11 Mayıs 2013 Cumartesi

Çikolata

Gün başladı, en sevdiğim saatlerdir bu zamanlar. Güneşin doğuşu elbet. Pek çok insana da nasip olmaz izlemek. Aslında olur da, ya aklına gelmez ya uyanmak istemez ya da kendi bilir işte. Senelerdir hep bu vakitlerde uyanırım ben.

Her gün bakarım güneşin doğumuna. Bugün bana ne vaat edeceksin? Ne getirecek doğumun bana? Öyle güzel görünüyorsun ki böyle bakınca. Bazen bu manzaradan fazlasını veriyorsun bana, öyle büyük sevinçler yaşadım ki şu ömrümde. Bazen de beni kandırdığını hissediyorum. Aldanma böyle güzel ışıldadığıma, gece bitti gündüzdür artık.

Sanma ki her keder gecedir. Keder, geleceği saati haber vermez sana. Bakma, "her karanlığın bir sabahı vardır" dediklerine. Onlar sadece geceyi görenlerdir, halbuki bilmezler mi sanıyorsun gecenin de yıldızları vardır. Gece, saklar kendini. İster ki sen gör güzelliğini.

Ben tüm kederlerimi öğleden sonraları yaşadım. Aynı dün yaşadığım gibi...75 yaşındayım artık. Göreceğimin, yaşayacağımın fazlasını gördüm bu hayatta. Eskiyi de gördüm yeniyi de. Çok güzel bir ömür yaşadım. Sen, " kaderin güzel yazılmış" dersin, ben "yaşayacağım varmış" derim.

Aşkı bir kere yaşadım, yaşadığım insanla da evlendim. Mutlu bir hayat yaşattı bana. 4 çocuğumuz oldu. Hepsi de hayırlı evlatlar idi. Torunlarımı da gördüm, mürüvvetlerini de. Rahmetli kocam, sağ olsun hiç aç bırakmadı beni. Nasıl 'iyi günde kötü günde' diye söz verdiysek öyle de tuttuk sözümüzü. Birbirimize destek olduk. Yol arkadaşım idi benim.

75 yıllık ömrümde hiç mi kötü zaman geçirmedim. Geçirmez olur muyum. Hayatta zaten acıyı da yaşamazsan ne tadı olur bu yaşamın. Sağlık benim için çok önemliydi. Ki hala da öyle. Sağlığımız yerinde olsun da gerisi gelirdi benim için her zaman. Alkol, sigara hiç kullanmadım. Uykuma, sporuma hep dikkat ettim. Hani belki de uzun yaşamamın sırlarıdır bunlar. Ama işte insan bu kadar uzun ömür yaşayınca sevdiklerinin ölümüne şahit oluyor.

İlk ölüm gerçeğini babamda yaşadım. İlk, babam ardından da annem vefat etti. Yılların ardından en yakın dostumu doğumu sırasında kaybettik. Kızına kendi kızımdan ayırt etmeden baktım. Çocuklarım da kendi kardeşleri gibi sevdi onu. Zaman, geçmek biliyor. Tekdüze geçişler de değil bunlar.

Her geçişi, bir sevincin ya da bir acının haberini yakınlaştırıyor. İşte öyle öyle etrafımdaki insanların beni bırakmalarını seyrettim. Eksiliyor insan böyle anlarda. Kocamın ölümünü çok zor atlatmıştım. Ama zaman ilaçtır ya bir yandan. Ona alıştırıyor seni. O vakitlerdeki geçişi sana iyi geliyor. Acını bedeninden yavaş yavaş alıyor. Sen pek farkında olmasan da anlıyorsun sonradan.

