gelir yaşamak, paylaşmadan bir hayatı sürdürmek zordur.
Uzun zamandır dikkatimi çeken bir kız vardı bara gelen. Bir tek onu bekliyordum, derdini anlatsın diye. Benden içki bile almamıştı hiç. Sürekli farklı insanlarla her cumartesi gelir, içkisini beylere ısmarlatırdı. Her aynı şeyi içerdi, iki tekila bir şişe viski.
İçeri girdiğinde kokusunu mu alırdım ne hemen görürdüm. Hiç kokusunu duymamıştım. Gerçekten nasıl koktuğunu merak ediyordum. Göz göze gelmemiştik hiç, bara girer, her zamanki yerinde otururdu. Şansına hep de boş olurdu. Arkadaş grubu arasında en son gelen hep kendisiydi.
İncecik belli, kısa boylu hani kafasına bakmasan çocuk gibi bir şeydi. Fakat yüz hatları o kadar keskindi ki 20'li yaşların sonlarında olduğu belliydi. Sert mizahlı bir ifadesi vardı. Simsiyah uzun, ince telli saçları, iri çekik siyah gözleri vardı. Makyaj tarzı da aynıydı hep. Siyah sürme, kırmızı ruj. Allık tercih etmiyordu galiba ya da bana öyle geliyordu. Yüzü beyazlığından mıdır bilmem, çok solgundu. Yine de güzeldi, çok çekiciydi. Ufak göğüslerine rağmen nasıl bu kadar seksi olmayı başarabiliyor anlamak güçtü.
Bir gün perşembe akşamı geldi bara. Etraf daha sakindi cumartesine göre. Sesini ilk kez o zaman duymuştum. Tek bir kişiyle buluşmuştu bu sefer. Bara sinirli bir şekilde geldi. Zaten geldiği gibi de adamla kavga etmeye başladı. Müdahale etsem mi dedim, sonra şimdi tersler filan zaten tanışamadım. Benim hakkımdaki ilk izlenimi de bu olsun istemedim. "Siktir git lan, pezevenk" diye bağırdığını duydum. Sadece ben değil, bardaki herkes onlara baktı. Adam, "sen görürsün kaltak" deyip, ceketini aldığı gibi çıktı.
İşte o zaman yanıma geldi. Neredeyse kavga ettiler diye dua edecektim. İnançlı olsam ederdim herhalde. Elim ayağım boşaldı. Dilim tutulmuş gibi, "ne alırdınız?" diyeceğim ama çıkmıyor bir türlü. Gerçekten aptal gibi göründüğüme yemin edebilirim.
- Ne bakıyorsun öyle? Bir viski ver oradan
- He yok, pardon, tabi. Viski değil mi? Buz koyayım mı?
- Koy amına koyayım
- Buyurun, başka arzunuz?
- Hahahaha. Sen ne kadar kibar bir şeysin. Yok arzum filan
- Anladım, afiyet olsun
- Çok mu bağırdım?
- Yok, duymadım ben bir şey
- Bana "iyi yalan söyleyemiyorum" numarası yapma. Adam gibi yanıt ver! Çok mu bağırdım?
- Hayır dedim ya
- Ha şöyle, az kendin ol. İnsanları sinirlendirmeye bayılırım. Gerçek yüzleri ortaya çıkar.
- İlginçmiş.
- Hoş onun bile numarasını yapacak insanoğlu vardır da. Benim insan psikolojisine ayıracak vaktim yok. Merak etme derdimi anlatmayacağım sana uzun uzun. Bir film kesiti yaşamıyoruz. Bazen hiç tanımadığın birine, öylece hayatını dökü verirsin. Tanıdığın yargılar, amacı güya korumak. Ama yabancının umurunda olmaz. Pehh pehh, aman ne büyük trajedi
- Duygusuzsun!
- Değilim! Gerçekçiyim sadece. Dostum yoksa bu benim suçum değil. Yoksa da duvarlar var, sana mı kaldım.
- Ben anlatman konusunda bir istekte bulunmadım zaten.