- Merhaba. Sormadan oturdum teyze ama
- Sorun değil. Fark etmemişim, merhaba
- Gençleri bu saatte burada görmeye alışık değilim. Şaşırdım
- Ben de alışkın sayılmam aslında. Öyle uyku tutmayınca geldim işte
- Yaşamak güzel şey. Hayattan tat almaya bak. Gençliğini değerlendir. Sonra pişman olursun bu güzellikleri zamanında nasıl göremedim diye
- Yaşamak, yaşayabilene güzel. Sağlığın yerindeyse, paran varsa bir de seni seven adam varsa ooo tabi hayat güzel olmaz mı o zaman
- Birinin dahi sende mevcut olması hayatını güzelleştirmez mi? Hepsi var mı olmalı?
- Öyle değil de. Sağlığın yerinde olsa da açsan ne işe yarayacak?
- Sağlığı yerinde olan bir insan gayet çalışabilir, karnını doyurabilir
- Hımm. Peki tamam. Sağlığın yerinde fakat sevgilinden ayrıldın. Aşka inanır mısın? Aşk acısını ne yapacaksın? Onu neyle doyuracaksın?
- İnanmaz mıyım. Aşk evliliği yaptım ben. Ona da zamanla alışıyorsun. Daha çok gençsin. Aşk bir kere olacak diye bir şey yok. İkinci baharında bile aşık olursun. Hiç belli olmaz. Dediğim gibi sağlığın yerinde olsun gerisi hiç önemli değil.
- Siz iyi misiniz?
- Elbette. Neden sordun? Şu güneşe şu denize baksana. Böyle bir ortamda kim iyi olmaz ki
- Yani sağlığa çok takılı kalmışsınız gibi geldi de o anlamda sordum.
- Ah sayılır işte
- Bir rahatsızlığınız mı var?
- 75 yaşındayım. Eh bırak da olsun. Fazla bile yaşadım. Birilerinin doğması için ölmem lazım. Çok büyük bir ülkede yaşamıyoruz. Ekonomimiz de pek parlak değil. Artık yeni insanlar gelmeli dünyaya. İşe yarayan. Ben artık daha ne yapabilirim bu dünya için
- Üzüldüm. Burada da son zamanlarınız tadını mı çıkartıyorsunuz? Deniz, güneş...
- Evet. Her zaman kıymetini bilmişimdir. Denizi, çimleri, güneşi, yağmuru, toprağı. Ama şimdi daha da bir kıymetli.
- Başka ne yapmak istiyorsunuz? Ya ben patavatsızlık yapıyorum şu an? Sadece bugün erkek arkadaşımdan ayrıldım. Daha doğrusu terk edildim. Dünyanın sonuymuş gibi üzgünüm. Ona o kadar alışmıştım ki.

Bundan sonra yaşamımı nasıl sürdüreceğimi bilemiyorum. Ayrılmak hiç aklıma gelmemişti. Şimdi ise karşımda daha ağır yükü olan biri var. Merak ediyorum sadece. İsterseniz konuyu kapatabilirim.

- Bilakis yeni birisiyle tanışmam hoşuma bile gitti. Ayrıca beni üzdüğün filan da yok. Merakını anlayabiliyorum. Hem zaten ben bu durumuma da üzülmüyorum ki. Tüm sevdiklerim neredeyse hayatta değiller. Onları çok özledim. Yanlarına gidecek olmam beni heyecanlandırıyor. Yaşamının kıymetini bil. Çünkü bu sana bir kere veriliyor. Bir gün sen de bu dünyadan göçüp gideceksin. Eğer hayatını elinden geldiğince güzel geçirmeye çalışırsan, ölümün de huzurlu olur.
- Peki ne yapacaksın buradan gidince?
- Çikolata yiyeceğim.
- Ay pardon güldüm. Çok özür dilerim. Yani çocukları anlarım da ilginç geldi. Çocuk ruhlusunuz sanırım. Hiç aklıma gelmezdi benim çikolata yemek.
- Hiç yedin mi?
- Eee herhalde. Çikolata yemeyen çocuk mu olur?
- Ondan işte ben hiç yemedim çünkü
- Nasıl? Affedersiniz, maddi imkansızlıktan filan mı çocukken yemediniz? Ama sonradan filan yiyebilirdiniz ne bileyim. Ben çalardım mesela bakkaldan filan
- Ben doğuştan şeker hastasıyım. Hiç yemedim ve çok merak ediyorum. Bir sürü garip tatlılar var. Millet neler yapıyor. Ama ben en çok çikolatayı merak ediyorum.
- Çok mahcup oldum gerçekten. Ben hiç düşünemedim. Sanırım artık gitsem iyi olacak. Tadınızı kaçırdım.
- Kendin gitmek istiyorsan tabi ki ancak benim tadımı kaçırmadın. Nereden bileceksin ki? Bu arada adın ne?
- Elif
- Ben de Zeliha. Çikolata yemek, benim en büyük hayalim. Bu hayalim, ne olursa olsun içimdeki çocuğu hiç öldürmedi. Hayat şartları bir yerden sonra yetişkin olmayı gerektiriyor. Düzen bu, mecbursun. Ben de yetişkin oldum. Rahatsız olduğum kıyafetlerin içinde halimden çok memnunmuş gibi gülümsedim.