- Sinirleniyor muyuz? :)
- Sinir yok. İyi böyle, keyfin bilir. Ben de meraklısı değilim. Her akşam dinliyorum zaten.
- Ne anlatıyorlar sana bahsetseneee. Bak mesela bir çocuk var. Cumartesi 12'den sonra geliyor. Sarışın, kız gibi temiz bir yüzü var. Hastasıyım, bahsetti mi hiç kendinden sana?
- Bilmem, kimden bahsettiğini çözemedim
- Offf, çok sıkıcısın
- O adam kim? Neden tartıştınız?
- Hayırdır? Sorgulanıyor muyum? Sana ne be
- Yok da, sen bilirsin. Peki
O gece sabaha kadar konuştuk. Derdini anlatmadı gerçekten, o adamın kim olduğunu da. O kadar eğlenceli biriydi ki, ilk defa onu gülümserken görmüştüm. İlginç bir kahkahası vardı. Sadece gülümsemesi insanda bir parça tebessüme yetiyordu. O gece zamanı hayatımda ilk defa durdurmak istedim. Yaşantımdan o kadar bunalmıştım ki, zamanın hızla akmasını istiyordum ve bir an önce yaşlanıp ölüp gitmek. (tabi hayat erken bir sürpriz yapmazsa)
Çok fazla içmemiştik. İkimiz de özellikle alkol almıyorduk pek. Belki yanlış hissettim bilmiyorum ama ertesi gün ne yaşandıysa hatırlamak, söylediklerimizden pişman olmamak istiyorduk. Saçmalamak istemiyorduk. Gizli bir flört vardı aramızda, bu net belliydi. Ama nedenini anlayamıyorduk. Gerçek olduğundan şüpheliydik. O gece barı birlikte kapadık.
- Ne oldu? Ne gülüyorsun?
- Ya biz birbirimizin adını bilmiyoruz farkında mısın?
- Hahahaha. Hakikaten hiç sormadık. Ben Sedef
- Ben de Saygın. Şey...istersen
- Olur sende kalırım bu gece. Gerçi sabah oluyor ama
- Bravo, beni zorlamadın.
- İnsanlar zora gelemez. Anladığım anda oradan yürürüm
- Pekala çok bilmiş. Buyurunuz, soldan gideceğiz. Pek mesafesi yok, genelde yürüyorum ama istersen
- Yürüyelim
Elimi tuttu. Vücudu gibi elleri de minicikti. Kocaman avucumun içinde minicik elleri kaybolmuştu. Sıcaktı, ama yine de sıkı sıkı sarmalamıştım üşümesin diye. Boyu benden bir hayli kısaydı. Gerçi neredeyse kapılara sığmayacak boyumun yanında herkes kısa durur da o daha bir minik gelmişti bana. Ona yukarıdan bakmak çok eğlenceliydi. Bıdır bıdır konuşuyordu. Tüm gece mantıklı konuşan insan saçmalamaya başlamıştı.
Farkındaydım, korkuyordu. Ne kadar rahat görünmeye çalışsa da, özgürlüğüne düşkünlüğünü çok sevdiği söylenemezdi. Korunmaya, değer verilmeye, birilerinin onun için endişelenmesine ihtiyacı vardı. Sadece cesareti yoktu. Her konuda düşünmeden karar veren, sonunu düşünerek kendini yıpratmak istemediği bir hayatı vardı. Ama o da sıkılmış daha doğrusu yorulmuştu. Şimdi evlenme teklifi etsem bu psikolojiyle kabul edeceğine yemin edebilirdim.
- İşte benim fakirhane de burası
- Her akşam gideceğin bir evinin olması... Fakirlik bu değil.
- Kapıyı sen açmak zorundaysan zenginlik olduğu da söylenemez.