İnsanların mutlu olması için yalanlar söyledim. "Kariyer" dediler, yapılması gerekenleri hep uyguladım. Bunlar bana kimseye muhtaç olmayacağım bir hayat sundu. Çocuklarımı güzel yetiştirdim. Ama
çikolataya olan tutkum hani tutku mu desem bilmiyorum.

Hiç yemediğim bir şey fakat her yerde karşıma çıkıyor. Merak da ediyorum. Ama şöyle bir şey var, fark ettim ki çikolata yiyebilen birçok insandan daha mutluydum. Evet yapmak zorunda olduğum çok şeyi yaptım ama hayatımı da güzel yaşadım.

Çikolata bende bir merak oldu sadece. Şimdi nasılsa öleceğim. Beynimde ur varmış. Hani ameliyatla filan kurtulma imkanım var da ben artık yaşamak istemiyorum. Bu bir isyan değil sadece gitme vaktimin geldiğini düşünüyorum. Sana çikolata yiyeceğimi söyledim. Mutlu bir hayat yaşamama rağmen ben de böyle sınandım.

Ama bak şu denize, şu karşıdan gelen aileye bak. Bebekleri ne kadar tatlı değil mi? Görüyorum, sen de görüyorsun. Ya doğuştan kör olsaydım? Son defa görme şansım da olmayacaktı. Ama çikolata yeme şansım var. Satıcıların seslerini duyuyor musun? Ben de duyuyorum ya sağır olsaydım. Diyebilir miyim, "öleceğim ama son defa duymak istiyorum" diye. Yine de şanslıymışım aslında.

Sen şimdi bana kendince yaşadığın bir acıdan bahsediyorsun. O da acıdır, farklı bir acısı vardır aşkın. Hiçbir şeye benzemez. Ama öldürmez de bil. Daha büyük acılar da vardır bunu da bil. Şimdi bunları bu kadar detaylı düşünemezsin. Ancak sonradan kızmalısın kendine.

Gençliğini daha hisli şeyler için üz. Güzel harca acını. Yani söylemek istediğim yaşadığın bu acılar sana güzel şeyler vaat etsin. Bunlardan ders almaya bak. Ders aldığın hataları tekrarlamazsın. Bu sana daha katlanılır ve zaman geçtikçe daha güzel bir hayat sunar.Ah artık gitmeliyim. Saat ilerlemiş, gitme vakti. Memnun oldum güzel kız. Dediklerimi tekrarla derim.

- Teşekkürler, size de acil şifalar diliyorum. Ne garip sizi görmeseydim belki de evde hala ağlıyor olacaktım.
- Ağla, ağlamak güzeldir. İştahlı ağla ki doyasın. Doy ki gülümsemeye aç kal bu sefer. Ağlamak, çok tekrarlanırsa insanı yorar. Gülümsemek öyle değildir ama. Önce tebessüm olur sonra gülümsersin bir de bakmışsın kahkaha atmışsın. O sırada mümkünse aynada yüzüne bak. Ne kadar güzel olduğunu göreceksin. Hoşça kal...








4 Mayıs 2013 Cumartesi

Kolera Günlerinde Aşk / El amor en los tiempos del cólera (Love In The Time Of Cholera)



Kolera Günlerinde Aşk (Love In The Time Of Cholera), "Kolera Zamanında Beyzbol" adlı kısa filmi araştırırken denk geldiğim bir film. Bu zamana kadar nasıl olmuş da gözümden kaçmış bilemedim. Gabriel García Márquez'in romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Mike Newell üstleniyor. 

Film, Florentino Ariza'nın 53 yıl 4 ay 11 günlük aşk hikayesini anlatıyor. İlk sahneleri bilindik yeşil çam filmlerine benzeyen zengin kız, fakir oğlan gibi gözükse de asıl anlatılmak istenen cümle, 'aşkın yaşı yoktur'un öyküsü. Fermina'ya ilk görüşte aşık olan Florentino, kendisine evlenme teklifi eder. Teklifin kabul ediliş sahnesi de gerçekten çok hoş olmuş: Tamam seninle evlenmeyi kabul ediyorum ama sen de bana zorla patlıcan yedirmeyeceğine söz ver.