- Her akşam gittiğin yer bir yuva ise boş ver. Neresinden tutarsan kâr. Onu bulamayanlar da var
- Anlayamadım
- Yağmur başladı, aç istersen kapıyı artık:)
- Ha evet. Ya misafir beklemiyordum. Ev biraz dağınık olabilir, kusura bakma lütfen
- Problem değil
Kapıyı açarken ne yalan söyleyeyim çok gergindim. Bu sefer ben tedirgin olmaya başlamıştım. Ev umarım düzenlidir. Sorun etmeyeceğine eminim ama olsun. Yanında iç çamaşırlarımı gelişi güzel elime alıp toplamaya çalışmak istemiyordum. Kapıyı açtım, umduğumdan daha güzel görünüyordu ortam. Lambayı açtım, salona davet ettim. Biraz ıslanmıştık. "Üstüne bir şey alır mısın?" dedim. "Gerek yok" dedi. "İçecek bir şey alır mısın?" diye sordum. "Bira varsa iyi olur" dedi. Mutfağa gittim, buzdolabını açarken, arkamdan incecik bedeniyle tüm vücuduma sarılamasa da sıcaklığını hissettim.
- Siktir et, vakit kaybetmeyelim.
İnsanların içki içeceği ve eğleneceği bir yerde çalışıyorsanız (bar gibi) sevişmek pek de zor değil. Hiç de geri çevirmedim. Bazen gerçekten çok yorgun oluyordum. Sadece eve gidip uyumak istediğim zamanlarda bile sırf birine sarılmak için seviştiğim çok oldu. Evin tek çocuğu idim. Kardeşim de olmadı. Annemin de babamın da benden pek hoşlandığı söylenemezdi. O yüzden hep birileriyle uyumak isterdim. Bir bebek, bir anne, bir sevgili...
Ama Sedef çok güzeldi. İlk defa ruhumla sevişmiştim. Teni çok yumuşaktı. O kadar güzel sevişmese ilk defa biriyle seviştiğini düşünebilirdim. Minicik göğüsleri diriydi. Ne istediğini, nasıl zevk vereceğini iyi biliyordu. Bahse girerim, yarım saatlik konuşmada her erkeğin yatakta nasıl olabileceğini çözen bilen biriydi. Boşalacağımı hissettiği anda kendini çekiyordu. Bunu nasıl yapıyordu anlayamıyorum. O da gece bitsin istemiyordu. En sonunda ikimiz de dayanamayıp günü bitirmiştik.
Deliksiz bir uyku çektiğimi hatırlıyorum. Ama yine de kafamda bir sürü şey vardı. Hem o kadar sakin bir uyku çekiyor hem de hayatımdan gitmesini istemediğimden ne yapabileceğimi kurmaya çalışıyordum. Ürkekti, gidecekti, biliyordum. İkna etmem gerekiyordu. Geçmişiyle, hatalarıyla ilgilenmiyordum. Geçmişinden o sorumluydu, bana düşen onu yargılamamaktı. Geleceğinin sorumluluğunu sırtıma yüklemek istiyordum. Bunun tarifini ona yapmak çok güçtü.
Gözlerimi açtığımda onu giyinirken gördüm. Evet, tahmin ettiğim gibi gidiyordu. Karanlık olduğundan dikkat etmemiştim. Göbek deliğinin tam altında minik bir ayak izi dövmesi vardı.
- Dövmenin anlamı ne?
- 500 TL, bu kadar uzun bir gece için başkası olsa daha fazla isterdim ama sana böyle olsun. Bir daha ki ne olanı isterim.
- Nasıl? Anlamadım?
- Neyi anlamadın. Gerçekten hayat kadını olduğumu bilmiyor muydun yani? Bardaki adam pezevengim, müşterinin isteklerine göre değil benim isteğime göre sevişirim ben. Bir müşterim olmadık şeyler istedi.
Kimsenin fantazisi ile uğraşamam. Ben de viski şişesiyle kafasına vurdum. Duymuş, kavga ettik. Buydu işte, çok meraklanmıştın. Neyse 500 TL'yi bırak da gideyim artık. Yeterince geç kaldım zaten
- İşte böyle bir şeyi hiç hesaba katmamıştım. Hiç de yaşamamıştım açıkçası. Belli bir ücret ödeyerek birisiyle ilişkiye girmenin kadın nezdinde gurur kırıcı olduğunu düşünmüşümdür. İhtiyacım da yoktu zaten. Ama gerçekten üzülmüştüm.