Annesi hayatta olmayan Fermina, babasının bu durumu öğrenmesiyle zorla yaşadığı yerden uzaklaştırılır. Florentino onu aramaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Fakat 51 yıllık bir bekleyiş, hayatlarında pek çok şeyi değiştirir. Fermina, babasının uygun gördüğü doktor Juvenal Urbino ile evlenir. Florentino ise pek çok kadınlar birlikte olur. Sayısı 600'ü aşan kadınların her birinin karakter notlarını tutar. Evli olan, kocasını yeni kaybeden, yaş farkının fazla olduğu genç kadınlar... Ama hiçbiri Fermina'nın yerini tutamaz.

Florentino, yaşadığı bu ilginç hayatında bir kere aşık olur aslında. Fakat kusursuz cinayet yoktur mantığıyla her saklı kalan bir gün ortaya çıkar.

Evli bir kadınla ilişkisi olan Florentino'nun bir gün bu kadının göbeğine yazdığı sevgi sözcükleri, kadının eşi tarafından görülmesiyle hayatını kaybetmesine neden olur. Florentino'nun tek pişmanlık duyduğu hatası da bu olur.

Bu olaydan etkilenen Florentino, rutin bir hayat yaşamaya başlar. "Rutin hayat, paslanmak gibi" diyerek, hayatının kaderini, Fermina'yı sevmek olarak düşünür. Fermina ile aslında karşılaşır lakin çocuğu olacağını öğrenince kendini göstermez. Birkaç kez kendisini görmesine rağmen yanına yaklaşmaz. Kocasının ölümünü bekler ve her karşılaşmalarında hayatta olduğunu görerek Tanrı'ya şükreder.

Bir gün doktor Juvenal Urbino'nun yaşamını yitirmesiyle Florenta, yıllardır saklı tuttuğu duygularını açıklamaya karar verir. Ve bundan sonrasında film artık "aşkın yaşı yoktur" cümlesinden başka bir şey değildir.

Florentino'nun Fermina'ya yazdığı mektup:

"Lütfen sana içimi açmama izin ver. Fiziksel dünya dışında yaşın bir anlamı yoktur. İnsan olmanın özü, zaten zamanın geçişine gösterdiği direnç. İç hayatlarımız sonsuzdur. Bu yüzdendir ki ruhlarımız her zaman gençliğimizde olduğu kadar genç ve canlı kalır. Aşkı güzel bir an olarak da düşünebilirsin. Başlangıç ve sonu kendi içinde barındırır. Bu yüzden hiçbir yere varma amacı yoktur."

Filmdeki son cümle: 53 yıl 7 ay 4 gün ve geceden sonra kalbim sonunda sevgiyle dolmuştu. Sınırı olmayan ölüm değil yaşamın ta kendisiydi.




Vizyon Tarihi: 07 Mart 2008

Yapımı: 2008 - ABD

Tür: Dram/Romantik

Süre: 139 Dak.

Yönetmen: Mike Newell

Oyuncular: Javier Bardem, Liev Schreiber, ohn Leguizamo, Giovanna Mezzogiorno, Laura Harring

Senaryo: Ronald Harwood

Yapımcı: Scott Steindorff

Filmin Müzikleri:

-"Despedida" - Beste: Shakira ve Antonio Pinto, Sözler: Shakira, Yorumlayan: Shakira
-"Le Fiacre" - Beste: Xanrof, Yorumlayan: Yvette Guilbert
-"Danza Sara" - Yorumlayan: Banda Ritmos de Sucre
-"Maria Tere" - Beste: Rafael Martinez Escalona, Yorumlayan: Bovca e sus Vallenatos
-"Toccata" Senfoni No. 4 - Beste: Charles Marie Widor, Yorumlayan: Phillip Ledger
-"Pensive Polka Redowa" Ro 106 Op. 68 - Beste: Louis Gottschalk, Yorumlayan: Phillip Martin
-"La Minor 3 Numaralı Koral" - M40 Quasi Allegro - Beste: Cesar Franck
-"La Vida Vale La Pena" - Beste ve Yorum: Petrona Martinez Villa
-"O Soave Fasciulla" (Puccini'nin La Boheme Operasından)
-"Juanita" - Beste - Yorum: Miguel Antonio Hernandez Vasquez
-"Navidad Negra" - Beste: Jose Barros , Yorumlayan: Pedro Laza e sus Pelayeros










3 Mayıs 2013 Cuma

Küçük Vahşi/ Alexandre Jardin


Fransız yazar Alexandre Jardin'in kaleme aldığı "Küçük Vahşi" adlı eser, "Hugo'ya, damarlarımda akan taze kanım" cümlesiyle başlıyor. Ardından gelen sayfada ise JEAN ANOUILH (Antigone) etiketiyle şu mısralar yer alıyor:

"Ben her şeyi hemen istiyorum - hem de eksiksiz- ya da reddediyorum! Ben alçak gönüllü olmak istemiyorum, uslu durduğumda ufak bir parça verilmesiyle de yetinmek istiyorum. Bugün her şeyden emin olmak ve çocukluğumdaki kadar güzel olmasını istiyorum - ya da ölmek."

Kitabın kahramanı 38 yaşında, Paris'te yaşayan, evli, 'Eıfell Anahtarları' adlı bir çilingir şirketinin sahibi ve kurucusudur. Bir sabah artık yetişkin olmaktan sıkılan, kendini 'budala' olarak tabir eden, dikkatsiz, hayalci ve hayattan zevk almadığının farkına varan bir adam olarak görür. Karısının bile bilmediği "Küçük Vahşi, sen bir çılgınsın." lakabı kulaklarını çınlatır.

Mösyö Alexandre Eiffel, Fransa'nın sembollü haline gelen Eyfel Kulesi'ni bir hayalden gerçeğe dönüştüren dedesi Gustave Eiffel’in tersine çocukluk hayallerine küsmüştür. Artık içindeki çocuğu tekrar uyandırmak isteyen Eifell, önce karısını ardından da işini terk eder. Daha sonra cici annesini huzur evinden çıkarır, lise yıllarında çeşitli maceralara sürüklendiği Crusoéler Çetesi’ni, cinsel hayatı üzerinde etkili olan Fanny’yi bulmak adına yollara koyulur.

Yetişkin olmaktan sıkılan, giydiği takım elbiseler, cilalı ayakkabılar, olgun görünmek adına takım kıyafetiyle uyumlu kravatından bıkan bu cesur adam, adeta gemileri yakıyor. Özgür olmak istiyor Eiffel ve bunun içinde önce sorumluluklarından vazgeçmesi gerektiğini biliyor. 

Bazı insanlar vardır ani bir kararla her şeyi en başa alabilir. Bazıları için ise kontrol önemlidir. Yani emin olmadığı, güvenmediği işe bulaşmaz. Her şey mümkün olduğunca eksiksiz olmalıdır. Eiffel, aslında büyüklerin özgür olduğunu lakin bunun farkında olmadıklarını düşünüyor. Şöyle ki, bir çocuk ne kadar özgür olabilir? Annesinden babasından izinsiz nereye gidebilir? Yediği yemek bile önüne konulandır. Oysa yetişkin bir insan, yani kendi kararlarını verebilecek biri, istediğini yapabilir. İşte kitapta bir insanın ne kadar değişebileceğine ve sınırlarını ne kadar zorladığına şahit oluyorsunuz.

Küçük Vahşi, okunması kolay ve bir o kadar da eğlenceli bir kitap. Bazı çizimler ve fotoğrafların yanı sıra değişik şekillerde mısra dizelerini söz konusu eserde görmek mümkün. İnsan kitabı okurken arada çocuk romanı okuyormuş hissine kapılıyor. Bir solukta cinsinden bu kitap, okunmalı derim.


Kitaptan kesitler:

- "Eskiden hayatı güzelleştirmek için sebepsiz yalan söylerdim; şimdi ise yaptığım, zevk almadan ve çıkar uğruna gerçeği değiştirerek söylemek."

- "Canlı bir duygu yerine olayları ılımla algılıyorum. Takım elbiseli zavallılarla ilişkide ola ola heyecanlarımı kontrol etmeyi öğrendim."

- "İhtiyaçları artık istekler değil, yıllar boyunca birikmiş bir alışkanlıklar toplamı."