- Parayı masaya bıraktım, ondan önce evden çıktım. Cüzdanımı da evde bıraktım. Belki de daha fazlasına ihtiyacı vardır, alabilirdi.
O günden sonra bir daha hiç bara gelmedi. Ne adresi ne telefonu vardı. Bir tek adını biliyordum. Sedef...Araştırsam bulur muydum bilmiyorum. Ama bulmak istemedim. Yine bir gün bar çıkışı eve giderken canım sıkıldım geri döndüm. Sahil kenarında her zaman köfte satan bir amcamız vardı. Hem onu görmek hem da karnımı doyurmak için yanına gittim. Bayağı bir yol yürüdükten sonra Kemal amcanın, "ooo delikanlı artık başka köfteci bulduğunu düşündüm" lafıyla biraz da olsa kendime geldim
- Yok be dayı, işler güçler pek fırsat olmadı. Bu aralar sabah karşı çıkıyorum bardan. Bol soğanlı yarım köfte ekmek yap oradan, midem bayram etsin
- Emrin olur, aslanım. Geç sen, başım biraz kalabalık yanına gelirim birazdan. Konuşalım biraz canın sıkkın gibi. Yüzünü böyle görmeye alışık değiliz
- Tamam ağabey, ben bankta oturuyorum
Biraya karşı deniz kokusu gibisi yok. Can sıkıntım bitmez de işte iyi böyle
- Bir gün karşılaşacağımızı biliyordum.
- Sedef!
İşte buna gerçekten şaşırmıştım.
- Merhaba, kızgın mısın hala bana?
- Yok, yani bilmem. Şaşkınım biraz
- Anlıyorum. Telafisi yok ama yine de özür dilerim. İşten geliyorum. Biraz yürümek istedim. Seni görmek güzeldi. Uzun uzun konuşmak istemiyorum. Biliyorsun dert anlatmayı sevmem. Ama ilginç bir yaşantım yok. Bu hayat tarzını yaşayan herkes gibi oldu, böyle geldi ve geçiyor. Değiştirmeye de çalışmıyorum. Halimden memnun olduğumdan değil. Gücüm yok
- Sen bilirsin, hoşça kal
- Hoşça kal
- Sedef
- Efendim
- O dövmenin anlamı neydi?
Gece olmasına rağmen gözlerinin nemli olduğunu görebiliyordum. Zoraki bir gülümsemeyle. "Bebeğimdi" dedi. Anlaşılan bugün şaşırma günümdeydim. Bebeğin?
- Evet, yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğim bir bebek. Babasını bilseydim doğururdum. O zaman daha güçlüydüm. Ama küçük bir çocuğa ilk öğrettiğim şeyin bir yalan olmasını istemedim. Daha fazla soru sorma artık, konuşmak istemiyorum. Kendine iyi bak, güzel kal...
- Sen de...
Rüzgar daha da sert esmeye başladı. Sonbahar geldi artık. Hüzün mevsimi beni unutmamış. Başkalarının hikayelerini dinlerken demek bir gün ben de bu hikayenin bir parçası olacaktım. Yarım, bölük pörçük hatta paramparça anılar ne can yakıcılar. Ne kadar vaktim kaldı acaba? Cansız bir beden olarak yere yığılmak istiyorum. Ağlayan olmayacak, "samimiyetim yoktu, ama iyi adamdı" diyecekler. "İyi" lafı da ölünün arkasından kötü konuşmayalım diye. Yoksa kimsenin beni tanıdığı bildiği yok. 2 saat sonra sabah olacak ve ben yine aynı şeyleri yaşayacağım belki de biraz daha fazla şaşıracağım. Hey ölüm seni bekliyorum. Onca hak etmeyen insan varken, ölümü bu denli bekleyen biri olarak azrailciğim sana kapım her zaman açık
Kaydol:
Yorumlar (Atom)