- "Kendimle ya da başkalarıyla yakın olmayı artık bilmiyorum, toplum beni sıkıyor. Sürekli yetişkinlerin yapay tutkularıyla oyalanıyor, içimden gelen sesleri dinlemiyor ve artık yalnızca randevu defterime uyuyorum."

- "Kötü huylarımı, o zamanki acayipliklerimi çekiciliği olmayan, kazandırılmış iyi huylarla değiştirmişlerdi."

- "Davranışlarımdaki içtenlik yoksulluğundan sıkıldı."

- "İnsan kendini yalnızca çocukluğuna borçludur."

- "Neden çiftlerin çoğunluğu tutkuyu mutlaka öldüren birlikte yaşama olayını bir iş anlaşması olarak görüyor? Neredeyse bütün karı kocalar her gece birlikte yatmak, birbirlerine o gün ne yaptıklarını anlatmak, aranıp da bulunmamalarının sebebini söylemek zorunda olduklarını sanmalarının esrarengiz sebebini anlayamıyordu... 

İleride aşkı bir hapishaneye çeviren bu görünmez bağları yaratmadan, istediğimiz gibi sevme hakkımız yok muydu? Kim demişti Noel senede bir kere kutlanmalı ve sadece cumartesi geceleri dans edilir diye? Kim etrafımıza doğru söylememizi yasaklıyordu? Neden kendimize istediğimiz tüm rolleri oynama iznini vermeyelim? Çünkü kendimizi mecbur hissediyoruz. 

Tutarlı olmaya, incitmemeye, makul bir memur, onurlu bir vatandaş, temkinli bir aile babası ve bu sayede iyi yetiştirilmiş olmaya...

- "Büyükler özgür olduklarının farkında değil gibiler. Başlarında onları sıkan büyükler yok ve bundan faydalanmıyorlar bile! Sadece tıp okudukları için doktor olan tipler gibi olma."

- "Alaycılığında kendini kaybetmişçesine, kendine hayranlık duymayı çocuksu buluyordu ve kızgınlık kelimesinin ne anlatmak istediğini unutmuştu..."

- "Büyük insanların bahsettiği gerçeğin, yalnızca korkaklıklarını, hayal kurma yoksunluklarını ve duygusal fakirliklerini doğru göstermek için itinayla kullandıkları  bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. İsteklerimden başka başka gerçek tanımıyorum diye tekrar ederdi."

- "Uyum sakatlar, uyumsuzluk iyileştirir."

- "Altı yaşında saatsiz ve randevu defterimiz olmadan daha kötü mü yaşıyorduk?"

- Seni sana doğru yönlendirecek olan öngörülmez yönlerini, sana has özelliklerini yeşertmek için hiç bıkmadan çalışacak öğretmenlerin olacak. Yetişkin olmaktan korkma. Zaman insanın ne büyük dostu. Hiçbir şey değişmiyor. Hep asi kalacaksın, öfkelenmeyi ve kendine hayran olmayı hep başaracaksın. Sevgilerin hiç azalmayacak. Tutku, asla eksilmez, yaşlandıkça gerçek dostluklar da fazlalaşır.

Yalnızlık ve ölüm sadece çocukları korkutmak için icat edilmiş kelimeler, hiçbir anlamı olmayan terimler. Ufaklık, evlenmek başka şeylerden vazgeçmek demek değil. Her gün hayatını sanki sonsuz yeni bir sayfa gibi yeniden biçimlendirecek enerjin olacak. 

İnan bana, her koşulda kendine saygınlığını koruyacaksın, mesleğin hiç ikiyüzlülük yapmanı gerektirmeyecek. Para insanları ayırmaz. Kalbinin hafifliğini, coşkulu umursamazlığını kaybetmemeyi hep bileceksin. Hiçbir zaman ellerinden kaçan bir alın yazısına mahkûm olmayacaksın. Yetişkinlik hoş, pek çok kadın ve sadık dostla dolu bir şey. Orada nostalji yok, yorulmak da. 

Büyükler genellikle edindikleri üç beş şeyi kaybetmekten korkmazlar, sen yine gözü pek kalacaksın. Meraklılığın, ataklığın ve arzuların seni hiç terk etmeyecek. Ve olur da bütün sana söylediklerim yanlış çıkarsa, bugün olduğun sen'e layık ol: HİÇBİR ŞEYE BOYUN EĞME."

- "Suya sabuna dokunmayan şeyler söyleyerek oyun oynamak yerine, insanın kendine hissettiğini itiraf etme hakkını vermesi ne harika değil mi? Aslına bakılırsa samimiyet sanıldığından daha az tehlikeli. Biliyorum, sizi çelişkilere sürüklüyorum. Ama bu kötü değil. Kötü olan, artık hiçbir şey hissetmiyor olmak, öyle değil mi?"

- "Neden hep bir insanın uyanışının başkalarını yaralaması gerekiyor?"

- "İç sesimin değiştiğini hissediyorum. Sonunda kendi kendimle barıştım, şimdiki zamanı yaşıyorum."

- "Sen otuz yaşındasın, güzelsin. Yaşlılık diye bir şey yok. Bahçe gençliğin gibi kokuyor, kokla"

- "Yalaka ve tüccar bir ölü gömücü beni büyük annemin katılaşmış cesedinden kurtardı. Tabutu masif kestanesinden mi, suni ağaçtan mı istersiniz? Kulpları dore mi olsun, krom mu? Haçı pirinç alırsanız size toplamda %15 iskonto yaparım. Boğuluyorum. Bitip tükenmeyen umutsuzluk. 

Korkunç ölüm ticaretiyle aşağılanma, ardından işlemlerin karşılığını isteyen devlet dairesi. Belediyede damga. Nezaketi abartan noterin suratı. Artık olmadığı bir genç adam için dikilmiş kostümün içinde daralmış halde cici annenin vasiyetnamesini açıyor ve tüm detaylarıyla duruma uygun bir yüz ifadesini takınarak okuyor."

- "Ruhumu Tanrı'ya, hatıralarım rüzgara, mizah duygumu da torunum Alexandre'a bırakıyorum. Mezar taşıma şöyle yazın: Ben yeteri kadar güldüm."

- "Kalp dediğin akılla dalga geçen bir mantığa sahip değil miydi? Benimki de bana ısrar etmemi söylüyordu."

- "Bu diğer ben'e yaptığım yolculuk sayesinde her şeye cüret edebilirdim. Sonunda tamamen kaderimi ele almış olmanın, kendime maruz kalmanın mutluluğunu yaşıyorum."

- "Bozguncu parfümün yapamadığını kitabım belki gerçekleştirebilirdi. Kendimi yaşatmak için yazıyı seçmiş olmaktan mutluydum. Parfüm uçar, kitap kalır."

- "Güzel kızım, canım oğlum, ne olur benzersizliğine saygı duy, kendinle yakın ol, kaprislerini değil arzularını yeşert, fiilleri geçmiş ya da gelecek zamanda kullanmaktan kaçın, sana uzlaşma nasihatleri verecek suratları dinleme, beş yaşında olacağın çocuğa layık ol, akılcılık diktasına karşı dayanıklı, belki biraz çatlak ama mutlaka neşeli ol, kendine benzeyen bir hayat sür ve özellikle de gerçek diye bir şey yok, sadece senin görüş açın önemli."

Künye:

Yayın evi: Yapı Kredi Yayınları

Çeviri: Nil Çayan

Çizimler: François Place

Basım tarihi: 2011

Sayfa Sayısı: 193

Alexandre Jardin kimdir?

1964 yılında doğdu. İlk romanı Bille entête'i 20 yaşındayken yazdı ve ertesi sene bu romanıyla En İyi İlk Roman ödülüne layık görüldü. 1986 yılında Siyaset Bilimi diploması aldı. Senaryo yazarlığı yaptı, Figaro'da yazılar kaleme aldı. 1988 yılında Le Zêbre adlı kitabı Fêmina Ödülü'ne layık görüldü. Bu eseri Jean Poiret tarafından 1992 yılında sinemaya uyarlandı. Yirmiye yakın kitaba imza atan Jardin, son kitabı Des gens três bien'i 2011 yılında yayımladı. 1992 yılında yayımladığı Küçük Yahşi yazarın dördüncü romanıdır.

Not: Aşağıdaki soru işareti parfüm üretmek isteyen Alexandre Eiffel'in düşündüğü amblem. Anlamı hayli ilginç. Bu parfümü alan erkek veya kadın kimin için olduğunu bilmeyecek. Yani parfüm kadın mı yoksa erkek kokusu mu bilmiyorsun. Sadece beğeneceksin ve alacaksın. Önemli olan senin ne düşündüğün. (sevdim)